Dienstag, 17. Mai 2011

Fethullah Gülen Vazgeçse Bile..

Osman Özsoy
Osman Özsoy
MHP lideri Sayın Devlet Bahçeli'nin dün gazetelere yansıyan ifadelerini okuduktan sonra, aslında yazıya biraz da avam tabiriyle, "Bir liderin çuvallayışı" başlığını koymak iyi giderdi.


Sayın Bahçeli'nin dün medyaya yansıyan şu sözlerini akıl ve iz'anla telif etmek mümkün müdür? Şöyle demiş Sayın Bahçeli; "Başbakan Erdoğan, Obama'dan istirham etsin. Gülen'i Türkiye'ye rahatlıkla gönderme imkanı tanısın. Gelsin ve olayları yakından takip etsin?"

Hani halk arasında kulağı tersten göstermek diye bir söz vardır... Aslında Sayın Bahçeli'nin demek istediği şu; "Başbakan Erdoğan Obama'ya söylesin ve Gülen'i ABD'den kovdursun."

Sanki Sayın Fethullah Gülen'in Türkiye'ye dönmesinin önündeki en büyük engel ABD Başkanı Obama'ymış gibi, akla ziyan bir yakıştırmada bulunmuş Sayın Bahçeli?

Eğer Sayın Fethullah Gülen, Türkiye'ye dönmesi konusunda görünüşte önünde hiç bir hukuki engel olmadığı halde, hala ülkesine dönmekte bazı çekinceler yaşıyorsa, bunun temel nedeni, son günlerde olduğu gibi akla gelen her türlü konuyu politize etme eğiliminde olan ve bundan gündelik çıkar sağlamaya çalışan Sayın Devleti Bahçeli ve türdeşi insanlar yüzündendir.

Sayın Gülen'i candan sevenleri bile gelsin diye yırtınıp durmazlarken ve Sayın Gülen ne zaman dönmesi gerektiğini hepimizden daha iyi biliyordur diye düşünürlerken, Sayın Bahçeli'nin illaki gelsin şeklindeki çırpınışlarını nasıl okumak lazım acaba? Bu derin muhabbeti neye bağlamak lazım.

Üç yıl evvel 2008 yılı ocak ayında, "Birand Sordu; Gülen Neden Dönmüyor?" başlıklı yazı kaleme almıştım. Bahçeşehir Üniversitesi'nin 26 Eylül 2008'de gerçekleşen yeni akademik yılı açılışına, Cumhurbaşkanlığı görevinde henüz 1 ayı doldurmamış olan Sayın Abdullah Gül de katılmıştı. Açılış töreni için Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül'ü beklerken, Ali Kırca, Mehmet Ali Birand ve Vatan gazetesi yazarı Ruşen Çakır'la sohbet ediyorduk. Gazeteci Birand bir ara bana, "Fethullah Gülen ne zaman dönecek" diye sordu. Gazeteci Ruşen Çakır hemen araya girdi ve Birand'a dönerek şunları söyledi; "Neden gelsin ki abi? Türkiye'nin durumu malum... Birileri çıkar, bulur kendi yandaşı savcıyı, olmadık meseleler yüzünden habire uğraştırır dururlar adamı?" dedi.

Ne Kırca, ne de Birand, "olur mu kardeşim öyle, neden uğraştırsınlar ki adamı?" demedi.

Ne anlıyoruz bu sözlerden? Demek ki, hukuk sisteminin adamına göre işlediği, çok da güven vermeyen çarpık bir yargı sistemi var bu ülkede. Geçtiğimiz günlerde Ümraniye Kültür Merkezi'nde bir araya geldiğimiz gazeteci Mehmet Baransu, bunun sayısız örneklerini anlattı katılımcılara. Hakim ve savcılara siyaset dışı odaklardan açılan telefonlarla, nasıl sürüm sürüm süründürüldüğünden örnekler verdi. Ama yılmamış. Dimdik ayakta maşaallah. Allah'a sırtını dayayan, kuldan korkar mı diyor?

Hatırlarsanız, başta Anayasa Mahkemesi ve HSYK olmak üzere, hukuk sistemini az da olsa revize etmeye yarayan ve belli dünya görüşünü paylaşan insanların tekeli olmaktan çıkarmayı amaçlayan bir düzenleme için, 12 Eylül 2010 referandumunda sandık başına gitmiştik. O referandumda hangi kanattaydı Sayın Bahçeli?
Hukuk sistemi daha çağdaş olsun görüşünü savunan 'evet'çilerin cephesinde miydi, yoksa, 'neyi var hukuk sisteminin, değişiklik gerekmez, bu hali çok iyi?' düşüncesiyle değişikliğe direnen 'hayır' cephesinde mi?
Eğer bu ülke belli bir dönemde yaşanamaz hale geldi ise, bunda eski siyasetçilerin payı az değildir.

Türkiye 2007 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimine doğru hızla yol alırken, o sırada Meclis'te grubu olmayan MHP'nin lideri Sayın Bahçeli'yi parti genel merkezindeki odasında ziyaret etmiş ve Türk siyasetinin içinde bulunduğu durumla ilgili bir müddet sohbet etmiştim.

Sayın Erdoğan ve Gül dahil, AK Parti Meclis'ten kimi aday gösterirse, demokrasinin selameti, Meclis'in demokratik sistem içindeki ağırlığının artması, seçim dönemlerinde gidilen sandığın bir anlam ifadesi ve millet iradesinin Meclis çatısı altında tecellisi açısından bu tabloya dışarıdan da olsa destek vermek gerektiği konusundaki düşüncelerimi paylamıştım. 'Biz de öyle düşünüyoruz' demişti. Eğer MHP'nin genel başkanlık makamındaki görüşmeler gizli veya açıktan kaydediliyorsa, bu görüşmenin ayrıntıları orada vardır.

O günlerde demokratik sistem açısından aklı selim bir çizgide duran ve partisi Meclis'e girdikten sonra 367 sorunu yaşanmadan Sayın Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesi konusunda destek veren Sayın Bahçeli, nedense o olaydan sonra, hızla millet endeksli siyasetten, dünkü Türkiye'nin aktörleri olan siyaset dışı odaklar ekseninde bir çizgi tutturmaya başladı. Partisi de giderek taban kaybetti.

Yazıya başlık olan, "Fethullah Gülen vazgeçse bile..." satırlarını, bir süre önce, "Fethullah Gülen faaliyetlerine bir müddet ara versin" şeklinde açıklama yapan Devlet Bahçeli'nin sözleri üzerine bir köşeye not etmiştim. Biraz bekledim. Sayın Bahçeli büyük tepki çeken bu açıklamasını tashih eder şeklinde bir umut taşıdım.

Aksine, giderek daha da agresifleşti.

Sayın Bahçeli şunu iyi bilmeli?

Türkiye'nin onurlu geleceğini inşa etme, Türk bayrağını dünyanın dört bir yanında gururla dalgalandırma ve bu hayırlı hizmeti tüm millete mal ederek el birliği ile yol alma konusunda geniş halk kesimleri öylesine motive oldular ki, Sayın Fethullah Gülen bir anlık gaflet eseri "ben vazgeçtim" dese bile, bu kutlu nehrin, geçmişten gelip geleceğe olan ve gittiği her yeri yeşerten o kutlu akışı artık asla durmayacaktır.

Bu nedenle herkes birbirine dua etmeli ve kutlu yolculukta adımların sabit kalması için destekçi olmalı. Güzel günler yakın. Az sabır?