Montag, 16. Mai 2011

Bir Yalan Çok Tekrar Edilmekle Doğru Olmaz

Berliner Zeitung gazetesinde uzun yıllar yayın yönetmenliği yapmış önemli bir gazeteci ile Türkiye’de Alman basınına çalışan muhabirler hakkında konuşurken şunları söyledi: “Benim yayın yönetmeni olduğum yıllarda kendisi ile çalıştığımız İstanbul’da yaşayan muhabirin çalışma şekli şuydu: Türkiye’de bir olay olduğunda Hürriyet, Radikal ve Cumhuriyet gazetelerini önüne koyar, haber yazacağı konuyla ilgili bu gazetelerde çıkan bilgilerden Almanca bir haber derler ve bize geçerdi.” Geçende Spiegel Online’de Türkiye ile ilgili yukarıda sözü geçen gazetelerin Ahmet Şık ve Nedim Şener olayına yaklaşımı ile örtüşen bir haber okudum. Haberin altında yayın yönetmenin sözünü ettiği muhabirin ismi vardı. Belli ki aradan yıllar geçse de söz konusu muhabirin çalışma sisteminde bir değişiklik olmamış.

Türkiye’de Alman basınına çalışan veya temsil eden iki elin parmak sayısını geçmeyen muhabir bulunuyor. Sayıları az ama etkileri büyük bu grup hakkında genellemede bulunmak elbette ki doğru olmaz. Aralarında, şimdi Dubai’de Arap dünyasındaki gelişmeleri muhafazakar FAZ için takip eden Rainer Hermann gibi Türkçeye hakim, iktisat ve İslam bilimlerini okuduğundan dolayı belli bilimsel disiplin açısından siyasi ve toplumsal gelişmeleri doğrudan takip eden isimler var. Hermann’ın Türkiye’de yaşanan değişim ve dönüşümü analiz eden yazıların seviyesi çoğu Türk gazetecinin ve köşe yazarın kaleme aldığı yazıların çok üstündeydi.

İstisnalar bir tarafa; ne yazık ki İstanbul’dan yazan Alman muhabirler Alman kamuoyuna Türkiye fotoğrafını gerçekçi olarak yansıt(a)mıyorlar. İşin içinde masa başı muhabirliğin rol oynadığı kadar, dünya görüşünü gazetecilik mesleğinin önünde tutma, bir biri ile ilişkisi olmayan olaylar arasında bağlantı kurma, haberde konu edinen şahıslarla doğrudan görüşmeden merkez basında yer alan bilgileri sorgulamadan doğru kabul ederek haberde kullanma, Türk siyasetinde kullanılan dili Alman mantığına göre eleştirme gibi sorunlar var. Bunlara İstanbul’da beyaz Türklerden oluşan ortamda ki hayat tarzını da eklemek gerekiyor. Ve elbette bazı muhabirlerde ki kasıt ve art niyeti de.

Bir örnek vermek gerekirse: Ahmet Şık’ın ‘İmam’ın Ordusu’ isimli çalışmasından dolayı tutuklanmasında Hizmet’in perde arkasında rol oynadığı bilgisi Alman basınında konuyla ilgili çıkan nerdeyse tüm haberlerde yer aldı. Hiç bir Alman muhabir gazeteciliğin temel ilkelerinden biri olan şüpheci yaklaşımla şu soruları sormadı:
  1. Piyasada acaba Fethullah Gülen Hocaefendi ve Hizmete karşı hiç kitap yok mu?
  2. Bütün bu tartışmalardan en çok zararı Hizmet hareketi görüyor. Madem ki bu kadar güçlü ve etkili bir hareketten söz ediyoruz. Az bir zaman sonra perde arkası zaten ortaya çıkacak ve kendi aleyhlerinde kullanılacak bir adımı neden atsınlar?
  3. Bu olayla ilgili iddiaların dışında somut delil ve belge var mı?
  4. Ahmet Şık’ın çalışması kitap olarak basılmasa da internet üzerinden yayınlandı. Şık’ın kitabında ‘Gülen hareketinin devlete sızması’ ile ilgili araştırmacı gazetecilik adını hak edecek hangi yeni bilgi ve belge yer alıyor?
Bu üç sorunun cevabı şu:

1) Türkiye’de Fethullah Gülen Hocaefendi ve Hizmete karşı içinde saçma sapan komplo teorilerin yer aldığı en az 20 kitap kitap reyonlarında yer alıyor. İsteyen de istediği kitabı alıyor. Hatta bazı kitaplarla ilgili kampanyalar bile yapılıyor.

2) Bu olayla Hizmet hareketinin ilişkisi yok, aksine en büyük zararı Hizmet görüyor. Uluslararası basın neredeyse bu olaydan hareketle Ergenekon davasını ve davanın dayandığı delilleri görmez oldu. (İyi bir gazeteci acaba gerçek hedef bu muydu diye sormaz mı?)

3) Bu olayların arkasında Hizmetin olduğu ile ilgili iddiaların ötesinde her hangi bir belge ve delil yok.

4) Ahmet Şık’ın yazdıklarından daha önce söylenmemiş yeni hiç bir bilgi yok.

Bütün bunlara rağmen Spiegel, Welt ve FAZ gibi ciddi olduklarını iddia eden Almanca yayınlarda ciddiyetten uzak yalan-yanlış bilgilere tekrar tekrar yer verilmesi bunları doğru yapmaz. Sadece bu gazetelere duyulan güveni biraz daha sarsar ve okurları ile arasında oluşan mesafe daha da büyür. Çünkü gerçeklerin er veya geç ortaya çıkma gibi bir huyu var.

Süleyman Bağ, Zaman Avrupa