Freitag, 14. Oktober 2011

Cemaat ve Kürt meselesi


Özlem Albayrak
Özlem Albayrak
Geçtiğimiz Salı günü (11/10/2011) yayınlanan makalemde, Los Angeles'ta düzenlenen 3. Türk Kültürleri ve Yemek Festivali'nden sözetmiş, bu organizasyonu da icra eden hareketin Anadolu'nun tüm kültürlerini aynı sıcaklıkla kucaklayabilme ve tanıtabilme amacı güttüğünü, bunda başarılı da olduğunu söylemiştim.
Yazdıklarım "hepiniz birden bunu yapmak zorunda mısınız" minvalinde, Gülen hareketine bir güzelleme olarak anlaşıldı, bendeniz de "cemaatçi" olmakla suçlandım. Elbette mühim değil, elbette doğru olduğuna inandığım her şeyi özdenetimin bünyeyi kısıtlamasına izin vermeden yazmaya devam edeceğim. Ancak, kişilerden ve kişisel almaktan ari olarak 'cemaat'e yönelik bu keskin karşıtlığın sebebinin incelenmesi gerektiğini düşünenlerdenim.
Çünkü, "farklı yaşam tarzlarına, inanç ve kültürlere aynı mesafede ve demokrasinin yanında durmayı önemseyenler" tasviriyle, "Türkiye'nin laik yapısını yok etmek isteyen gizli ajandalı sinsi hainler" görüşü arasındaki makas açıklığının derecesi ciddi bir tafsilatı hak ediyor. Hemen her cepheden şiddetleri değişse de cemaate yönelen karşıtlıklar, bir analiz gerektirecek ölçüde giderek büyüyor.
Tıpkı cemaatin büyüdüğü gibi... Evet, bu karşıtlığın, Gülen hareketinin "umulandan" çok daha büyük ve müntesiplerinin bu harekete kesin bir inanmışlık/adanmışlık hissi duymasıyla bir ilgisi olduğunu zannediyorum. Öyle ki maddeciliğin doğduğu yerde maddeyi inkar etmeden maneviyatını kavi tutabilen, yalnızlığın başkentinde yalnızları nefyetmeden birbirine yaslanan ve bu yaslanmadan kuvvet alan, Batı medeniyetinin göbeğinde, o medeniyete reddiye düzmeden de kendi kültürünün izleğini süren bir geniş toplumsal gruptan sözediyoruz. Grup büyük olduğu için de etkisi okyanusun bu tarafına ulaşana dek tsunamiye dönüşüyor.

Los Angeles nere ki?


Kerim Balcı
Kerim Balcı
Çok yazıldı, ama benim köşe günüm ancak geldi. Geçen hafta Anadolu Yemek ve Kültürleri Festivali'ne katılmak üzere Los Angeles'a gittik.
Türkiye'den gazeteciler kadar işadamları da katılmıştı geziye. Dört gün süren festivalin ilk iki günü öğrencilerin, son iki günü ise yetişkinlerin akınına uğradı. Biz, yayın grubumuzun çıkardığı Today's Zaman gazetesi ve Turkish Review dergisinin ortak standındaydık. Türkiye'ye yönelik artan ilginin muhatabı olmak gurur vericiydi. Festival sırasında iki ayrı konuşmada Arap Baharı ve Türkiye-İsrail ilişkileri hakkındaki görüşlerimi katılımcılarla paylaşma imkânı da buldum. Birkaç yıl önce çok daha fazla Türk'ün yaşadığı Amerika'nın doğu sahillerinde dolaşmış, ancak Los Angeles ve bilahare San Francisco'da bu defa bulacağım ilgiyi bulamamıştım. Türkiye ile ilgili her şey ilgi çekiyor.
On yıl kadar önce İsrail'de tanıştığım bir Amerikalı, "Türkiye'nin nerede olduğunu biliyor musunuz?" soruma, "Hayır!" demek yerine, "Biliyor musun, ben tam bir Amerikalıyım..." cevabını vermekle yetinmişti. Bu, hem hayır anlamına geliyordu hem de bu cehaletinden ötürü ayıplanmayı kabul etmeyeceği anlamına... Şimdi Türkiye'yi bilmemek ayıp Amerika'da...

Mittwoch, 12. Oktober 2011

LA'da Anadolu ve Türkiyeliler


Cengiz Çandar
Cengiz Çandar
Her şey aklıma gelirdi de 2011 sonbaharında kendimi Los Angeles'ın güneyindeki Orange County'de davul-zurna eşliğinde Van Valisi Münir Karaloğlu ile ve Vanlılarla birlikte üç ayak oynarken bulacağım, birlikte halay çekeceğim pek gelmezdi.
Çok geçmeden Amerikalılar da katıldı halaya. Hafta sonuna, dünyanın en büyük sekizinci ekonomisi olan 33 milyonluk Kaliforniya eyaletinde, 'Türkiye şenliği'yle girdik. Los Angeles'ta bu yıl üçüncüsü yapılan Anadolu Kültür ve Yemek Festivali, Türkiye'den büyük bir çıkarmaya sahne oldu. 50 bin metrekareye yakın yaygınlığa ulaşan festival alanına dört gün boyunca sadece özellikle Amerika'nın Pasifik kıyısında yaşayan Türkler değil, çok ama çok geniş bir alana yayılan Los Angeles ve çevresinde yaşayan on binlerce Amerikalı aktı. 'Medeniyetler Kapısı'ndan geçilerek giriliyor festival alanına. Anadolu topraklarında tarih boyu kurulmuş tüm imparatorluklar ve varolmuş bütün uygarlıkları simgeleyen mimariye uygun, iki yanında o döneme ait ayrıntılı bilginin iki dilde -İngilizce ve Türkçe- yazılı olduğu takların altından geçiyorsunuz.
Bir yanıyla 'kitsch'in şahikası, diğer yanıyla müthiş bir emeğin çok etkileyici sergilenmesini görüyorsunuz içinden geçilen bütün taklarda. En yoksul görüntü, Anadolu'nun üzerinde kurulu son devleti gösteren tak. Solunda imzasıyla Kemal Atatürk yazısı, sağında ay yıldızlı bayrağımız, iç duvarlarında Ayasofya, Topkapı fotoğrafları olan bir Türkiye takı. Neyse ki, içerdeki geniş mekân, Türkiye'nin tüm kültürel, folklorik ve bu arada mutfak zenginliklerinin sıcak ve canlı bir sunumuyla Türkiye'nin 'Türkiye kapısı'nın verdiği izlenim kadar yoksul değil, ardına aldığı onca uygarlık ve imparatorluk geçmişiyle çok zengin olduğunu anlatıyor sanki.
Her şey, ortalama Amerikalının zihin kalıplarına, kültür kodlarına gayet uyacak ve onu esaslı biçimde etkileyecek şekilde düzenlenmiş. Amerika'nın en batı ucunda, Pasifik kıyısında Pacifica Institute'un başını çektiği mükemmel bir organizasyona, muazzam emeğe, hem çok başarılı ve hem de çok etkileyici bir Türkiye performansına tanık oluyoruz. Amerikalılar kadar, o birçok özelliği sergilenen ülkeden gelen bizler de etkileniyoruz.

Bunu bana yapmayacaktın Hocam


Taha Kıvanç
Taha Kıvanç
Büyükbabası Ahmet Cevdet Bey diplomat oğlundan olma torunu Şerif'i İstiklal Caddesi'nin ortasındaki Ağa Camii'ne götürmüş. "Git; bu insanlar ne yapıyorlarsa sen de onu yap" demiş... O sırada yine Cadde-i Kebir üzerindeki Galatasaray'da okuyor olmalı genç Şerif... Ne yapsın, büyükbabasının "Kendi memleketini bilmeyen insanlardan oluşan bir aile mi olacağız?" hassasiyetinin sonucu çıktığı 'halkını tanıma' turunda, abdest de almış, namaz da kılmış...
Neşe Düzel'in Taraf'taki pazartesi konuklarının sonuncusu Şerif Mardin'di. İki gün süren söyleşide en çarpıcı bölüm bu 'halkını tanıma' girişimi... Ağa Camii'nden çıkıp Balık Pazarı'na gitmişler; orada da mumbar yemiş torun...Mumbardan büyükbaba da yemiş midir acaba? Küçük Şerif abdest alıp namaz kılarken büyükbaba camiden içeri girmemiş çünkü...
Şerif Mardin'le yapılan söyleşi günümüzdeki İslâmi hayat üzerine... Tarikatlar, cemaatlar, siyaset... GeçmişindeBediüzzaman Said Nursi ile ilgili bilimsel bir kitabın yazarlığı bulunduğundan Hoca konunun muhatabı seçilmiş besbelli... Ancak söyledikleri neredeyse bütünüyle kulaktan dolma şeyler... Söyleşide en çok geçen sözcük 'bilmiyorum' oluyor bu yüzden...
Tarikat mensubiyetinden söz ederken, "O ilişki havzası neleri kapsar, o havzanın içinden neler çıkar bilmiyoruz"diyor. Hem Müslüman hem modern olmaya değiniyor, ama bu ikisinin yüzdesinin ne olduğunu bilmiyor... Günümüz siyasileriyle tarikat ve cemaatlar arasında ne fark olabileceğine geliyor söz; "İncelemediğim için bilmiyorum, ama araştırılması gerekir" diyor Hoca...
Aslında bildiklerinde de sorun var Hoca'nın... Fethullah Gülen Cemaati'nin İslâm'ı nasıl yorumladığını merak ediyorNeşe Düzel; "Sırf İslâmi yorumundan gidilirse ben bunu bilmiyorum, çünkü incelemedim" diyor ve ekliyor:"Nakşibendilikten geldiği doğru, ama o yolu bir hayli değiştirdi."

Gülen Hareketi ve PKK


Ergun Babahan
Ergun Babahan
Fethullah Gülen Harekatı Güneydoğu ve Doğu Anadolu'daki faaliyetleri nedeniyle PKK'nın tepkisini çekiyor.
Hem Kandil, hem sokaktaki kimi Kürt başta KCK operasyonu olmak üzere bölgedeki gelişmelerden hareketi sorumlu tutuyor.
Seçim zamanı gördüğümüz üzere, Hareket'le ilişkisi olduğunu düşündüğü din adamlarını doğrudan hedef alıyor.
Oysa somut hayata baktığımızda bu Hareket'in mensuplarının Kürtlere ve toplu haklarına çok olumlu baktığını görüyoruz.
Los Angeles'taki ziyaretimiz esnasında rehberimiz İspanyolca ve Çince'nin Kaliforniya'da resmi dil olduğunu söylediğinde, Anadolu'dan gelen birçok insan olumlu tepkisini dile getirdi.
Bu sadece göstermelik bir tepki değil çünkü Hareket bölgede Kürtçe yayın yapan televizyonlar kuruyor.
Çünkü müslüman kimliğini öne alıyor ve bölge insanına mesajın hangi dille gittiğinden çok gitmesine önem veriyor.
Ayrıca her dilin yaradanın eseri olduğuna inandığı için bir dili baskılamanın günah olduğuna inanıyor.
Buna rağmen PKK Gülen Hareketi'ni hedef alıyor.
Çünkü Hareketi bölgede kurmaya çalıştığı mutlak iktidara rakip görüyor.

'Cemaat'in gücü, etkisi, önemi...


Cengiz Çandar
Cengiz Çandar
San Diego'nun şehir merkezinden Meksika hududu, Meksika hudut şehri Tijuana 15-20 dakika uzaklıkta. ABD'nin güneybatısının en alt köşesi, bizim güneydoğunun en alt köşesine, sözgelimi Hakkâri'ye hiç benzemiyor. Kıta büyüklüğündeki koca ülkenin en güzel ve en zengin köşelerinden biri.
San Diego, elektronik devlerinden Hewlett Packard'ın merkezi ama onu esas öne çıkaran Amerikan Pasifik donanmasının en önemli üssü olması. San Diego rıhtımında koca bir uçak gemisi görünce oraya meylediyoruz. Dev ötesi geminin üzerinde Midway yazısını görünce, yılların gerisine gidiyor anılar.
1992'den beri müze Midway; görevlilerden birine sorup gemiyle ilgili bilgiler alıyorum. 1945'te hizmete girmiş, 1992'ye dek kalmış. Kore Savaşı, Vietnam Savaşı nice savaşlar görmüş.
USS Midway'in demirlediği limanda az ötede, USS San Diego için dikili bir anıtta, onun katıldığı deniz savaşlarını okuyorum. Efsane bir gemi, İkinci Dünya Savaşı'nın hakkında nice filme konu olmasından tanıdığımız Guadalcanal muharebelerinden İwo Jima'ya her büyük savaşta yer almış.
Gençlik yıllarını İstanbul'a, İzmir'e demir atan Amerikan 6. Filosu'na karşı eylemlerin başını çekerek geçiren benim gibi birisi için Amerikan 7. Filosu'nun en görkemli gemileriyle merkez üslerinde tanışmak tuhaf bir duygu. Müzelik olmalarının ifade ettiği bir ironi de olmalı.

Siyasete bakış

Fethullah Gülen: Prizma: Çizgimizi Hecelerken: Siyasete bakış


Soru: Zamanımızda mutlaka siyasî bir fikre katılmanın zarurî olduğunu söylüyorlar. Ne dersiniz?

Siyasî bir fikre katılma bazen bir vazife olabilir. Toplumun kaderini belirlemede her mü’min behemehâl reyini kullanmalıdır. Zira bu, vatanî bir vazifedir. Bir mü’min, seçimlerde kendisine düşen vazifeyi yapmazsa, Allah indinde mesul olur. Aynı zamanda o, bu meselenin ciddiyetini ana baba, dede nine gibi yakın dairede bulunan kimselere de mutlaka anlatmalıdır.

Ancak, oyların hangi partiye verilip verilmemesi meselesi beni çok ilgilendirmez. Hayatımın sonuna kadar da bu mevzuda, değil açık ve sarih bir şey söylemek, iş’ardan dahi içtinabı kendime vazife sayarım. Ben, “Falan partiye oy verin, filân partiye oy vermeyin!” demiyorum. “Oy kullanmak bir vecibedir. Herkes bu vazifeyi yerine getirmeli yoksa mesul olur!” diyorum. İşte bu kadar ben de siyasîyim...