Freitag, 16. September 2011

Hocaefendi'ye Dua Vefanın Gereğidir


Süleyman Sargın
Süleyman Sargın
Huneyn Gazvesi'nin ardından Allah Resûlü, Ensar'dan bazılarının küçük bir meseleden dolayı kendisine biraz kırıldıklarını haber aldı.
Bunun üzerine hemen Ensar'ın bir yerde toplanmasını ve aralarına başka kimsenin de alınmamasını emretti. Ensar toplandı ve Allah Resûlü onlara şu hutbeyi irad buyurdu:
"Ey Ensar topluluğu! Duydum ki gönlünüzde bana karşı bir kırgınlık hâsıl olmuş. Size şunu hatırlatmak isterim; ben geldiğimde, siz dalalet içinde değil miydiniz? Allah benimle sizi hidayete erdirmedi mi?
Ben geldiğimde, siz fakr u zaruret içinde kıvranmıyor muydunuz? Allah benim vesilemle sizi zenginleştirmedi mi?
Ben geldiğimde, siz birbirinize düşman değil miydiniz? Allah benimle sizin kalplerinizi birbirinize ısındırmadı mı?"
Ensar bu sözlere gözyaşları içinde hep bir ağızdan şöyle karşılık verdiler: "Evet, evet Yâ Resûlallah! Minnet Allah'a ve Resûlü'nedir."
Bu hadisede Mü'minlere mazhar oldukları nimetler hatırlatılmıştır. Bu da onlar tarafından kabul ve ikrar edilmiştir.
Bizler asr-ı saadette bulunamadık. Efendiler Efendisi'nin mübarek huzurlarıyla müşerref olup, dizlerinin dibinde oturamadık. Ama bize Allah'ı, Resûlullah'ı, Kur'an'ı hatırlatan ve bütün güzellikleri öğreten kutlu insanlar tanıdık. Bu sebeple mazhar olduğumuz nimetleri yâd etmek ve dualarımızda o kutlulara yer vermek hem bir tahdis-i nimettir hem de vefamızın gereğidir:

Montag, 12. September 2011

Hizmet Hareketi Tam Bir Kalkındırma Hamlesi


Muhammet Mertek
Muhammet Mertek
Dikkat edilirse başta Afrika olmak üzere dünyanın bilhassa geri kalmış değişik coğrafyalarındaki temel problem "cehalet, fakirlik ve tefrika" alanlarında yaşanıyor.
Bediüzzaman Hazretleri'nin 20. yy.'ın başlarında yaptığı bu teşhise çözüm olarak sunduğu reçete Hizmet Hareketi ile hayata geçiriliyor. Reçetenin özü "ilim, çalışma ve ittifak (birliktelik)" kavramlarından oluşuyor.
Hizmet Hareketi'nin son otuz yıllık geçmişine bakıldığında bu reçeteyi gerçekleştirmek için evvela eğitim alanından başlayarak diyalog çalışmaları yürüttüğü, ticaretle uğraşan insanları da bilhassa eğitim ve kültür alanlarında mobilize ederek ticarete de ayrı bir dinamizm getirdiği rahatlıkla görülür.
Daha otuz yıl öncesine kadar anadilden ekonomiye sosyal yapının paçavra haline getirildiği, toplumun ideolojik kamplara bölündüğü, insanlarının "bizden hiçbir şey olmaz" karamsarlığına gömüldüğü bir ülkenin kalkınmasında Fethullah Gülen Hocaefendi'nin basiretle ve çağı iyi okuyarak başlattığı Hizmet Hareketi'nin rolünü kim inkar edebilir.
Tabii seyri içinde ve ihtiyaca binaen hayata geçirilen okullar/üniversiteler ve medya başta olmak üzere Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, Abant Platformu, TUSKON, Kaynak Yayınevi gibi kuruluşlar hep bu amaca hizmet etti, ediyor.
Kimsenin dikkatini pek çekmese de aslında yüzyılın en büyük kalkındırma hamlesi gerçekleşiyor. Batılı bazı ülkelerin 'kalkınma yardımı', çağın oldukça gerisinde birçok problemle boğuşan insanlara 'balık verme'den ibaret kalırken, Hizmet Hareketi, ülkeyi ma'mur edecek dinamiklerle balık tutmayı öğretiyor.
Dolayısıyla Tanzanya'da da açılan beş Türk Okulu, ülkeyi her yönüyle kalkındırmada öncülük ediyor. Okulların açıldığı yerlere işadamları da otağını kuruyor.
Mesela Resul Bey (36) binlerce Türk işadamından sadece biri. Ortaokuldayken tanıştığı Hizmet'te 23 yıldır koşturan genç bir isim. İstanbul'da ailesinin büyük inşaat şirketleri dururken, dört yıl önce okul inşaatı için hiç tanımadığı Tanzanya'ya hicret ediyor.
Yaşadıklarını özetle kendinden dinleyelim: "Buradaki ticari hayatımda iki yıl boyunca zarar ettim. Sözünde durmayan ve hırsız insanlardan çok çektim, ama yılmadım. Daha sonra hiç anlamadığım balık işine girdim. 50 kg ile başladığım balıkçılık işini ayda 50 tona çıkardık. Amatör balıkçılardan okyanus balıkları topluyor, havayolu ile İstanbul'a gönderiyorum. Oradaki lokantalara dağıtılıyor. İki yıl içinde insanların güvenini kazandım. Onlara peşin para vererek ticarete hazırladım. Hırsızlık bir kere "rahatlık" sağlasa da, çalışıp kazanmayla rahatlığın sürekli olacağını göstermeye uğraştık. Buradaki insanların iki yönden bize ihtiyaçları var: Zenginler paylaşmayı bilmiyor, fakir insanlar da para kazanmayı. Kendilerine de güvenmiyorlar. Zor olsa da bunları onlara öğretmeye gayret ediyoruz."
Resul Bey, bizim kalkındırma hamlesi olarak nitelendirdiğimiz meselenin özünü şu sözüyle gayet güzel özetliyor: "Biz burada kazanıp burada harcıyoruz. Bu insanların güvene ve işe ihtiyaçları var."
Kalkındırma hamlesinin kalıcılığını ve ülke yöneticileri tarafından kabule mazhar olduğunu ise Tanzanya İçişleri Bakanı şöyle vurguluyor: "Bir gün sizler buradan ayrılsanız dahi etkiniz devam edecek ve hiç unutulmayacaksınız".
Washington Post gazetesinin editörü Raju Narisetti, Dünya Ekonomi Forum'un organizasyonuyla Mayıs 2010'da Darüsselam'da yapılan "Global Genç Liderlerin Yıllık Buluşması"nda "Geleceği Şekillendirmek" başlıklı programa konuşmacı olarak katılıyor. Konuşmasında gezdiği Türk okullarının o ülkedeki etkisinden hareketle, yeryüzü sathına yayılan bu hamlenin ne manaya geldiğini en açık şekilde ifade ediyor: "Biz insanlığın kurtuluşu için hala çare arıyoruz. Fethullah Gülen yıllar önce bunu tespit edip uygulamaya başlamış bile."

Ustalık Dönemiyle İlgili Üç Endişe


Ali Ünal
Ali Ünal
Sayın Başbakan'ın "ustalık dönemi" olarak nitelediği üçüncü iktidar dönemiyle ilgili olarak doğrusu üç önemli endişeden bir türlü kurtulamıyorum.
Başarılar, en mütevazı ve maneviyatı en yüksek insanlarda bile belli kırılmalara yol açar. Hem bu kırılmalara mâni olmak hem de başarıların Allah'tan olduğunu ve dolayısıyla gurur değil şükür gerektirdiğini ihtar sadedinde Kur'ân-ı Kerim, her başarıdan sonra daha bir tevazuu ve peygamberlere dahi istiğfarı emreder. Bu istiğfar, ayrıca başarılara giden yolda işlenmiş olması mümkün hata ve günahların affı ve daha sonraki döneme birer leke, ortaya konacak müsbet faaliyetlere birer engel olmaması için de önemlidir. Dolayısıyla, ağaçların dallarının meyvelerinin fazlalığı nisbetinde eğilmesi gibi, bilhassa idarecilerin, önemli mevkilerde bulunanların Cenab-ı Allah kendilerine başarı bahşettikçe daha bir eğilmeleri gerekir. Siyaset ve propaganda gereği başarılardan söz etmek makûl görülebilse de, bunları içten sahiplenmemek ve artık ustalık gibi iddialarda bulunmamak, gerçek ustalığın ve gerçekten usta olmanın girişidir, başlangıcıdır, temelidir.
İkinci olarak, bir hadîs-i şerifte, "Allah, bir idareciyi severse ona hatalarını hatırlatacak bir vezir nasip eder." buyurulur. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin bu hadîsin şerhi mahiyetinde çok güzel bir değerlendirmesi vardır: "En çok zevk duyacağımız şey, sevdiğimiz ve sevgisinden emin bulunduğumuz kimselerden gelen tenkitler olmalıdır. Aksine, bazı kusurlarımızdan dolayı çok dostlarımızı kaybedeceğimiz gibi, birçok eksik ve kusurlarımızı da düzeltme mülâhazası söz konusu olmayacaktır." Gerçekten seven insan, sevdiğini öven insan değildir. İnsan, önce nefsini, hem de herkesten çok sever ve zaten sürekli kendisini övme meyli taşır. Fakat bu övmenin ve sevmenin insana faydası yoktur. Bizzat nefsinin insana bu düşmanlığı karşısında, evet, en çok zevk duyacağımız şey, sevdiğimiz ve sevgisinden, samimiyetinden emin bulunduğumuz kimselerden gelen tenkitler olmalıdır. Hz. Bediüzzaman, "Koynunda bulunan akrebi haber verenden memnun olmaz mısın?" der. Gurur, kendini beğenme gibi, hatalar, günahlar da insanın koynunda birer akreptir. Özellikle idarecilerin hataları, kendileriyle sınırlı kalmaz. Bilhassa başbakanlık gibi bir mevkide bulunan insanın hataları, bütün bir milleti, hattâ vârisi bulunduğumuz önceki nesilleri ve bize vâris olacak gelecek nesilleri de ilgilendirir. Taşıdığı sorumluluk ve bulunduğu mevkiin öneminden dolayıdır ki, Peygamber Efendimiz, Allah'ın gölgelemesinden başka hiçbir gölgenin olmayacağı Mahşer Günü'nde Allah'ın gölgelemesi altında bulunacak yedi sınıf insan içinde birinci olarak âdil imam, yani adaletli hükümdarı, devlet başbakanını, başbakanı zikreder. Böylesine önemli bir mevki, elbette aynı derecede büyük sorumluluk da gerektirir. Dolayısıyla, Sayın Başbakan'dan beklentimiz, kendisini övenlere, takdir edenlere değil, ülke ve millet sevgisiyle, kendisinin de hayrını düşünerek doğruyu, gerçeği işaret edenlere, gerektiğinde gerekli tenkidi yapanlara kulak vermesi, dünya ve şahısları adına hiçbir beklentileri olmayan kanaat önderlerine aklını da, kalbini de açması, daima gerçek rey ve basiret sahipleriyle istişare etmesi, çevresinden de övgü ve takdir değil, daima doğruyu dile getirmelerini beklemesidir.
Üçüncü olarak, Sayın Başbakan, "Ustalık dönemi" diyerek önemli va'dlerle yeniden iktidardadır. Fakat böyle bir dönem ve va'dler, insanı bocalatır. Bilhassa beklemediği engeller karşısına çıkacak olursa, bu bocalama daha da artar. Dolayısıyla, Sayın Başbakan'ın, kendine daha bir güven değil, daha bir tevazu, "Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir." anlayışı içinde, daha içten, daha araştırmacı, daha serinkanlı, daha dikkatli davranması, hareket etmesi ve icraatta bulunmasıdır. İnsan için her zaman önemli olan muhasebe ve murakabe, bilhassa böyle dönemlerde daha bir önemli hale gelir.
İnşallah, sözünü ettiğimiz endişeler birer vehimden ibaret kalır.