Geçtiğimiz Salı günü (11/10/2011) yayınlanan makalemde, Los Angeles'ta düzenlenen 3. Türk Kültürleri ve Yemek Festivali'nden sözetmiş, bu organizasyonu da icra eden hareketin Anadolu'nun tüm kültürlerini aynı sıcaklıkla kucaklayabilme ve tanıtabilme amacı güttüğünü, bunda başarılı da olduğunu söylemiştim.
Yazdıklarım "hepiniz birden bunu yapmak zorunda mısınız" minvalinde, Gülen hareketine bir güzelleme olarak anlaşıldı, bendeniz de "cemaatçi" olmakla suçlandım. Elbette mühim değil, elbette doğru olduğuna inandığım her şeyi özdenetimin bünyeyi kısıtlamasına izin vermeden yazmaya devam edeceğim. Ancak, kişilerden ve kişisel almaktan ari olarak 'cemaat'e yönelik bu keskin karşıtlığın sebebinin incelenmesi gerektiğini düşünenlerdenim.
Çünkü, "farklı yaşam tarzlarına, inanç ve kültürlere aynı mesafede ve demokrasinin yanında durmayı önemseyenler" tasviriyle, "Türkiye'nin laik yapısını yok etmek isteyen gizli ajandalı sinsi hainler" görüşü arasındaki makas açıklığının derecesi ciddi bir tafsilatı hak ediyor. Hemen her cepheden şiddetleri değişse de cemaate yönelen karşıtlıklar, bir analiz gerektirecek ölçüde giderek büyüyor.
Tıpkı cemaatin büyüdüğü gibi... Evet, bu karşıtlığın, Gülen hareketinin "umulandan" çok daha büyük ve müntesiplerinin bu harekete kesin bir inanmışlık/adanmışlık hissi duymasıyla bir ilgisi olduğunu zannediyorum. Öyle ki maddeciliğin doğduğu yerde maddeyi inkar etmeden maneviyatını kavi tutabilen, yalnızlığın başkentinde yalnızları nefyetmeden birbirine yaslanan ve bu yaslanmadan kuvvet alan, Batı medeniyetinin göbeğinde, o medeniyete reddiye düzmeden de kendi kültürünün izleğini süren bir geniş toplumsal gruptan sözediyoruz. Grup büyük olduğu için de etkisi okyanusun bu tarafına ulaşana dek tsunamiye dönüşüyor.