Montag, 16. Mai 2011

Okyanus Ötesinde Ne Var?

Vedat Bilgin
Vedat Bilgin
Galiba benzeri bir söz ilk defa Baykal tarafından dile getirildi.


Yaşadığı tatsız olay sonrasında yaptığı açıklamada, komplonun "okyanus ötesiyle" ilgisi olmadığını ifade etmişti. Şimdilerde okyanus ötesini işaret etmek neredeyse moda oldu. İşin aktüel kısmını bir tarafa bırakarak, söylenmeyen ama ima edilen olayın ne olduğuna bakmak istiyorum.

Türkiye'de dini akımların arka planında güçlü bir tasavvuf geleneğinin bulunduğunu bu ülkede yaşayan, ister dindar olsun ister olmasın, herkes iyi kötü bilir. Yine hepimiz biliriz ki, tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla birlikte tasavvuf akımlarının toplumsal olarak görünürlük kazandığı tarikatlar ve dini topluluklar bir anlamda "yeraltına çekilerek" mensubiyet ilişkileriyle dinsel eğitim, gelenek ve ibadetlerini sürdürmeye çalıştılar.

Özgürlük mahrumiyeti

Eğer dinsel akımlar, insanların iç dünyalarına yönelik özel inanç tecrübeleri olan tasavvufi hayatın zenginliği ile kendisini geliştirme imkânı bulsaydı, bir örnek olarak, hem bugün Alevi yurttaşlarımızın manevi dünyalarının ve kültürlerinin daha fazla zenginleşmesine imkân sağlanmış olurdu hem de benzeri şekilde diğer dini akımların tasavvuftan beslenen tarikat veya cemaatlerin insanımıza ve kültürümüze daha yaratıcı katkılar yapacağını görebilirdik.

Ünlü Türk iktisat tarihçisi rahmetli Prof. Dr. Ömer Lütfü Barkan unutulmaz makalesi olan "Kolonizatör Türk Dervişleri "adlı çalışmasında, Anadolu'nun Türkleşmesinde hem bir iskân metodu olarak hem de kültürel iklim değişimi pratiği olarak tasavvufun ve öncü dini akım temsilcilerinin rolünü ortaya koymuştur.

Toplumsal hayat, baskılar, yasaklar, engellemelerle ve ortadan kaldırma girişimlerine, kendi dinamiklerince özgürlük mahrumiyetine cevap üretir. Nitekim sivil toplumun güçlenmesiyle birlikte, geleneksel tarikat, cemaat ilişkilerinin dışında yeni yaklaşımlar ve anlayışlar benimsenmekte gecikilmedi. Sivil toplumun bizatihi kendisi inanç özgürlüğünü geliştiren, onu kullanan yeni bir model yarattı. Çeşitli dini önderlerin, şahsiyetlerin manevi rehberliğinde, sivil oluşumlar meydana geldi. Hatta bu sivil oluşumlar giderek geniş dayanışma gruplarına, cemaatlerine dönüşmekte gecikmedi.

Bugün toplumsal hayatımızda giderek yaygınlık kazanan, dini nitelik taşısalar da taşımasalar da, tasavvufi etkilerin belirgin olarak hissedildiği ya da tezahür etmediği yapıların, geleneksel tarikat ve gruplardan farklı bir sürecin aktörleri olduğunu, bir anlamda yeni bir cemaatleşme türünü yansıttığını anlamak gerekir.

Dayanışma ve toplumsallık

1980'li yıllardan sonra dünya çapında yükselen değişim dalgası ve yansımaları, Türkiye'nin modernleşme süreci, eski zihniyet dünyasını yıkıp eski toplumsal tasavvurları parçaladıkça, Türkiye kentli, farklılaşan, sınıflaşan, bireyleşen bir topluma doğru gittikçe, insanların kendilerini bu topraklara ve birbirlerine yakınlaştıran, bağlayan anlam sistemlerine yönelik talepleri de yükselmeye başladı.

Bugün çok tartışılan cemaat olgusunun arkasında, toplumda yaşanan yapısal değişimin ortaya çıkardığı toplumsal dayanışma ihtiyaçlarının, yenidünyanın sorunlarına karşı ortak bir anlam sistemi içerisinden inanç dünyası etrafında bir cevap üretme gereğinin bulunduğunu asla unutmamak gerekir. Böyle bir yapılanmanın kazandığı dinamizmi, başta Türk ve İslam coğrafyası olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinde temsil etmek apayrı bir yazı konusudur.

Okyanusun ötesinde ne var sorusunu anlamak için, önce burada olanları, yaşananları anlamaya çaba sarf etmek gerekir diye düşünüyorum.

Vedat Bilgin, Bugün

fgulen.blog.de