Freitag, 8. April 2011

Alparslan Türkeş: Siz Öncüsünüz

Alparslan Türkeş: Siz ÖncüsünüzYaptığı hizmetlerle her kesim tarafından takdirle karşılanan Fethullah Gülen'e MHP'nin merhum lideri Alparslan Türkeş de büyük destek vermişti.
Türkeş, Gülen'e gönderdiği mektupta, şunları söylemişti: "Toplumların her alanda kalkınmalarının temel şartı olan manevî uyanışın ve yükselişin öncülüğünü yapmış bulunmaktasınız. Barışı, hoşgörüyü ve kardeşliği esas alan öze dönüşü, uzay çağına yükselişi başlatmış durumdasınız. Kanada'dan Yakutistan'a, Moğolistan'dan Amerika Birleşik Devletleri'ne kadar her yerde açılmış bulunan okullar ve üniversiteler millî kültürümüzün ve millî, manevî değerlerimizin bütün insanlığa yöneldiğini göstermektedir."
Çok Muhterem Fethullah GÜLEN Hocaefendi Hazretleri'ne,
Efendi Hazretleri,
Zat-ı âliniz, milletimizin hayatında çok yararlı hizmetlerin yapılmasını sağlamış bulunmaktasınız.
Yetiştirmiş olduğunuz ilim, irfan ve fazilet erbabı kadrolarla milletimizin muhtaç bulunduğu geniş bir eğitim seferberliğini telkinlerinizle başlatmış ve başarı ile devamını temin etmiş bulunmaktasınız. Toplumların her alanda kalkınmalarının temel şartı olan manevî uyanışın ve yükselişin öncülüğünü yapmış bulunmaktasınız.
Barışı, hoşgörüyü ve kardeşliği esas alan öze dönüşü, uzay çağına yükselişi başlatmış durumdasınız. Kanada'dan Yakutistan'a, Moğolistan'dan Amerika Birleşik Devletleri'ne kadar her yerde açılmış bulunan okullar ve üniversiteler millî kültürümüzün ve millî, manevî değerlerimizin bütün insanlığa yöneldiğini göstermektedir. Faziletli hayatınız, hiçbir maddî menfaate tamah göstermeyen karakteriniz size karşı halkımızda büyük bir güven uyandırmıştır. Yalnız Allah rızasını hedef alan gayretleriniz, birkaç yüzyıldan beri kaybettiğimiz eski dünyamızı yeniden fetih mahiyetindedir.
Susurluk olayı bahane edilerek zat-ı âlinizin temiz isminin gölgelenmek istenmesi çok üzücü olmuştur. Fakat hem milletimiz sizi tanıyor, hem de dünya sizi tanıyor. Kötü niyetlilerin bir şey yapmaları mümkün değildir.
Nazik teşekkür mektubunuza çok teşekkürler ediyorum. Gerçeği söylemek bizim vazifemizdir. Sözü edilen beyanat, doğruyu küçük bir ölçüde kamuoyu önünde açıklamaktan ibarettir.
Cenabı Hak'tan size sağlıklar ve hayırlı uzun ömürler ihsan etmesini ve böylece başlatmış olduğunuz güzel gelişmelerin tamamlanmasını niyaz ediyorum.
Mahsus selam, sevgi ve saygılar sunuyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezi
Tarih: 09/01/1997 Sayı: Özel
Alparslan TÜRKEŞ
Genel Başkan

gulenbewegung.blogspot.com

"ABD ziyareti çerçevesinde Fethullah Gülen Hoca ile görüşme imkanınız oldu mu?"

Arınç'tan İmalı SoruDevlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Fethullah Gülen'le görüşüp görüşmediğine ilişkin soruyu yanıtladı.
"ABD ziyareti çerçevesinde Fethullah Gülen Hoca ile görüşme imkanınız oldu mu?" sorusunu Arınç, "Hayır, böyle bir temas düşünmedik de olmadı da, niçin sordunuz?" diye yanıtladı. Gazetecinin "seçim döneminin yaklaşması ve Gülen hakkında bugünlerde tartışmaların bulunması nedeniyle soruyu meşru gördüğünü" belirtmesi üzerine Arınç, "CHP heyeti geldiğinde de ona da böyle bir soru sordunuz mu? Daha önce CHP heyeti geldi, merak edip onlara da böyle bir soru sordunuz mu? Washington'a yakın Pennsylvania, acaba ziyaret düşünüyor musunuz diye. Bana soruyorsunuz, bu merak edilecek bir konuysa, Türkiye'den gelen diğer siyasetçilere niye sormadınız diye aklıma geliyor" diye konuştu.
Arınç, gazetecinin "sorunun mahsuru olup olmadığı" yönündeki sorusu üzerine, şunları söyledi:
"Ben size bugün ne yaptığınızı, hangi sokaktan geçtiğinizi veya kiminle görüşüp, çayını içtiğinizi soruyor muyum, sormuyorum. Böyle bir ihtiyaç duymuyorum. Yani temaslarımız size söyledim, bunun dışında bana ayrıca filan kişiyi ziyaret ettiniz mi diye sorarsanız, çok garipsediğimi ifade etmeliyim. Açıklıkla söylüyorum ki programım dışında herhangi bir temas söz konusu değil ama bunu bana niçin sorduğunuzu da az-çok anlayabiliyorum."
Bakan Arınç, daha sonra "Time Square'i niye sormadınız?" diyerek espri yaptı.

"Hiç Birinden Baskı Altında Olduklarına Dair Bir Şey Gelmedi"

Arınç, "Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Helene Flautre'ın 'Gülen cemaatinin özellikle basın ve yargı üzerinde çok büyük baskısı var' yönündeki demecine yönelik değerlendirmesini sorulması" üzerine, böyle bir demeçten haberinin olmadığını, ancak iddialı bir konu olduğunu ve üzerinde durmak gerektiğini kaydetti.
Türkiye'de basının şu anda çok güçlü olduğunu ifade eden Arınç, yazılı basında milyonlarca tiraj yapan gazeteler bulunduğunu ve tüm basın organlarının kendi görüş ve yayın ilkeleri doğrultusunda yayınlarına bugüne kadar devam ettiklerini belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Hiçbirinden şunun veya bunun baskısı altında olduklarına dair herhangi birşey söylenmedi. Sadece bazı yayın grubunun patronları, hükümetle aralarında ihtilaf olduğunu söylediler. Bu da eskiden beri konuşulan Doğan grubu ile hükümet arasında bir baskının ve etkisinin söz konusu olduğudur. Ama o da en azından 2 yıldan bu yana konuşulan bir konu değil.
Fethullah Gülen'in ne şekilde basın üzerinde etki kurduğunu AB'de çok önemli görevde olan bir insan, ne kadar böyle bir rahatlıkla söyleyebilir, doğrusu metni görmem lazım. Ama böyle bir endişe varsa, bunu giderici bir çalışma yapılabilir."

Anadolu Ajansi

gulenbewegung.blogspot.com

Tarihi Tekerrürler ve Fethullah Gülen

Dr. Ali Bayram, Haber Aktüel
Dr. Ali Bayram
Fethullah Gülen Hocaefendi, yerli ve yabancı kurumlar ve kişiler tarafından yurtiçinde ve yurtdışında çok konuşuldu ve tartışıldı, hala konuşuluyor ve konuşulacak da. Bu yazımda ben Muhterem Gülen'i müdafaa ve bu karalama kampanyalarında yapılanların yanlışlıklarını tespit etme niyetinde değilim. Çünkü artık herkes her şeyi biliyor ve öğrendi, bunu karikatürize eden önemli bir iki söz var, derler ki; takke düştü kel göründü artık. Bir diğeri de: Hiç ummadığın keşfeder esrar-ı derûnun
Sen herkesi kör alemi sersem mi sanursın!
Onun yerine Muhterem Gülen'e karşı ülkemizde bir kısım çevre ve insanların düşmanlığı ve bu düşmanlıkta ısrarcı tutumlarının anatomisini biraz görmeye ve göstermeye, bu cibilli düşmanlığın nereden geldiğinin fotoğrafını çekmeye çalışacağım.
Malumdur ki, dünyada iyilikle kötülük, hakla batıl, imanla küfür insanoğlu var olalıdan beri birbirinin zıddı olarak bilinmiş ve mücadele içinde olmuştur. Bazen iyilik temsilcisi iyiler, bazen kötülük taraftarları kötüler galip gelmiştir. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem'in çocuklarından Kabil'in Habil'i öldürmesiyle yer yüzünde kötülük, cinayet ve kıtal başlamış (Maide suresi a. 27-32), günümüze kadar devam etmiş ve kıyamete kadar da devam edecektir. Diğer kötülüklere de misal vermek mümkündür. Beşer tarihi bu iyiler ve kötülerin mücadelesiyle doludur.
Biz tarihte bu mücadeleleri en bariz şekilde Peygamberlerin hayatında ve Kur'an-ı Kerim destekli olarak okumakta ve hayretimizi gizleyememekteyiz. Bazen de hayıflanır "bu kadar da kötülük gerçekten nasıl yapılabilir?" diye söyleniriz. Hemen hemen gördüğümüz kadarıyla sanki küfrün ve kötülüğün mantığı hep aynı gibi. Hep iyiliğe, hep müspete ve hep tevhide karşı çıkmak ve düşmanlık beslemek. Efendimizin hayatını biraz biliyoruz, O'na yapılan zulüm ve işkenceleri, yakınlarının bile yaptıkları baskıları, savaşları ve davasından vazgeçirmek için Kureyş müşriklerinin yaptığı cazip teklifleri ve Hz. Muhammed'in (as) verdiği cevabı elbette biliyoruz.
Bu küfür mantığını maalesef diğer peygamberlerin kavimlerinde de görüyoruz. Mesela Hz. Salih'in kavmi Hz.Salih'e inanmıyor ve alaycı bir tavırla; "bize şu kayadan canlı bir dişi deve çıkar getir. Sana öyle inanalım" diyorlar. Hz. Salih (as), Allah'a dua ediyor, yalvarıyor ve kendisine inananlarla beraber bir kayalığın yanında bütün inanmayanları toplayarak, Allah'tan aldığı vaatle mucizesini göstermek üzere buluşuyorlar. Şaşkın bakışları arasında kaya yarılıp içinden istedikleri dişi deve ağzında bir tutam otla çıkıveriyor.
Mucizeyi izleyen herkes dilini yutuyor ve hayretle birbirlerine bakışıyorlar. Fakat bu muhteşem mucizeyi gördükten sonra bile inanmadan yine dağılıp gidiyorlar. Hz. Salih inanmayan o topluluğu şöyle de ikaz etti: "Sakın bu deveye dokunmayın ha! (Sizin sağınız solunuz belli olmaz bir de deveyi ortadan kaldırmak istersiniz) yoksa büyük bir azap sizi yakalar. (Hud suresi, a.64).
Hz. Salih'in kavminden orada bulunup da inanmayanlar bu mucizeyi de bir gösteri şeklinde izlediler, fakat bir taraftan da çok şaşkın ve çok yersiz bir şekilde: "Yeter ey Salih bitir bu peygamberlik davasını! (Vazgeç, durdur bunu artık) Sen de rahat et, biz de rahata kavuşalım..." (Peygamberler Tarihi c.2.s.153) diyerek oradan ayrıldılar. Kur'an-ı Kerim tafsilatıyla bunları anlatıyor.
Şimdilerde bizler neden hayret ediyoruz ki? Muhterem Gülen'e; "yeter artık hizmetlerini durdur, insanlığa faydalı olmayı kes artık... Bırak insanların öğrenim görmelerini sağlamayı, durdur bütün bu faaliyetleri..." diyenler aslında kendi görevlerini yapıyor.
Bunda hayret etmeye fazla gerek yok. Bu hep böyle olmuştur ve olmaya devam edecektir. Ben birisinin kalkıp; "Fethullah Gülen Hoca, yeter artık hizmetlerinden vazgeç! İnsanlığa sunulan bu güzellikleri durdur, biz bundan rahatsız oluyoruz" demesini normal karşılıyorum.
Elbette ki, birileri rahatsız olacaktır. Rahatsız olmaları fıtratlarının gereğidir. Yoksa yapılan işlerin kötülüğünden ötürü değildir. Bunun daha da fecisi bu hazımsızlığın seviyesini daha da düşürerek hakarete vardırması ve Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsüne kadar çirkin bir şekilde taşıması, kendi seviyesizliğinin bir kanıtıdır. Bu olay insanlık adına üzücüdür ve bunu yapanlar kamu vicdanını yaralamıştır. Bu ve emsali insanlar aslında savundukları fikir itibariyle sakatlar, yoksa kendilerine bir şey diyen yok, nasıl inanır ve nasıl yaşarsa öyle inanma ve öyle yaşama hakkına sahiptirler. Ama başkasına hakaret etme hakkı ve edepsizliğini kemse vermez onlara. Ne örfümüzde-âdetimizde, ne kanunlarımızda, ne de insanlık tarihimizde bu ve emsali bağnazlar hep yalnız kalmıştır.
Bir dönemin kötülük temsilcileri, bütün çabaları ve bütün kaba kuvvetleriyle, masum büyük İslam alimi ve mütefekkiri Bediüzzaman Hazretlerine de akla gelmeyecek eza ve işkenceler ettiler, hapisten hapse, sürgünden sürgüne gönderdiler. Neye muvaffak oldular? Hiçbir şeye! Olamazlar da zaten; çünkü Hak üstündür, onun üstünde başka üstünlük yoktur. Said Nursi beş-on talebesiyle başladığı hak yolunun yolculuğunda gayret etti, müspet hareket etti, gece gündüz çalıştı, en kötü şartlar altında hapishane köşelerinde, hücrelerde yazdı ve yazdıkları elden ele dilden dile dolaştı. Şimdilerde ulusal ve uluslararası milyonların hayat bahçesinin gülleri, çimenleri ve çınarları oldu. Fakat kem söz söyleyen zavallılarla Üstad'a her vesile zulmü reva görenlerin esamileri bile yok ortalarda. Ne var ki onlar top yekûn derbeder olup gittiler bu dünyadan. İnanmadıkları ahirette de hesapları çetin olacaktır.
Muhterem Fethullah Gülen hocamızla -haşa bizim teselli etme gibi bir küstahlığımız olamaz- şunu paylaşmak istiyorum ki; beşer olarak insanın bazen teselliye ihtiyacı olabilir. Çünkü Efendimizin bile böyle bir teselliye ihtiyacı vardı ki malumu fazilet Allah Teala, içinde yaşadığı toplum, 40 yaşına kadar Kendisini "Muhammedü'l-Emin" lakabıyla çağırdıkları Hz. Muhammed (sav)'i yalanlamalarına tabii ki, üzülmüştü ve teselli için:
"Ey Resulüm! Onların söylediklerinin seni üzeceğini elbette pekiyi biliyoruz. Doğrusu onlar seni yalancı saymıyorlar; fakat o zalimler, bile bile Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorlar." (Enam suresi a. 33) buyurmaktadır.
Biz buradan da anlıyoruz ki, kimsenin Fethullah Gülen Hocaefendiyle kişisel bir takıntısı yok. Aralarında kavga unsuru olabilecek hiçbir maddi ve manevi sebep yok. Sadece insanlığın ortak malı olan iyiyle-kötünün, güzelle çirkinin, fayda ile zararın cepheleşmesi var. Ve tarafını belli edenler, dün Bediuzzaman'a, bugün Muhterem Gülen'e, yarın da kim bilir bir başka hizmet erine ve âlime karşı olacaktır. Bu kaçınılmazdır. Kör olan anlar ki; bir tarafta ülkemize, milletimize hizmet edenler, genç nesillerin, imanlı ahlaklı, dürüst, çalmayan çırpmayan, terör çıkarmayan, adam öldürmeyen ve bu karanlık zihniyetin sahibi beylere yandaş olmayacak, -Hadis-i Şerif'in ifadesiyle- ıslahçı bir nesil yetişiyor.
Diğer tarafta da bu neslin yetişmesi için maddi ve manevi her türlü imkânı hazırlayan, bunun için servetler harcayan, hiçbir türlü fedakârlıktan geri durmayan ve dünyanın dört bir tarafına bu güzellikleri götüren fedakâr iş sahipleri ve civanmert bir nesil var. Hem öyle bir nesil ki, bunların ayak sesleri artık 100 ülkeden geliyor.
Allah'a hamdu senalar olsun ki, bu ülkede ve bu güzelliklerin içinde bulunmayı Allah Teala bizlere de lütfetmiş. Gece karanlığında âlem tefekküre dalar. Allah'ın geceyi istirahat için yarattığından ötürü gecede sessizlik hâkim olduğu vakit, cırcır böceklerinin sesleri çok duyulur ve sanılır ki bunlar da bir şey yapıyorlar. Halbuki onlar bir şey yapmıyorlar, sadece karanlıktan istifade ederek varlıklarını hemcinslerine hissettiriyorlar. Söylenecek çok söz var fakat anlayanlar için bu kadarı bile fazla.

Dr. Ali Bayram, Haber Aktüel    


gulenbewegung.blogspot.com

Flautre: Gülen'le ilgili sözlerim çarpıtıldı

Flautre 

"Türkiye'de yargı ve basın üzerinde Fethullah Gülen'in baskısının çok büyük olduğu" şeklindeki sözleri yalanladı

Yazılı bir açıklama yapan Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Helene Flautre, Strasburg'da yapılan bir konferansta sarf ettiği sözlerinin "çarpıtılmasına şiddetle karşı olduğunu" ifade ederken, aynı haberde yer alan gazeteci Nedim Şener'le 10 gün önce telefonla görüştüğü ifadelerinin de "kesinlikle gerçek dışı" olduğunu ifade etti. Açıklamada, Flautre'unErgenekonve Balyoz davalarını Türkiye'de hukukun üstünlüğü ve ülkenin demokratikleşmesi için "çok mühim fırsat" olarak gördüğü vurgulandı.

Fluatre'un ofisinden yapılan yazılı açıklamada haberin düzeltilmesi istenirken, "Sn. Flautre'un açıklamalarını istismar etmeyi durdurun." denildi.

Flautre'un konferanstaki beyanlarının Türkiye'deki basın hürriyetinin genel sorunları ile ilgili olduğu belirtilen açıklamada, sadece AK Parti'ye ideolojik olarak uzak olan gazetecilerin değil AK Parti'ye yakın gazetecilerin de, Ergenekon'u, Gülen'i ve Kürt meselesini araştıran gazetecilerin de baskı altında olduğunu ifade ettiği belirtildi.

Flautre'un konferansta Şener ve Şık'tan bahsettiğini ifade eden açıklama, tutuklanmalarının Gülen hareketine ilişkin yazdıkları ile ilgili olarak yorumlanabileceğini kaydettiği belirtildi.

Ergenekon ve Balyoz darbe planlarına da atıf yapılan açıklamada şöyle denildi: "AP raporunda ifade edildiği gibi Ergenekon ve Balyoz gibi darbe planı olduğu iddia edilen davalar Türkiye'de hukukun üstünlüğünün kuvvetlendirilmesi ve ülkenin demokratikleşmesi için çok mühim fırsatlardır ve bu yüzden demokratik kurumların ve yargının bağımsız, şeffaf, uygun ve güçlü şekilde işlediğini göstermelidir."

CİHAN

gulenbewegung.blogspot.com

İzmir'de Gülen İzdihami Yasandi....!

İzmir'de Gülen İzdihamıAmerikalı sosyolog Prof. Helen Rose Ebaugh'un 'Gülen Hareketi' adlı kitabı İzmir'de izdiham yarattı. İzmir Kültürlerarası Diyalog Merkezi'nin davetlisi olarak gelen Ebaugh, Forum Bornova AVM'de kitabını imzaladı, çoğunluğu kadın okurlar uzun kuyruklar oluşturdu.
Ebaugh, "Beni bu çalışmaya iten en önemli sebep insanların adanmışlıklarıydı. Şu an burada da bunun bir örneğini görebiliyoruz. Artık kendimiz gibi olmayan insanlarla iletişim kurmamız gerektiğini öğrenmemiz lazım. Ben sosyolojik açıdan bu anlamdaki çalışmalarıma devam edeceğim" diye


Aksam Gazetesi

http://gulenbewegung.blogspot.com/

ABD Kongresi'nde Dünya Gençlerine Ödül

ABD Kongresi'nde Dünya Gençlerine ÖdülEnstitüsü ve Rumi Forum tarafından 50'den fazla ülke ile ABD'nin 35 eyaletinden lise öğrencilerinin katılımıyla düzenlenen uluslararası kompozisyon yarışmasının sonuçları açıklandı.
Dereceye giren 36 genç, ABD Kongresi'nde yapılan törenle beş Amerikalı milletvekilinin ve diplomatik misyon temsilcilerinin elinden ödüllerini aldı. 'Diplomasi mi, savaş mı? Demokrasi mi, darbe mi?' sorusuna cevap arayan 600 kompozisyon arasında birinciliği Singapur'dan Liu Mi Ru kazanırken, ABD'den George Papademetriou ikinci, Kanada'dan Milly Wang üçüncü oldu. Birinciye 4 bin, ikinciye 2.500, üçüncüye 1.000 dolar ödül verildi. Kongre üyesi Sheila Jackson Lee, Gülen Enstitüsü'nün dünyada diplomasi ve demokrasi fikrini güçlendirdiğini söyledi. Kur'an-ı Kerim yakan Amerikalı rahip Terry Jones'u eleştiren Lee, tepkisini şiddet yoluyla gösteren Müslümanlara da itidal çağrısı yaptı.

gulenbewegung.blogspot.com

Donnerstag, 7. April 2011

Türkiye'nin Asya Açılımına Yönelik Strateji Gerekiyor

İbrahim Öztürk, Zaman
İbrahim Öztürk
Çok yoğun geçen bir günün ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, dün gece geç saatlerde bu sefer içinde benim de olduğum bir grup akademisyen ve gazeteciyi kabul etti. Görüşmede Devlet Bakanı Prof. Mehmet Aydın ve Gül'ün danışmanı Prof. Dr. Mustafa İsen de hazır bulundu. Konu, Türkiye'nin Endonezya ve Asya'ya açılım stratejileri üzerineydi. Gerçekten bu konuda 'parça başı', tekil, ya da perakende çözümler ile zaman kaybetmeden bir an evvel yapılandırılmış, stratejilendirilmiş bir süreç gerekiyor. Kültür-bilim-teknoloji ayağında Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK ve TÜBİTAK, ekonomik açılım ayağında da DTM-TİM-DPT vs. devrede olmalı.
'Komşularla sıfır sorun stratejisi' ile çevremizdeki ülkelerle yaşanan benzer ve Afrika açılımında olduğu gibi eyleme dönüştürülmüş bir yol haritası gerekiyor. Ancak Asya maalesef Türklerin zihninin köşesinde bile bulunmuyor. Her biri adeta bir 'cari açık canavarına' dönen fasoncu ve komisyoncu büyük sermaye bu işi geçmişte yapmadı. Artık iş Anadolu sermayesinin omuzlarında. Onların da bir an evvel bilgi ve görgüleri artırılmalı.
İşte Cumhurbaşkanı'nın önderliğindeki gezilerin böyle bir boyutu da var. Uçakta baktım; Beyaz Türklerle tabiri yerinde ise makarnacı, uncu, mermerci yan yana idi. Ben bu sinerjiden yeni sonuçların çıkacağını düşünüyorum.
Nitekim MÜSİAD buraya 1996 yılından beri geliyor. TUSKON ise son yıllarda ancak çok organize ve hızlı bir şekilde devreye girdi. Bu arada geziye TİM-MÜSİAD-TUSKON kardeşliği damga vuruyor. Bunun anlamı Türkiye'nin Ankara'ya sığmadığı, yeni Türkiye'nin açılımını Soğuk Savaş ve darbe döneminin hantal ve soğuk yüzlü kurumlarının değil, millet iradesine dayalı gerçek sivil toplum hareketlerinin gerçekleştirdiği.
Endonezya gezisi aslında işadamlarından ziyade iki devlet arasında yapılmamış birçok anlaşmayı içeren bir devletlerarası resmi ziyaretti. Nitekim Gül, birçok alanda işbirliğinin önünü açacak protokol ve alt protokolleri imzaladı. Savunma sanayiinden ekonomiye kadar geniş bir alan. Zaten savunma, gemicilik ve enerji alanında kısaca 'büyük ölçekli' diyeceğimiz anlaşmalar da imzalandı.
Her zamanki taktiğim gereği Jakarta çarşı-sokaklarına daldım. Gittiğim şehrin ruhunu yakalamak için bu benim başvurduğum yöntemlerdendir. Arka sokaklara sarkıp kaybolacaksın. Kesinlikle taksici muhabbeti yapacaksın, çarşı pazarda dolaşıp alışveriş yapacaksın. Türkler gibi havalimanına iner inmez Türk restoranı aramaya koyulmadan yerel mutfakla bir yerlerde kesişeceksin.
Jakarta beklemediğim kadar gelişmiş ve modern bir şehir. Nispeten planlı ve yeşili korunmuş. Endonezya son hızla geliyor. 550 milyar dolar milli geliri ile hemen arkamızda. 120 milyar dolarlık rakamla ihracatı gelip bizi geçmiş. 250 milyonluk dev pazar ve kişi başına milli gelir şimdilik 2.500 dolar. Çok büyük, hâlâ çok fakir ve kırılgan bir istikrar var. Jakarta'nın sadece 30 dakika dışında başlayan 'Afrika manzaraları' durumu yeterince gösteriyor.
Cumhurbaşkanımız ile birlikte ziyaret ettiğimiz Türklerin kurup işlettiği Karizma Bangsa Küresel Eğitim Kurumları sürdürülebilir bir 'açılım stratejisinin' nasıl olacağını gösteriyor. Nesilsiz ve kültürsüz bir açılım olmaz. Bırakın dışa açılmayı, kendi halkınıza bile açılamaz ve yönetemezsiniz. 1993 yılında yola çıkan hizmet kervanı, 24 adet okul, yurt, kültür merkezleri, hamiyetperver Anadolu insanının ötelere adanmış gayretleri ile devam ediyor. Temiz çocuk yüreklerine atılan tohumlar bin yıllık bir çınar gibi kökleri arzın derinlerine giderken, dalları da dua için semaya açılıyor.
Yol uzak ve maliyetli. Kültür, iş yapma teknikleri, zevkler ve tercihler farklı. İnsanlar çok candan, güler yüzlü, oldukça mülayim ve bir de benim gibi Laz tipi adamın sabır küpünü çatlatacak kadar da uyuşuk. Buralarda gel-git yaparak değil de işbirliği halinde, maliyeti ve sıkıntıları paylaşılmış, kalıcı olarak açılmış olmak gerekiyor.

İbrahim Öztürk, Zaman    

fgulen.blog.de

'İmamın Ordusu' Hakkında Ne Düşünüyorum?

Şahin Alpay, Zaman
Şahin Alpay
Geçen hafta Brüksel'de görüştüğüm AB parlamenterleri ve yetkililerinin Fethullah Gülen hareketi ile ilgili sorularına da muhatap olduğumu tahmin edersiniz. Gülen hareketinin Türkiye'de polisi, savcıları ve yargıyı ele geçirdiğine dair iddialar hakkında ne düşünüyordum? Ergenekon davası, AKP hükümetine karşı muhalefeti susturmak için, polis ve yargıdaki Gülen yandaşları tarafından uydurulmuş bir dava mıydı? Ahmet Şık bu gerçekleri ortaya çıkaran "İmamın Ordusu" adlı kitabı yazdığı için mi tutuklanmış, söz konusu kitap bunun için mi basılmadan yasaklanmıştı? Bu sorulara verdiğim cevapları okurlarla paylaşmak istiyorum.
Bir: Sekiz yılı aşkın bir süredir Zaman'da yazıyorum. Bu gazete Gülen hareketinin manevi desteğiyle çıkıyor. Görüşlerimi sakınmak gibi bir adetim olmadığı için Gülen ile ilgili fikrimi ilk kez 1995 yılında, Milliyet gazetesinde çıkan "Hocaefendi'ye saygı" başlıklı yazı ile dile getirdim. Görüşlerim değişmedi, pekişti.
İki: Türkiye'de İslamofobi (İslam korkusu) Avrupa'da olduğu ölçüde yaygın olmayabilir, ama bazı kesimlerde hayli güçlü. Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana elitlerin bir kesimine, özellikle de asker ve sivil bürokrasiye hakim anlayışa göre, İslam devlet tekeli ve denetimi altında tutulmadığı, dini özgürlükler kısıtlanmadığı, dini akımlar baskı altında tutulmadığı takdirde, Türkiye Suudi Arabistan'a ya da İran'a benzeyebilir. Bunun için İslam'ın halk yorumları olan tarikatlar 1925'ten beri yasaklı, Alevilik bunun için resmen tanınmamakta, dini toplulukların tüzel kişilik kazanmalarına izin verilmemekte. Oysa Türkiye çoğunlukla dindar bir toplum. Bütün yasak ve baskılara rağmen tarikatlar, onlardan kaynaklanan cemaatler ve inanç-temelli toplum hareketleri, çoğu modernleşmeye ayak uydurarak canlılıklarını korumakta. İnanç temelli bir toplum hareketi olan Gülen hareketinin yaygınlığı, pozitivist ve İslamofobik elitleri ürkütüyor.
Üç: Bilimsel düşüncenin gelişmediği Türkiye'de komplo teorileri, yani yaşanan olayların ardında her şeye kadir bir oyuncunun olduğuna dair inanç çok yaygın. Bu oyuncu emperyalizm, komünistler, Siyonistler, vesaire olabiliyor. Türkiye bugün askeri-bürokratik vesayet altında olan türden bir demokrasiden Avrupa normlarında bir demokrasiye geçişin sancılarını yaşıyor. Toplum demokrasi isteyenler ile vesayetçiler arasında kutuplaşmış durumda. Birinciler arasında her taşın altında "derin devlet"i ya da Ergenekon örgütünü, ikinciler arasında da, "Fethullahçılar" diyerek akıllarınca aşağılamaya çalıştıkları, Gülen hareketini görme eğilimi yaygın.
Dört: Gülen, modernleşmeyi, yani demokrasiyi, inanç özgürlüğü anlamında laikliği, temel hak ve özgürlükleri, farklı inanç ve yaşam tarzlarına saygıyı, piyasa ekonomisine dayalı kalkınmayı destekleyen; din ile bilimi birbirine tamamlayıcı gören; İslam'ın manevi ve sosyal yönünü vurgulayan bir din bilgini. Sevenlerine şirketler, okullar, hastaneler, yardım kuruluşları örgütleyerek halka ve insanlığa hizmeti telkin ediyor. Her zaman yasalara bağlılığı, meşruiyeti savundu. Modernleşme sürecindeki Türkiye toplumunda büyük itibar kazanmasının sebebi bunlar. Ama pozitivist ve İslamofobik zihinler, dinin olumlu bir rol oynayabileceğini asla kabul edemedikleri için, neredeyse her kötülükten Gülen hareketini sorumlu tutmakta.
Beş: Ergenekon davası asla, AKP hükümetine karşı muhalefeti susturmak için uydurulmuş bir dava değildir. Yürütülmesinde hukuk devleti ile çelişen uygulamaların ortaya çıkmış olması, bu davanın ülke tarihinde ilk kez darbe kışkırtıcı ve girişimcilerinden hesap sorulması açısından büyük önem taşıdığı gerçeğini bir nebze dahi gölgelemez. Toplumun her kesiminde olduğu gibi bu soruşturmada görev alan polis, savcı ve yargıçlar arasında Gülen'e saygı duyanlar olabilir. Ama bunların hepsinin Gülen'den veya hareketinden emir aldıkları iddiası ne mantıkla bağdaşır, ne de davayı kundaklamaktan başka bir amaç taşır.

Şahin Alpay, Zaman

fgulen.blog.de

Hocaefendi

Hasan Celal Güzel, Vatan
Hasan Celal Güzel
Onu 70'li yılların başında tanımıştım. Ankara'da Yukarıayrancı'da bir dostun evinde sohbetinde bulunmak nasip olmuştu. Daha çok gençti. Lâkin, ilmi, konulara hâkimiyeti ve zekâsı karşısında hayran kalmıştım. Kendi hâlinde bir medrese hocası veya tarikat şeyhi gibi değildi. Cerbezeli bir mânâ ve gönül adamıydı. Dini konularda vukufiyeti kadar dünyevi konularda da hâkimiyeti vardı. Aradan geçen kırk yıla yakın zamanda, müteaddit defalar sohbetinde bulunma mazhariyetine eriştim. Bence Fethullah Gülen Hocaefendi, Türkiye'de ve dünyada, dini, sosyal ve kültürel bakımdan son kırk yılın en müessir şahsiyeti olmuştur. ABD'li sosyolog Prof. Helen Rose Ebaugh, 'Gülen Hareketi' adlı kitabında, 'Bu görüşmelerden anladım ki, bu hem bir Türk hem de bir İslâm hareketi. Sayın Gülen yeni bir şey sunuyor. Bu insanlara kendi tarihlerini sunuyor.' Siyaset sosyoloğu Prof. Elizabet Özdalga ise Gülen Hareketi'ni 'Osmanlı'nın Dadaş Stili' olarak tarif ediyor. Gerçekten de o bir Müslüman Türk... onda Erzurumlu Dadaş'ın şuurunu, Alvarlı Mehmet Efe'nin üslûbunu, Bediüzzaman'ın nûrunu görüyorsunuz.
Ben bir cemaat ehli değilim ama cemaatlere hep sempatiyle baktım. Zira cemaatler, en önde gelen sivil toplum kuruluşlarıdır. Demokratikleşmeyi ve demokratik katılımı, İslâm toplumlarında en iyi şekilde cemaatler ile gerçekleştirirsiniz.
Dünkü Star Gazetesi'nde, Andy-AR kamuoyu şirketinin yaptığı araştırmaya göre, Türkiye'nin cemaatlerle barışık olduğu açıklanıyor. Hocaefendi ve ekolünü de Türk toplumu bağrına basmıştır. Bir avuç ulusalcı, jakoben, militarist vesayet taraftarı haricinde, herkes onu ve bakış açısını anlamıştır ve muhteşem icraatını heyecanla takip etmektedir.
* * *
Hocaefendi, Türkistan'lı Ahmet Yesevi Hz'nin günümüzdeki 'hayrülhalefi'dir. Nasıl Ahmet Yesevi, yetiştirdiği alperenleri Anadolu'ya göndermişse, Hocaefendi de yetiştirdiği bugünün alperenlerini, başta Türkistan ve Orta Asya olmak üzere beş kıtada dünyanın her tarafına göndermiş; ilim, irfan, ahlâk, inanç, kardeşlik ve barış için çalışmıştır.
Onun sadece son yirmi yılda gerçekleştirdiklerini özetin özeti olarak sıralayalım: Türkiye'de, binlerce anaokulu, ilköğretim okulu, lise, kolej, üniversite, dershane, okuma salonunda, on binlerce öğrenci; yurt dışında, 125 ülkede 1250 adet her dereceden okul ve üniversitede on binlerce öğrenci, ayrıca çok sayıda 'diyalog merkezi'. İdeolojik sebeplerle okul açılmasına izin verilmeyen İran ve Suudi Arabistan dışında, 7 milyondan fazla nüfuslu her ülkede okul bulunuyor.
Milli Eğitim Bakanı iken, Afganistan'da, bütün devlet imkânlarını kullandığım halde, bizzat uğraşarak ancak iki okul açabilmiştim. Devlet bürokrasisi bu kadar yapabildi; lâkin Hocaefendi, milletin, kökü asırlar öncesine dayanan inancını ve hamiyetperverliğini harekete geçirerek bütün dünyada binlerce okul açmaya ve eğitimlerine en iyi şekilde devam etmelerini başarmaya muvaffak oldu.
Bugün bilir misiniz ki; Denizli, Gürcistan'daki; Adana, Yemen ve Senegal'deki; İzmir, Nijerya, Arnavutluk ve Kazakistan'daki; Hatay, Ürdün'deki; Osmaniye, Filipinler'deki; Rize, Batum'daki, Frankurt, Etiyopya ve Güney Afrika'daki okulların sorumluluğunu üstlenmiş bulunuyor. Bu listeyi sayfalarca sıralayabilirsiniz. Bundan daha muhteşem ve mânâlı bir organizasyon düşünebilir misiniz?
Bu okullarda bayrağımız dalgalanıyor, Türkçe öğretiliyor. Bu sayede 'Türkçe Olimpiyatları' düzenleniyor. Her biri birer alperen olan öğretmenler hem son derece kaliteli bir eğitim ve öğretimle öğrencilerini yetiştirirken hem de Türkiye'yi, İslâm ve Türk kültürünü tanıtıyorlar.
* * *
Hocaefendi'de Osmanlı'nın geleneksel İslâm anlayışı var. Ona göre, beşeriyette ortak payda 'insanlık'... Özellikle ABD'de ve Avrupa'da açtığı 'diyalog merkezleri'nde, farklı dinlerden kişiler bir araya gelebiliyorlar. Hocaefendi, âdeta tek başına İslâm'ı ve Türk'ü tanıtıyor.
Fethullah Hocaefendi, Nobel Barış Ödülü'nü herkesten çok hak etmiş bir bilge kişidir. Onu artık dünya tanıyor ve takdir ediyor.
* * *
Şimdi sormak istiyorum: Hocaefendi bu faaliyetlerini mi askıya alıp dondursun?..

Hasan Celal Güzel, Vatan    

fgulen.blog.de

Dokunan Yanmıyor, Yananlar Dokunuyor!

Cemal Uşşak, RotaHaber
Cemal Uşşak
Daha önce bu sitede yazdığımız gibi, dünün komünizm ve irtica tehdidinin yerini artık “cemaat” aldı. Tehditsiz ve düşmansız yapamayanlar, içinde oldukları illegal pislikleri kamufle etmek için, gayet de verimli (!)olarak “cemaat” şalını kullanıyor. Neredeyse, adi geçimsizlik yüzünden mahkemeye başvuran birileri dahi, “cemaat aramızı açtı” diye gerekçe ileri sürecekler.
Tehditsiz ve düşmansız yapamayanlar, içinde oldukları illegal pislikleri kamufle etmek için, gayet de verimli (!)olarak “cemaat” şalını kullanıyor. Neredeyse, adi geçimsizlik yüzünden mahkemeye başvuran birileri dahi, “cemaat aramızı açtı” diye gerekçe ileri sürecekler.
Çelişkili beyanları gün yüzüne çıkmaya başlayan gazeteci Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın Ergenekon davası; Hanefi Avcı’nın da “Devrimci Kararğah Örgütü Davası” kapsamında tevkif edilmesi üzerine, mesnetsiz bir iddia piyasada dolaşmaya başladı: “Cemaate dokunan yanıyor.”
Hanefi Avcı’nın kitabını ve suçlamaları; özellikle kitabında bir yama gibi iğreti duran ve cemaati suçlayan ikinci bölümü dikkatli ve insaflı bir şekilde incelediğinizde varacağınız nokta şudur: Beyefendi, başkaca ilişkileri dolayısıyla zaten yanmış da; adeta bir korunma kalkanı olarak cemaate dokunmuş.
Malatya Zirve Kitabevi davası; daha açık ifadesiyle Protestan rahiplerin öldürülmesi davasıyla irtibatlı olarak evi aranan ve ifadesine başvurulan, ilahiyatçı Prof. Zekeriya Beyaz da benzer bir korunma kalkanına başvurmamış mıydı: “Ben Said Nursi üzerine kitap yazmakta idim. Haber aldılar ve ondan dolayı üzerime geldiler.”
İnsaf be Hoca! Sen daha önce Merhum Bediüzzaman ve eserleri üzerine bir şeyler yazmamış mıydın ve hatta televizyon ekranlarına çıkıp, bu hezeyanlarını kitlelere duyurmamış mıydın? O zaman evin aranmadı, şimdi aranıyorsa bunun başka bir sebebi olmalı değil mi ?
Silivri Cezaevi önünde protesto eylemine katılan Zatıaliniz (!) başta olmak üzere, kimi “Dinler tarihi” hocalarının Ergenekon başta olmak üzere, bazı derin yapılarla içli-dışlı olduğu; sık sık, “korunaklı mekanlar” a gidip, “derin brifingler” aldıkları, daha sonra da Fakültelerine dönüp, “Ülke gerçekleri üzerine, memleketimizin kaderinde söz sahibi olan Zevata brifing verdik” deyip tafra sattıkları hiç de sır değil.
Bu ilişkiler, o kadar aşikâr idi ki, İlahiyat Fakültelerinin kapalı kapılarından dışarı da taşmıştı. Her ne ise, konumuz “Ava gidenlerin” nasıl avlandığı değil, bu ve benzeri ilişkilerle yananların, cemaate dokunduğu meselesi idi.
Sormak gerekiyor ( biz de soruyoruz), eğer cemaate her dokunan içeri alınıyorsa; yıllar önce konu üzerine kitap yazan Nurettin Veren; Zübeyir Kındıra, Merdan Yanardağ ve Hikmet Çetinkaya neden dışarıda?
Elbette, kendimizi Ergenekon savcıları yerine koyacak değiliz ama düz mantıkla olayları anlamaya çalıştığımızda, işin içinde başka ilişkiler ağı olduğu anlaşılıyor.
Hayır! Hayır! Cemaate dokunan yanmıyor; bir şekilde yanmış olanlar cemaate dokunmaya başlıyor.
Fethullah Gülen Hocaefendi’ye, anlamsız ve anlaşılmaz bir üslubla, “cemaatin faaliyetlerini durdurma” tavsiyesinde bulunan Sayın Devlet Bahçeli de; CHP’nin kimi ateşin milletvekilleri de, siyasi Kürtçülüğün kimi ileri gelenleri de bir bakıma bu ifadenin şümulüne giriyor.
Siyasi zeminlerinin günden güne AKP’ye doğru niye kaydığı ve seçmen karşısına inandırıcı politikalarla niye çıkamadıkları üzerine derin derin düşünmesi gerekenler, ucuz, kolay ama asla inandırıcı olmayan bir yolu seçiyorlar: Cemaate ve onun önderi Hocaefendi’ye hücum etmek.
Ama ayıp oluyor beyler! Önce kendi çevrenize baksanız iyi olmaz mı?

Cemal Ussak, Rotahaber
fgulen.blog.de

Gülen Hareketi 11 Eylül'ü Değiştiriyor

Gülen Hareketi 11 Eylül'ü DeğiştiriyorHouston Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Helen Rose Ebaugh, dünyada Fethullah Gülen'in hizmetlerini tanıyan insanların "Müslüman-terörist" anlayışının değiştiğini söyledi.
Ebaugh, Denizli Teraspark AVM'de NT mağazalarının düzenlediği "Gülen Hareketi" adlı kitabının imza gününde okuyucularıyla biraraya geldi.
Kitabının 32. baskısını alan okurlarla tercüman aracılığı ile sohbet eden Ebaugh, Denizli'de yoğun ilgi ile karşılandı. Kitapseverler, Ebaugh'un, aldıkları kitabı imzalaması için AVM içinde uzun kuyruklar oluşturdu.
Kitabının dünyada ve Türkiye'de birçok eleştiri aldığını ifade eden Ebaugh, eleştirilerin özellikle yurt dışında yavaş yavaş yok olduğunu belirterek, şöyle konuştu:
"Kitabım ile ilgili eleştiriler yurt dışında yavaş yavaş yok oluyor. Çünkü insanlar bu hizmeti daha önce tanımıyorlardı. Müslümanların birçok yerde terörist olduğunu sanıyorlardı. Yazdığım kitabı okuyan insanların Müslümanların terörist olduğuna dair izlenimleri değişiyor. Bu kitapla beraber, birçok insan gerçekleri bu kitapla tanımaya başlıyor. Gülen Hareketi ilk defa birçok yerde bu kitapla beraber öğrenilmeye başlandı."
Ebaugh, Denizlilerin kitabına ilgi göstermesinden duyduğu memnuniyeti de dile getirerek, "Buradaki kalabalık beni çok mutlu ediyor. Beni yalnız bırakmadıkları için Türk halkına teşekkür ediyorum" şeklinde konuştu.
Bu arada, NT mağazasında bulunan 2 bin 500 kitabın kısa sürede tükendiği bildirildi.

Anadolu Ajansi
fgulen.blog.de

Mittwoch, 6. April 2011

'Gülen'e Yönelik Eleştiriler İdeolojik'

Houston Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Helen Rose Ebaugh, Türkiye'de Fethullah Gülen'e karşı yapılan eleştirilerin tamamen ideolojik korkulara dayalı olduğunu söyledi.
Helen Rose Ebaugh: Gülen'e Yönelik Eleştiriler İdeolojik
Antalya Kültürlerarası Diyalog Merkezi'nin düzenlediği "Gelişen Türkiye'de Sivil Toplum Hareketleri: Hizmet Hareketi" isimli konferansa katılan Prof. Dr. Ebaugh, işadamlarına Gülen Hareketi'ni anlattı. Eleştiri olarak dile getirilen hareketin şeffaf olmadığı, askeriyeye, hükümete ve polise nüfuz etmeye çalışıldığı iddialarının gerçeği yansıtmadığını dile getiren Prof. Dr. Ebaugh, "Araştırmalarımda bu niyetlerle hareket arasında herhangi bir bağlantı tespit edemedim. Bu hareketi eleştirenlere de, bu niyetle hareket arasında bağlantı olup olmadığını sordum. 'Yok' dediler. Dolayısıyla bu eleştiriler gerçek veriye ve kanıta dayalı değil." diye konuştu. Yapılan eleştirilerin tamamen ideolojik korkulardan kaynaklandığını vurgulayan Prof. Dr. Ebaugh, şöyle devam etti: "Bu hareketin sadece kendine ve bağlı olan gönüllülerine, öğrencilerine önem verdiği yönünde de çekinceler var. Bu doğru değil. Okullarda öğrencilerin en az yüzde 20'si burs alarak okuyor. Dünyadaki okulları ve kurumları ziyaret ettiğimde bunu gördüm."
Gülen Hareketi'nin başarısından hiç şüphesinin olmadığını kaydeden Prof. Dr. Helen Rose Ebaugh, şöyle konuştu: "Bence bu hareketin başarılı olmasının sebebi, benzersiz olması. Hareketi demokrasiye, çağdaşlaşmaya, eğitime ve diyaloğa teşvik etmesi başarılı kılıyor." Gülen Hareketi'ni Türkiye'nin dışında da yakından takip ettiğini, Türkiye'nin dışına çıkmaya başladığı 1990'lardan beri araştırmaya çalıştığını ifade eden Ebaugh, hareketin 120 ülkedeki okul ve 180 ülkedeki diyalog merkezleriyle küresel bir boyut kazanmaya başladığına dikkat çekti. Hareketin gücünün gönüllülerinin yapmış olduğu iyi çalışmalardan kaynaklandığını dile getiren Prof. Dr. Ebaugh, "Avustralya'ya, Brüksel'e, Paris'e, Londra ve Amsterdam'a gittim. Bu yaz İspanya'ya gideceğim. Orada okul yok; ama diyalog merkezleri var. Bundan sonra Gülen Hareketi'ni küresel bir hareket olarak incelemeye başladım. Gülen Hareketi'nin küresel olma potansiyeli var. Bence küresel olmaya da başladı. Küresel barışın tesis edilebilmesi amacıyla en önemli hareketlerden birisi. Gülen dünya barışının tesis edilmesinde önemli bir öncü niteliğinde." tespitlerinde bulundu. Gülen Hareketi'nin yaptığı en önemli çalışmalardan birisinin de Türkiye'nin dünyaya tanıtılması olduğunu anlatan ünlü sosyolog, bu hareket sayesinde Avrupa'nın Türkiye'yi daha çok fark etmeye başladığını kaydetti.

fgulen.blog.de

"Medya, Değerlere Saygılı Olmalı"

Medya, Değerlere Saygılı OlmalıEndonezya'da Fethullah Gülen Kürsüsü ve Fountain Dergisi işbirliği ile organize edilen iki panel büyük katılımla gerçekleşti. "Medya ve Değerlerimiz" konulu panele Philedalphia Lutheran Üniversitesi'nden Dr. Jon Pahl, Northern Iowa Üniversitesi'nden Dr. Radhi al-Mabuk ve Fountain dergisi editörü Hakan Yeşilova katıldı. 30 ve 31 Mart tarihlerinde Endonezya'nın UIN Syarif Hidayatullah Devlet İslam Üniversitesi'nde ve Jakarta Devlet Üniversitesi'nde organize edilen programların her birine öğretim üyeleri ve öğrencilerden oluşan yaklaşık 300 katılımcı iştirak etti.
Jakarta Devlet Üniversitesi Rektörü Dr. Bedjo Sujanto, misafirleri kabulünde, panelin konusunun günümüz dünyası, özellikle de Endonezya adına çok önemli olduğunu belirterek medyanın özellikle gençler üzerinde çok müessir olduğunu ve maalesef günümüzde negatif tesirin pozitiften daha büyük olduğunu söyledi. Medyanın manevi değerlere saygılı, kişilik haklarına riayet eder yayın ve yayımlarda bulunması için her türlü gayreti takdir ettiğini dile getirdi.
Dr. Pahl sunumunda, medyanın gücüne işaret ederek, medyanın günümüz insanının yaşama tarzının, hatta değer yargılarının değişmesine vesile olduğunu dile getirdi.
Dr. Al-Mabuk, her toplumun kendine ait değerleri olmakla birlikte, evrensel insani değerlerin önemine işaret ederek, medyanın bu değerlere saygılı olması gerektiğini belirtti. Günümüzde medyanın hayatımızda vazgeçilmez bir yer aldığını, ancak onu kullanırken insani değerlerimizi yok saymanın doğru olmadığını ifade etti. Konuşmasında Fountain'in çok güzel çalışmaları olduğunu söyleyip bazı örnek yazılar takdim ederek, kendisinin de bir akademisyen olarak Fountain'dan çok istifade ettiğini dile getirdi.
Panelde söz alan Hakan Yeşilova, Fountain dergisi olarak müspet hareket etmeye azami gayret gösterdiklerini, bunu yapmanın ise çok zor olduğunu belirtti. Yeşilova, Fountain'in Türkçe versiyonu "Sızıntı"nın 1979'dan bu yana, bilim ve maneviyatın birbiriyle çatışmadığını, ahlakın her toplum için önemli olduğunu, bilimsellik adına dinsiz bir anlayışın yanlış olduğunu ısrarla vurgulamaya çalıştığını belirtti. Medyada müspet hareketin gerçekten zor olduğunun altını çizen Yeşilova, çarpışma üslubunun, spekülatif yaklaşımların daha cazip olduğunu, ancak üslup olarak bunları tasvip etmediklerini dile getirdi.
Programın organizatörlerinden Fethullah Gülen Kürsüsü Başkanı Dr. Ali Ünsal da, medyanın önemine vurgu yaparak, doğru ellerde büyük hizmetlere, yanlış ellerde ise büyük hezimetlere vesile olabileceğini belirterek, Fountain tarzında medyada doğruları konuşan, bilimi teşvik eden, bilimle dini barıştıran, seviyeli yayınlara büyük ihtiyaç olduğunu ifade etti. Ayrıca, bu tür yayınların bu paneller gibi değişik vesilelerle kitlelere tanıtımının da çok önemli olduğunu belirten Dr. Ünsal, Fountain dergisine katkılarından dolayı çok teşekkür etti. (Selim Çağlayan, Jakarta)

fgulen.blog.de

Gülen: Cemaat mi, Camia mı?

Hadi Uluengin, Hürriyet
Hadi Uluengin
Gülen hareketini ele almak için ilkin tanımlamalar konusunda anlaşmak gerekiyor. Böyle bir uzlaşma tartışmayı çok daha sağlıklı ve nesnel bir zemine oturtacaktır.
Çünkü aynı harekete yöneltilen belki doğru, belki yanlış; belki de yarı-doğru, yarı-yanlış son iddia ve ithamlar her şeyden önce bu tür bir lügat birliğini zorunlu kılıyor.
Şunu demek istiyorum:
Pennsylvania’daki kanaat önderinin manevi ve fikri kişiliği etrafında birleşen geniş kitleler acaba genelde dil pelesengi edildiği gibi “cemaat” özelliği mi yansıtıyorlar?
Yoksa aksine, “camia” kelimesini kullanmak daha mı uygun düşüyor?
Ben bu sonuncu tanımın doğru olduğuna inanıyorum ki hemen gerekçelerine geleyim.
Malûm, her iki sözcük de toplanmak anlamındaki “icma” fiilinden iniyor.
Arabî dilde yaşanmış evrim sürecini bilmiyorum ama aynı fiilden türeyen yukarıdaki “cemaat” ve “camia” kelimeleri Türkçede farklı anlam kazandılar.
İlkiyle esas olarak ibadethanedeki namazda alnı secdeye varan; topluca cuma hutbesi dinleyen yahut musalla taşı önünde “iyi biliriz” diye şefaat getiren müminleri kastediyoruz.
Artı, tanımı lâ-dini ve mecazi anlamda kullandığımız da oluyor. Marjinal bir komünist fraksiyonun kifayetsiz liderine biat etmiş küçük ve fanatik gruplara da “cemaat” diyoruz.
Yani “cemaat” sözcüğüyle önce zamanda ve mekânda belirli bir sınır çiziyoruz. Sonra kuralların varolduğunu çağrıştırıyoruz. Nihayetinde de sayıyı ve halkayı nispeten daraltıyoruz.
Buna karşılık “camia” derken çok daha başka bir şeyi tanımlıyoruz.
Öyle, çünkü zaten illâ uhrevi anlam ifade etmeyen “camia” sözcüğü “cemaat” kelimesine oranla hem sayıda çoğulluk, hem de yelpazede çoğulculuk içerir.
Nitekim minik bir fabrikada çalışan işçilere bazen “atelye cemaati” dediğimiz oluyor.
Buna karşılık geniş proleterler kesimleri birleştiren çatılara “sendikal camia” diyoruz.
Yahut doğru tercüme ettiğimiz takdirde eski İngiliz kolonilerinden oluşan uluslararası yapıyı; artı, Rusya’nın kullandığı federatif sıfatı yine “camia” diye nitelendirmemiz gerekiyor.
Dolayısıyla, yukarıdaki sayı arttıkça ve gövde genişledikçe, küçük “cemaat”lere özgü katı ve merkezi kurallar da ister istemez elâstikiyet ve adem-i merkeziyetçilik kazanıyor.
Yani her sosyal bünyede olduğu gibi nicelik belirli bir düzeye ulaştıktan sonra nitelik farklılığı mutlaka kendini dayatıyor ki, buradan itibaren de “camia”dan söz etmek gerekiyor.
Ancak doğru, tabii ki “camia” mensupları da yine ortak payda etrafında birleşirler.
Tamam da, meselâ “Beşiktaş” veya “ekolojistler camiası” dediğimiz zaman buradaki ortaklık yalnız bir futbol takımının veya bir çevreci hareketin taraftarlığıyla sınırlı kalıyor.
Siyah-beyazlılar asla tek bir partiye oy vermiyorlar. Ekolojistler de aynı balık kıyamını protesto ediyor olsalar bile bazıları deist, bazıları dindar inanç taşıyorlar.
O halde, sayıları milyonla ifade edilen ve ortak paydası Fethullah Gülen Hocaefendi’nin manevi önderliğini yine manen benimsemek; hatta belki yalnız barıştırıcı ve uzlaştırıcı söylemine sempati duymak olan geniş kitleler de bugün artık “cemaat” olarak adlandırılamaz.
Hem artı ve eksileri, hem de erdem ve zaaflarıyla bütün sosyal ve organik özelliklerini yansıttığı içindir ki, Gülen hareketi şimdi ancak geniş bir “camia” kelimesiyle tanımlanabilir.
Dolayısıyla da son iddia ve ithamları tartmak için önce bu heterojen niteliği saptamak; yani farklılıklardan, merkezkaç unsurlardan yahut başına buyrukçu elemanlardan arınmış dini, siyasi, askeri, kültürel vs. bir “camia”nın asla mevcut olamayacağını kabullenmek gerekiyor.
Yukarıdaki iddia ve ithamların doğruluğunu veya yanlışlığını gelecek hafta tartacağım.

Hadi Uluengin, Hürriyet    
fgulen.blog.de

Dienstag, 5. April 2011

Fethullahçılık, Kendini Kurtarmanın Yolu

Nazlı Ilıcak
Nazlı Ilıcak
Ahmet Şık'ın kitabı internete düştü. Bu konuda yazılanları okumuş biri olarak, bana ilginç gelmediğini söyleyebilirim; bilgiler eskilerin tekrarı mahiyetinde. Zaten, baştan beri, savcı Zekeriya Öz'ün, kitabın yayınını engellemek değil, Oda TV ile irtibatlı bir şekilde yazılıp yazılmadığını anlamak amacını güttüğünü vurguluyorum. Kitaptan ziyade, Ahmet Şık ile ilişkiyi gösteren ve Oda TV'de bulunan notlar önemli. "Nedim'e söyle Ahmet Şık'ı çalıştırsın... Sabri Uzun'dan bilgi alalım..." gibi notların yanı sıra, bir de, Sabri Uzun olduğunu tahmin ettiğim bir kişinin Ahmet Şık'a yazdığı notlar var. Meselâ, Uzun olduğunu sandığım kişi, Şık'a, "Ana mesajdan koptunuz. Ülkede kurgu Ergenekon operasyonunu yapan Cemaat çetesini anlatırken, Emin Aslan olayına girdiniz" diyor. Savcı, bu ve benzer talimatları Ergenekon'un verdiğini hesap ederek Ahmet Şık'ı sorguladı. Mahkeme de, onu, bu yüzden tutukladı. Kitabı gözden geçirdim. Sabri Uzun olduğunu sandığım kişinin uyarılarının gereği yerine getirilmemiş. Belki tamamlansaydı, o cümleler de kitapta yer alacaktı. İnternet ortamında yayınlanan sayfalarda "Düzmece Ergenekon", "Ergenekon hilesi" vs. gibi tanımlamaları içeren sözler yok. Ama 95. sayfada bir bölüm dikkatimi çekti. Ahmet Şık, 1999'da, Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral ve ekibinin hazırladığı Fethullahçı listesinin bir kişisel hesaplaşma olduğunu yazıyor: "Cevdet Saral ve Osman Ak'ın listeleri, her haliyle kişisel hesaplaşma kokuyordu. Kendi ikballerinin önündeki engeller olan başarılı meslektaşlarını, günün şartlarındaki en iyi yöntemle, Fethullahçılıkla suçlamışlardı."
Ahmet Şık, Uğur Dündar'dan da bir alıntı yapmış: "Emniyet teşkilâtında büyük huzursuzluğa neden olan Fethullahçılar listesi dikkatlice incelendiğinde, son dönemde mafya ve çetelerle mücadelede, eşi görülmedik başarılara imza atan bazı polis şeflerinin adlarının rapora monte edildikleri anlaşılıyor. Bu ekip, karalanarak pasifize edilmek isteniyor. Karalama yöntemi de, konjonktüre uygun olarak seçilmiş: Fethullah Gülen Cemaati'nde yer alıp, irticai faaliyette bulunmak. Yani rejim için tehlike ve tehdit oluşturmak..."
Ahmet Şık, Tuncay Özkan'ın o listeyle ilgili değerlendirmesine de kitabında yer vermiş: "Ankara'da hazırlanan Fethullahçı polisler listesinde, Emniyet Genel Müdürlüğü'nde daire başkanı olarak görev yapanlar, Alevi kökenli olanlar, Fethullah Gülen'den çok, Yeni Rakı'yı sevenler var. Ama hepsi Fethullahçı oluveriyor..."
* * *
Ahmet Şık'ın anlattıkları, bizim bugünkü düşüncemizi teyit ediyor. Polis içindeki rekabette herkes kendisini bir şekilde konumlandırıyor. "Fethullahçı olduğu için terfi etti" deniliyor, ya da "Fethullahçılarla işbirliği yapmadığından dolayı ayağı kaydırıldı" iddiası ortaya atılıyor. Bu tavra, kendilerini kurtarmak isteyen Ergenekoncular da destek veriyor. Çıkan her belge, "Fethullahçı çetenin işi" gibi gösteriliyor.
Meseleyi bir de şöyle düşünemez miyiz? "Fethullah'a dokunan yanmıyor", yananlar veyahut yasadışı yollara sapanlar, "Fethullah'a dokunarak" kendilerine taraftar toplamaya çalışıyor; meşru bir mücadelenin elemanı gibi kamuoyunun önüne çıkıyor. Aynı 1999'da Cevdet Saral ve Osman Ak'ın yaptığı gibi.

Bahçeli ve Gülen

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Fethullah Gülen'den faaliyetini askıya almasını istedi. Bu talep, okul ya da sağlık hizmetleriyle ilgili olamayacağına göre, demek emniyet ve yargıda cemaatin egemenlik kurduğu iddiasına inanıyor. Nedir iddia? "Suçsuz insanların üzerine giden, düzmece belgeler hazırlatıp, düzmece bir davanın açılmasına yol açan Fethullahçı polisler, askerler ve Fethullahçı yargı mensupları var."
Bahçeli demek istiyor ki, "Söyle ekibindeki askere, yargıca, emniyet mensubuna belge üretmesin, suçsuz insanları hapishanelere attırmasın."
Peki kim bu polisler ve savcılar? Somut bir bağlantı ortaya çıktı mı? Ben doğrusu bunu iyi niyetli bir çağrı olarak görmüyorum. Çünkü poliste ya da yargıda düzmece belge hazırlayanlar ve rövanşist duygularla hareket edenler olsa dahi, bunların emir-komuta zinciri içinde ve Fethullah Gülen'le bağlantılı olarak faaliyet göstermesi mümkün değil. Zaten, düzmece belgelerle, kurgu bir Ergenekon davasının yaratıldığını da hiç düşünmüyorum. Gülen'i ve Cemaat'e yakın kişileri tanırım. Onların, inançları gereği, kimseye iftira atmayacaklarını bilirim. İftira atmaktan ziyade, iftiraya uğradıkları kanaatindeyim. 1999'da, 500'ü aşkın emniyet mensubu benzer iddialara muhatap olmadı mı? O tarihte, bu listelerin uydurma olduğunu söyleyenler, hatta kendileri de o listelerde yer alanlar, bugün, maalesef herkesi "Fethullahçılıkla" suçlamaya başladı.

Nazlı Ilıcak, Sabah    
fgulen.blog.de

Resmî Rapor Yoktu Ama Soruşturma Açıldı!

Bülent Korucu
Bülent Korucu
Ahmet Şık'ın yazdığı ileri sürülen kitap, savcılığa göre ise iddia edilen Ergenekon Terör Örgütü'nün organizasyonunda üretilmiş örgütsel doküman internete düştü. Metin incelendiğinde bilgi olarak yeni bir şey bulunamıyor. Zihniyet ve mantık da 20 yıldır aşina olduğumuz çizginin dışında değil. Bu zihniyeti deşifre eden önemli ipuçları göze çarpıyor. "Resmî rapor yoktu ama soruşturma açıldı" ara başlığından sonra şu paragrafa yer veriliyor: "Aydınlık dergisinin yayımladığı habere dayanak teşkil eden resmî bir rapor aslında hiç olmamıştı. Teşkilat içinden birisi ya da bir iddiaya göre MİT, Aydınlık Dergisi'ne bir rapor varmış gibi gönderdiği ihbar mektubunun aynısını Teftiş Kurulu Başkanlığı'na da göndermişti." Varmış gibi gösterilen düzmece raporlarla açılan soruşturmalardan kaç insanın canı yandı acaba? Ahmet Şık, bu bilgiye rağmen söz konusu haberi 11 sayfa boyunca alıntılamış. Fethullah Gülen'e ve Emniyet Teşkilatı'na yönelik çok ağır suçlamalar, resmî bir rapora dayandırılıyormuş gibi ısrarla tekrarlanıyor.
"Cemaat soruşturması can simidi oldu" ara başlığıyla verilen bölümde ise Cevdet Saral ve ekibinin başlarını yakacak 'telekulak skandalı'nı örtbas etmek üzere nasıl hareket ettikleri kayda geçiriliyor: "Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral ve ekibi bu isteğin kendilerini kurtarabileceği düşüncesiyle hummalı bir çalışma başlattılar." Şık, Aydınlık'ın haberinde olduğu gibi burada da onlarca sayfa Saral'ın mesnetsiz suçlamalarını alıntılıyor. Kurulan altı kişilik komisyon okul yıllıklarından ve çevrelerinde gözlemledikleri 'namazında niyazında' ne kadar adam varsa listelediler. Listeler ve güya değerlendirme raporları fezleke haline getirilerek Ankara DGM Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunuldu. Nuh Mete Yüksel'in açtığı ve Fethullah Gülen'in beraatiyle sonuçlanan davanın temelini Saral'ın fezlekesi oluşturdu.
Şimdi daha kolay anlaşılması için bir özet yapayım: Aydınlık dergisi var olmayan düzmece bir raporu haber yapıyor. O yayın ihbar kabul edilerek Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral'ın yönetiminde soruşturma başlatılıyor. Saral ve ekibi için kaçırılmaz bir fırsat doğmuştur. Zira hem başlarındaki telekulak belasını unutturacak bir kamuoyu dalgalanmasına kavuşmuşlardı hem de İstanbul Emniyet Müdürlüğü hayallerinin önünde engel olarak gördükleri meslektaşlarını karalayacaklardı. Bu saiklerle hazırlanmış fezleke 10 yıl sürecek yargılamanın temelini teşkil edecekti. Yetmedi, 2011'de biri çıkıp aynı raporları bir araya getirerek yeniden yayınlayacak ve bunun adı gazetecilik olacak öyle mi? Ahmet Şık, davanın sonucunu hangi başlıkla vermiş dersiniz: 'Ecevit affıyla kurtuldu.' Yerel mahkemeden alınan beraat, Yargıtay'ın ilgili dairesinin oybirliği ile onaması, başsavcılığın talebiyle Ceza Genel Kurulu'nun yeniden görüşerek onamasının kılıfı da hazır: Emniyet'in olumlu raporu. Mahkeme ve Yargıtay, bütün delilleri bir yana bırakarak Emniyet'in ağzının içine bakıyormuş!
Savcılık ve mahkemenin Şık'la ilgili kararlarını dayandırdığı gerekçeleri henüz bilmiyoruz. Umarım iddianame çabucak ortaya çıkar ve bu tartışma biter. Ama o güne kadar Şık'ın gazeteciliğini ve ortadaki metnin 'kitap'lığını tartışmamız gerekmiyor mu? Nihayetinde Gülen de bir birey ve eşit haklara sahip değil mi? Defalarca aklandığı iddiaları sansasyonel biçimde ısıtıp ısıtıp yargısız infaz yapmaya kimin hakkı var?
Başta zihniyet dedim ya başka bir örnek vereyim. Önceki gün Sanem Altan, Vatan'da yazdı. Nedim Şener bütün laboratuvarlarda onaylanmış bir gerçeği neden saklıyor, AK Parti ve Fethullah Gülen'i bitirme planındaki imzanın Dursun Çiçek'e ait olmadığını niye savunmaya devam ediyor? Ahmet Şık mahkemede aklanmış suçlamaları araya kendini kurtaracak cümleler sıkıştırarak neden alıntılıyorsa, ondan herhalde!

Bülent Korucu, Zaman    
fgulen.blog.de

Bahçeli'nin Gülen Takıntısı

Ersoy Dede
Ersoy Dede
Bazı noktaların aydınlatılması bakımından Devlet Bahçeli'nin, bugünkü grup toplantısı büyük önem taşıyor. Bahçeli, son derece yakışıksız bir üslup ile Fethullah Gülen'i zan altında bırakacak sözler söyledi. Dahası doğrudan; "cemaat faaliyetlerini askıya alsın" diyecek kadar da ileri gitti.. Niye askıya alıyor faaliyetlerini? Efendim kimi davalarla cemaat ilişkilendiriliyormuş, yıpranmasın diyesiymiş.. meselenin özüne geçmeden önce Sayın Bahçeli'ye, kendi anladığı şekilde bir hatırlatma yapalım. Engin Alan'a, seçmenlerinizin gözünün içine baka baka törenle rozet taktınız mı? Balyoz davası sanığı. Öyle mi? Artık öyle anlaşılıyor ki, MHP'nin de 12 Haziran için milletvekili adayı. Rozeti bizzat genel başkan tarafından takıldığına göre, (olmaz ya, seçim kazanılır, hükümet kurulursa) en azından bakan adayı.. Güçlü bir destekle partiye geldiğine vurgu yapmak için çizdim bunun altını.. Hatırlatalım, Engin Alan, ünlü balyoz eylem planı devreye sokulduğu vakit, liderlerin toplanması gerektiği yönünde talimatı olan bir isim.. Şimdi bu faaliyetler içinde olmakla suçlanan bir isim MHP'nin güçlü pozisyonunda ise, Bahçeli'nin parti faaliyetlerini acilen askıya alması gerekir. MHP seçmeni zarar görür çünkü bu süreçten.. (!) Anladınız mı Sayın Bahçeli, yaptığınız yorumun sizdeki karşılığı neymiş.. Gelelim meselenin özüne.. Bir süredir Fethullah Gülen ile kavgayı pozitif katkıya dönüştürmeyi genel prensip olarak benimsediğini görüyoruz Bahçeli'nin.. Bu en hafif tabir ile, seçmenini tanımamasından kaynaklanıyor. Gerçekte Gülen'e sevgi ve sempatisi olan MHP seçmeni sayısının hiç de az olmadığını biliyor mu acaba? Şimdi burada işte iki yorum çıkıyor karşımıza.. Biri her ne pahasına olursa olsun, doğru bildiğini söyleyen bir Bahçeli yorumu ki, içeriği hatalı bile olsa sonuna kadar yanındayım. Destekliyorum. Hiçbir hesap yapmadan hatta sonucunu bile bile çıktıysa bu yola, sonuna kadar arkasındayım.. Voltaire ne demiş? "Sana katılmıyorum; ama fikrini söyleyebilmen için canımı veririm".. Amma unutma ki, sonunda baraj altında kalmak var, inandırıcılığını yitirmek var.. var oğlu var.. Adeta bir tür siyasi harakiri bu. İkinci yorum ise tabanındaki Fethullah Gülen algısından hakikaten haberdar olmadığı şeklindedir.. Eğer öyleyse, acilen teşkilatlarından bu konuda rapor istemesi lazım..
Gelelim Fethullah Gülen hakkındaki bir başka ülkücünün yorumuna.. Bakın ne diyor o ülkücü;
"Şahsi malı olarak bir dikili ağacı dahi bulunmayan, kendini ilime ve ilmin yayılmasına adamış, memleketimizin manevi dinamiği olan Hocaefendi, Avrupa'dan Yunanistan'a, Kanada'dan Yakutistan'a kadar yaptığı çalışmalar taktire şayandır. böyle muhterem bir zattır. Hocaefendi, Türk milletinin gönlünde hak ettiği tahtı kurmuştur. hiçbir zan ve iftira, onun bu durumunu sarsamaz." Daha da uzun da, bu kadarı aslında kâfi bence.. Kime ait bu sözler biliyor musunuz? Evet, tam tahmin ettiğiniz gibi Alparslan Türkeş'e.. Türkeş'in Hocaefendi hakkındaki çok sayıda sözlerinden sadece biridir bu. Ve ben de bu sözü bir video paylaşım sitesinde, bizzat kendi sesinden deşifre ederek naklettim buraya.. Sayın Bahçeli de dinlemek isterse seve seve gönderirim..
Son söz.. "Cemaat faaliyetlerini askıya alsın" dediğinizde, tam olarak neyin askıya alınmasını istediğinizi bilemiyorum. Türkçe olimpiyatları mı askıya alınsın, Türk okulları mı kapatılsın?.. Milyonlarca kilometre uzakta dalgalanan bayrağımız altında türkülerimizi söyleyen çocuklar gelsin gözünüzün önüne. Alsınlar mı faaliyetlerini askıya?.. Kalın sağlıcakla.

Ersoy Dede, Akit     
fgulen.blog.de

Montag, 4. April 2011

Fethullah Gülen Bu Ülkenin Neyi Oluyor?

Seçim yaklaşırken siyasiler seçmene selam çakmaya, bunu yaparken de birilerine en okkalısından küfürler savurmaya başladı. Ve her zamanki gibi geçmişi hatırlama özürlü bu şahısların hedefinde yine dini liderler listenin en başında yer aldı. Ne var ki İsa Gök’ün, meclisi seviyesiz tartışma programlarına çeviren bu türden girişimleri; Devlet Bahçeli’nin “Fethullah Gülen cemaat faaliyetlerini durdursun” tarzındaki yüksek perdeden emri arzu ettiklerinin aksine inançlı insanların cinlerini bir kez daha tepelerine çıkardı.
Neymiş de; gündemdeki davanın ilerlediği süreç Gülen’i töhmet altında bırakıyormuş. Yok ya! Yapılan onca haksızlıkların, millete komplo hazırlıklarının, ülkenin canına okuyacak darbe planlarının failleri ne altında kalıyor peki? Hiç yere ölen onca insan bu ülkenin neyiydi? Onlara ve ülkeye kıyanlar töhmet altında değil de onları düşünenler mi töhmet altında kalıyormuş acaba?
Bir de bu ülkede ne kadar suçlu, yüzsüz, hırsız, katil varsa hepsi nedense Fethullah Gülen ve cemaatle ilgili kitap yazmaya başladıkları için davalara konu olmuşlar! Kimi kandırıyorsunuz? Bir kendinize bir de sövüp saydığınız insanların bu ülke için neler yaptıklarına bakın!
Devlet Bahçeli, terörist başının kankası Yalçın Küçük’ten akıl alıyorsa, seçmenleri çok yakında ona en iyi dersi verecek, hiç kuşkusu olmasın! İsa Gök Silivri’den ilham alıyorsa halkın iradesi  seçimden sonra ona evde otururken daha fazla ilham kaynağı olacak!
Siyasiler bu milletin dinine, imanına, mukaddesatına saygı göstermeyi öğrenmeliler önce. Onları dinlemeyi, ne düşündüklerine önem vermeyi…
Peki, bu kadar hedefte tutulan Fethullah Gülen onlara göre neden suçlu acaba?
Şunlardan dolayı tabii ki:
  • Onlara göre halk hiçbir fikri olmayan bir yığın olarak kalmalı, onlar da bu yığını gönüllerince idare etmeliydi. Fakat Fethullah Gülen Anadolu’nun bağrından fışkıran bir efsaneyi canlandırdı, o yığının düşünen bir kitle haline gelmesine ilham kaynağı oldu.
  • Halk, sorgusuz sualsiz onların isteklerine boyun eğmeli, yaptıkları her şeye “eyvallah” demeliydi. Fethullah Gülen’den ilham alan gençlik yapılanları sorgulamaya başladı.
  • Halk okumamalı, iyi yerlere gelmemeli hep emir altında tutulmalıydı. Fethullah Gülen’in eğitim sevdasından ilham alanların açtığı eğitim kurumları sayesinde Anadolu’dan öğretmenler, doktorlar, avukatlar, hakim ve savcılar, hatta siyasetçiler çıkmaya başladı.
  • Asıl dertleri ise; onlar hep yöneten, Türkiye halkı ise hep yönetilen olmalıydı. Halbuki halk kendi kendini yönetmeye başladı.
Bu da onlara ağır geldi tabi! İki de bir “ülke elden gidiyor” çığırtkanlığı yapmaları da Fethullah Gülen’i karalamaya çalışmaları da bundan!
Yahu siz rakı masalarında ülkenin geleceğini meze yaparken, Fethullah Gülen sokakta kavga eden gençlere kitap okutmaya çalışıyordu. Siz halkı “aptal” diye nitelerken, Fethullah Gülen ülke insanının bilim ve teknikle tanışması için çaba harcıyordu. Siz oturup darbe planları hazırlarken, Fethullah Gülen yüzlerce ülke çocuklarının İstiklal Marşımızı okumaları, bizim dilimizde türküler söylemeleri için çalışacak eğitim gönüllülerini ikna etmeye uğraşıyordu.
Gönüllüler hareketi Anadolu’ya özgüvenini kazandırdı. Diğer ülkelerin karşısında iki büklüm ellerini ovan yöneticilerimize karşılık bizlere dimdik ayakta durup kültür elçiliği yapan öğretmenler armağan etti.
Bir de kalkmış her zamanki gibi “yok Amerika’dan emir alıyor, yok ajanlık yapıyor” türküleri okuyorsunuz. Velev ki öyle olsun… demek Amerika Anadolu insanını sizden daha çok düşünüyor!
Komplolarla alaşağı edemediğiniz bir büyük insanı töhmet altında bırakıp alaşağı etme planlarına bu ülke insanı Fransız değil. Daha önce de çok kez yapıldı bunlar. Fakat şunu herkes biliyor ki Fethullah Gülen bu ülkenin manevi dinamiklerinden biri… ve Anadolu gençliğinin elinden tutup bir yerlere gelmesini sağlayan ağabeyi, fikir babası, belki hocası…
Peki, siz bu ülkenin neyi oluyorsunuz?

Gülşen Gazel, dunyatimes.com     
fgulen.blog.de

Gülen Haksızlığı Asla Onaylamaz

Fethullah GülenFethullah Gülen'in avukatı Orhan Erdemli, MHP lideri Devlet Bahçeli başta olmak üzere bazı isimlerin yaptıkları açıklamalara cevap verdi. Ülkücü camiada da Devlet Bahçeli'ye yönelik tepki büyüyor. Avukat Erdemli'nin yazılı açıklamasından satır başları şöyle:
  • İddianamelerde 'Ergenekon Terör Örgütü' olarak geçen davalarda ilk operasyonlardan itibaren toplumda bir kesim, soruşturma ve kovuşturmalarda yaşanan her gelişmeyi, kamuoyunu yanıltarak Muhterem Fethullah Gülen aleyhinde iftira kampanyalarına dönüştürmeye çalışmaktadır.
  • Bu maksatla ortaya atılanlar medyada sanıkların haklarını korumak adına 'masumiyet karinesi' ve 'hukukun üstünlüğü'nden dem vurarak masum insanlara 'yargısız infaz yapıldığını' savunmaktadırlar. Maalesef konuyu Sayın Gülen'e getirdiklerinde, onun hukuki haklarını yok sayarak, savundukları değerleri ayaklar altına almakta ve insafsız bir biçimde müvekkilime karşı büyük bir kin ve husumet oluşturmaya çalışmaktadırlar.
  • Oysa savundukları tarafta; bombalar, lav silahları, cephanelikler, suikast planları, millete kurulan kanlı tuzaklar, demokrasiye vurulmak istenen darbeler, halkın hür iradesiyle seçtiği meşru iktidarın devrilmesi, anarşi ve terör faaliyetleri yer almaktadır. Saldırdıkları tarafta ise din, dil, ırk ayırımı yapmaksızın sevgi, kardeşlik, barış, birlik ve beraberlik, hoşgörü ve diyalog çağrıları; eğitime, ilme ve fenne teşvik faaliyetleri; anarşi ve teröre karşı durma; demokrasiye sahip çıkma, halkın özgür iradesine saygı, milletin egemenliği fikriyatı durmaktadır.
  • Hukukta beraat-i zimmet asıldır. Suçluluğu ispatlanmadıkça, kimse suçlu muamelesine tabi tutulamaz. Samimi bir yaklaşımla dahi bir kişiden, faaliyetlerini durdurarak, suçsuzluğunu ispat etmesi istenemez.
  • Ülkemizde son günlerde birtakım polemiklerle, tahriklerle müvekkilim bir kavganın içine çekilmeye çalışılmaktadır. Bugüne kadar olduğu gibi, ülkemizin içine girdiği bu seçim sürecinde de Sayın Gülen siyasi polemiklere taraf olmayacak, kavga ve kaos isteyenlere prim vermeyecektir.
STAR
fgulen.blog.de

Başbuğ 'Cemaate Sahip Çıkın' Diye Vasiyet Etti

Başbuğ 'Cemaate Sahip Çıkın' Diye Vasiyet EttiMerhum Alparslan Türkeş döneminde Ülkü Ocakları genel başkanlığı yapan Alaattin Aldemir, Başbuğ'un, vefatından önce kendisine Fethullah Gülen Hocaefendi ve cemaatiyle ilgili vasiyet gibi bir nasihatte bulunduğunu aktardı: "Gülen cemaatine sahip çıkın. Çünkü biz düşündük, onlar yaptı. İnsanlığa hizmet ediyorlar. Bunlara yardımcı olun."
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, Fethullah Gülen Hocaefendi ve sevenleriyle ilgili yaptığı açıklamalara milliyetçi camiadan tepki gelmeye devam ediyor. Özellikle merhum Alparslan Türkeş'in hayatında yakınında bulunanlar, Gülen ve cemaatiyle ilgili sözlerine tanıklık edenler, Bahçeli'nin çıkışı nedeniyle şaşkın. Bunlardan bir tanesi de Türkeş döneminde Ülkü Ocakları genel başkanlığı yapan Alaattin Aldemir. Türkeş'in yakın çalışma arkadaşlarından olan Aldemir, Başbuğ'un cemaatle ilgili vasiyet niteliğindeki diyaloğunu Zaman'la paylaştı: "Sayın Türkeş ile baş başa sohbetlerimiz olurdu. Başbuğ cemaatlerin hepsine sempatiyle bakardı ama Fethullah Gülen Hocaefendi ve cemaatinin yeri daha bir farklıydı. Bana bire bir olarak 'Gülen cemaatine sahip çıkın. Çünkü biz düşündük, onlar yaptı. İslam'ın, Türklüğün, dolayısıyla insanlığın düşmanları hep üzerimize geldiler. Savaşmak zorunda kaldık. Bu çalışmaları biz yapamadık. Ama bu insanlar yapıyor. İnsanlığa hizmet ediyorlar. Bunlara yardımcı olun.' dedi. Bize bu yolda hedef gösterdi. Bu düşüncelerini sık sık diğer arkadaşlarımızla da paylaşırdı."
Bahçeli'nin açıklamalarına sonuna kadar karşı çıktığını söyleyen Aldemir, "Hayallerimiz birileri tarafından gerçekleştirildiği zaman bizim onlara düşman olmamız gerekmiyor." diyor. Bahçeli'nin Türkeş'in değerlerinden gittikçe uzaklaştığı tespitini yapan eski Ülkü Ocakları Başkanı, "Devlet Bey, rahmetli Türkeş'in yakın olduğu ne varsa uzak duruyor. Uzak durduğu şeylere ise yakın duruyor. Dün sol bizi Amerikan uşaklığıyla suçluyordu, bugün biz solun konumuyla konumlandık." ifadelerini kullanıyor.
Alaattin Aldemir'e göre, Bahçeli'nin açıklamaları rastgele yapılmış bir açıklama değil. MHP liderinin etrafının 'gri bir halka ile kuşatıldığı' fikrinde. Önümüzdeki süreçte cemaatin üzerine gidileceği iddiasında bulunan Aldemir, 80 öncesinde ülkücülere yapılan ötekileştirme politikasının, şu anda cemaat üzerinde uygulandığı düşüncesinde. MHP'nin değerlerinden uzaklaştırıldığına da vurgu yapan Aldemir, şöyle devam ediyor: "İnsanların üzerine ne gelse cemaat yapmış deniyor. Devlet Bey'in hassasiyetinin olduğunu biliyorum ama kuşatıldığını düşünüyorum. Etrafında gri bir halka var. Zaten Türkeş'in divanından şu anda genel merkezde üç kişiyi bulamazsınız. Hareket yavaş yavaş değerlerinden uzaklaştırılıyor. MHP'yi kimin yönettiği değil nasıl ve hangi değerlerle yönettiği önemli."

O Yazıyı Devlet Bey Yazmamıştır

Eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı, tepki çeken yazının MHP lideri tarafından yazılmadığına da inanıyor. Ancak bunun, partide tek yetkili olan kendisini masum göstermeyeceğini de ekliyor. Milliyetçi camianın Bahçeli'nin açıklamalarına verdiği tepkiyi olumlu bulan Aldemir, milletin değerlerine karşı olan tavırlara bireysel değil artık kitlesel tepki verilmesi gerektiğini savunuyor. Bahçeli'nin açıklamalarının yaklaşan genel seçimlerine olası etkisini de değerlendiren Aldemir, 12 Eylül'deki anayasa referandumunu hatırlatıyor: "Referandumda en az 2-3 milyon ülkücü 'evet' verdi. Ama Bahçeli, bu insanlara hakaret etti."
Faruk Çelik (Devlet Bakanı): Katkıda bulunmak varken 'hizmetleri durdurun' denir mi?
"Açıklama çok üzüntü verici, çok vahim. İnsan merkezli bir hizmeti 'durdurun' denir mi? Katkıda bulunacakken 'durdurun' denir mi? Milliyetçi olduklarını söyleyenlerin dünyanın dört bir tarafında ay-yıldızlı bayrağımızı kimlerin göndere çektiğini görmeleri gerekir. Siyasi parti genel başkanının bu kadar hassas ve aleni konuyu görememesi büyük bir ferasetsizliktir, hizmetleri yeniden incelesinler. Sayın Bahçeli'ye gerek Türkiye'de gerekse yurtdışındaki hizmetleri yeniden incelemesini tavsiye ediyorum. Evinden, barkından, eşinden dostundan ayrılıp uzaklara, insan merkezli hizmet için giden insanlara katkı sunulması gerekir. Kendisi ne hizmet sunuyor, tenkit ettiği insanlar ne hizmet sunuyor? Kendisi ne üretiyor, bu insanlar ne üretiyor, bunun bir muhasebesini yapsın. Bu siyasi süreç içerisinde bu kadar önemli hizmetleri önemli şahsiyetleri kendi ikballeri için kullanmaya kalkmasınlar. Yanlış kullanış ve yanlış algılamalar da onları siyaset zemininde çarpar."
Namık Kemal Zeybek (DP Genel Başkanı): Akıllı bir insan böyle konuşmaz Bahçeli neyi kastettiğini açıklasın
"Bu camia, tüm dünyada çok önemli işler yaptı, yapıyor. Dünyada Türkiye'yi, Türklüğü, İslam'ı en güzel şekilde temsil ediyorlar. Bunu bizzat gördüm, görüyorum. Afrika'da Orta Asya'da, şimdilerde ABD'de yapılan hizmetleri gördüm. Bunları takdir etmemek mümkün mü? Ben gül bahçesinde güller gördüm. Bu gülleri övdüm, övmeye de devam edeceğim. Faaliyetlerin durması, okulların kapanması gibi bir şey söz konusu olamaz. Sayın Bahçeli'nin bunu kastetmiş olması mümkün değildir. Bahçeli akıllı bir insandır. Akılı bir insanın bunu söylemesi mümkün değildir. Bunun, o konuşmayı yazanların bir hatası olduğunu düşünüyorum. Onca okulun kapanması söz konusu olamaz. Sayın Gülen istese bile böyle bir şey olamaz. Devlet Bey, bununla ilgili bir düzeltme yapacaktır. Gülen'in şahsi hiçbir şeyi yok. Yalnızca emekli maaşı var. Bunun yanında çok büyük bir hizmet hareketi var. Herhangi bir şekilde ara vermek söz konusu olamaz. Dolayısıyla Bahçeli, neyi kastettiğini açıklasın."

Tepkiler Dinmiyor...

Selçuk Özdağ (Eski BBP Genel Başkan Yardımcısı): Bahçeli, yol yakınken vazgeçsin
Türk milleti, bugün yeniden tarih sahnesinde yerini alıyor. Hocaefendi de burada yerini alıyor. Onu bu şekilde töhmet altında bırakmak, Türkiye'nin geleceğini töhmet altına almaktır. En önemlisi de millî ve manevî değerlere sahip olduğunu bildiğimiz MHP tabanıyla Hocaefendi'nin sevenleri arasında bir husumet oluşturmaya çalışmak, Devlet Bahçeli'ye fayda getirmez. Bahçeli, yol yakınken bu tür söylemlerden vazgeçmeli. Fethullah Gülen Hocaefendi meşru zeminde insanlığa hizmet eden büyük bir gönül adamı. Hoca Ahmet Yesevi, Mevlânâ, Hacı Bayram Veli gibi misyon üstlenmiş bir gönül adamıdır.
İrfan Sönmez (Ülkücü avukat): Dursun Çiçek'in izinde
Bahçeli'nin söylediklerini, Ergenekon davasının sanık avukatları da söylüyor. Bir siyasetçinin, darbecilerle mücadele etmek yerine, onlarla mücadele edenlerle mücadele etmeye kalkması Türk demokrasisinin niçin ağır aksak işlediğini ortaya koyuyor. İrticayla Mücadele Eylem Planı'nın iki hedefi vardı; hükümet ve Gülen cemaati. Şimdi Bahçeli de aynı hedeflere yükleniyor. Dursun Çiçek'in yarım bıraktığı işi tamamlamaya çalışıyor. Kardeş hareketler karşı karşıya getiriliyor.
Hasan İlter (Yusufiyeli Ülkücüler Derneği Başkanı): Hocaefendi bize ışık oldu
Ülkücü hareketin fikrinin ana gayesini oluşturan nizam-ı âlem ve ila-yı kelimetullah fikridir. Bunun, maalesef MHP'nin üst düzey yönetim kadrolarının beyinlerinden silinmiş olduğunu görmekteyiz. Rahmetli Başbuğ'umuz, Fethullah Gülen Beyefendi hakkında çok övücü sözler etmiştir. Bizlere, ülkücü gençlere Fethullah Gülen Beyefendi'nin yapmış olduğu işleri örnek göstermiştir. Onun sözleri bize ışık olmuştur ve ülkücü hareketin gönlünde Fethullah Gülen Beyefendi apayrı bir yere sahiptir. Çünkü bizim gerçekleştirmek isteyip de gerçekleştiremediklerimizi Sayın Hoca'mız, gönül seferberliği şeklinde insanları etkileyerek, geçmişte Derviş Gazi'lerin yaptıklarını Sayın Hoca'mız yapmaktadır.
İsmail Kahraman (Eski Kültür Bakanı): Trajikomik bir beyan
Trajikomik bir beyan. Olamaz böyle bir şey. İnşallah maksadını aşan bir söz söylememiştir. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin öncülük yaptığı okullar takdire şayandır. Bu hizmetlerin devamı gerekir. Açıklama yaptığı, beyan ettiği sözlerin yanlış olduğu kanaatini taşıyorum.
Ramazan Davulcuoğlu (Ege ve Batı Akdeniz Sanayici ve İşadamları Federasyonu Yönetim Kurulu Başkanı):
Dünyayı gezdiğimizde onun hizmetleriyle karşılaşıyoruz
Memleketin önde görünen, siyasi söz sahibi olan kişilerinin, böylesine kritik bir ortamda çok dikkatli konuşması gerekir. Milyonlarca seveni olan, siyasetle alâkası bulunmayan Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında böyle sözler korkutucudur, ürkütücüdür. Bizler iş âlemi olarak böyle korkutucu şeyler duymak istemiyoruz. Kaldı ki dünyayı gezip görüyoruz, oralarda hizmetleriyle karşılaşıyoruz. Türkiye'nin onuru, gururu ve itibarını en yüksek seviyede tutan bir insan. Kaldı ki bir de ülkenin itibarının arttığı şu günlerede bu tip sözler toplumumuza çok zarar veriyor. Herhalde halkımız bunları görür ve gereken cevabı verir.
Ahmet Gündoğdu (Memur-Sen Genel Başkanı): Bahçeli, bari gölge olmasın
"Dünyanın dört bir yanında açılan okullar bütün Türk halkını temsil ediyor. Bu hizmetlere destek olamayanlar bari gölge olmasınlar. Keşke siyasî partiler referandumda bu milletin ne dediğini okuyabilseler. Keşke geçmişlerinde millî ve manevî değerlere önem verdiğini söyleyen siyasî partiler, darbeciler ve daha önce 'tu kaka' ilan ettikleri ile aynı safta nasıl yer alabildiklerine bir bakabilseler. Biz bütün cemaatlerin ve bütün kesimlerin bu ülkeyi tanıtma adına yaptığı, yapacağı her şeyi alkışlarız."
Mehmet Aydoğan (İzmir Sivil Toplum Örgütleri Platformu Genel Başkanı): Türkeş'e nasıl laf söyletmezsek Hocaefendi'ye de söyletmeyiz
Türk milliyetçiliğinin önderlerinden rahmetli Alparslan Türkeş'i çok seviyoruz. Onun için nasıl laf söyletmezsek, ülkemizde ve tüm dünyada sevilen birisi olan, Türk dünyasına barış elçileri yetiştiren, bilim, vatan ve bayrak sevgisiyle dolu insanların yetişmesine vesile olan Fethullah Gülen Hocaefendi'ye de böyle sözler büyük haksızlık olur. Hocaefendi'yi siyasete karıştırmak da hiç doğru bir şey değildir. İç kardeşliğimiz, iç barış çok önemlidir.

ZAMAN
fgulen.blog.de

Fethullah Gülen'e Büyük Övgü

Fethullah Gülen'e Büyük ÖvgüAK Parti Gümüşhane Milletvekili Aday Adayı Avukat Ali Haydar Dereli, M. Fethullah Gülen Hocaefendi için yapılan açıklamalara sert tepki gösterdi. Dereli açıklamasında şunlara yer verdi:
"En iyi yatırım, insana yapılan yatırımdır" anlayışı ile Türkiye'nin her köşesinde eğitim yuvaları açılmasını sağlayarak milletin hizmetine sunan, Dünyanın 160 ülkesinde açtığı binlerce okulu ile Türk Bayrağını, İstiklal Marşını, güzel Türkçemizi ve kültürümüzü dünyaya sevdiren, adına dünyanın her yerinde kürsüler kurulan, Mevlana'nın "ne olursan ol yine gel" sözünü "Ne olursan ol ben yine de gelirim" düşüncesiyle geliştiren M. Fethullah Gülen Hocaefendi için yapılan açıklamaları üzüntü ve esefle karşılıyorum.
Kendisi de hukukçu ve eski bir Baro Başkanı olan Mersin Milletvekili İsa GÖK'ün açıklamaları, hukuktan ve adalet anlayışından yoksundur. "Suçluluğu ispat oluncaya kadar herkes masumdur" karinesi uluslar arası hukukun bir kuralıdır. Hakkında verilen bir ceza olmadığı halde, Hocaefendi'yi meclis kürsüsünden suçlamak, hem de hakaretamiz ifadeler kullanmak bir insana, hele de bir hukukçuya yakışmamıştır.

Zirvede Zırva Olmaz

Sayın Gök'e, TBMM'nin milletin zirvesi olduğunu ve Serdengeçti'nin "Zirvede Zırva Olmaz" sözünü hatırlatıyoruz. Günümüzde en kolay ve en çirkin şekilde tanınmanın yolunun, hizmetleri ile milletimizin ve dünyanın saygısını kazanmış Hocaefendi'ye saldırmaktan geçtiğini sananlara, en güzel cevap yine kendisinden gelmiştir. Yapılan hakaretlere rağmen, Hocaefendi millet ve memleket sevgisini göstermiş, "Kaos isteyenlere prim verilmesin" açıklamasını yaparak, güneşin balçıkla sıvanmayacağını anlatmıştır.
Çağımızın Ahmet Yesevi'si olan Hocaefendinin, hiçbir dünyalık gözetmeden Allah Rızası ve insan sevgisi için başlattığı kutlu yürüyüş çığ gibi büyümeye devam etmektedir. 2023 Lider Ülke Türkiye'sinin temellerini eğitimle 30 yıl önce başlatmıştır. Onun dünyanın her yerinde sevgi temelli yetiştirdiği öğrenciler, ülkelerinde bugünün ve 10 yıl sonranın yöneticileri olacaktır. Bu yöneticiler, öğrenci iken gördükleri sevgiyi, yönetici olduklarında ülkemize, milletimize ve insanlığa sevgi olarak göstereceklerdir. Seçimlerin yaklaştığı her dönemde uygulamaya konulmak istenen kaos tacirlerini sevindirmeden, milli birlik ve bütünlüğümüzü koruyarak, karşılıklı moral değerlerimize saygılı, insanlık sevgisi özünde nice yarınlar diliyorum. Herşey Türkiye İçin, Herşey İnsanlık İçin.

Haberform.com
fgulen.blog.de

120 Ülkede Binden Fazla Okulda İstiklal Marşı Okunuyor

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, Fethullah Gülen Hocaefendi ve sevenleriyle ilgili yaptığı açıklamalara eğitim dünyasından tepkiler sürüyor.
120 Ülkede Binden Fazla Okulda İstiklal Marşı Okunuyor
Dünyanın 120 ülkesinde ve binden fazla okulda Türkçe'nin öğretildiği ve İstiklal Marşı'nın okutulduğunu belirten Taşkesenli Kültür Eğitim ve Dayanışma Vakfı İkinci Başkanı Fahrettin Taşkesenlioğlu, MHP Genel Başkanı Bahçeli'nin 'Eğitim hizmetleri askıya alınsın' beyanatının akıl, insaf ve vicdanla bağdaşmadığını söyledi. 12 Haziran seçimlerinin yaklaşmasıyla birlikte Türkiye'nin gündeminin yine bazı bilindik odaklarca meşgul edildiğini belirten Taşkesenlioğlu, bunlardan sonuncusunun ise Fethullah Gülen Hocaefendi ve sevenlerinin bilindik bir dava süreciyle ilişkilendirilmesi olduğunu kaydetti. Kamuoyunun seçim süreçlerinde Gülen Hocaefendi gibi dini kanaat önderlerine saldırılara yabancı olmadığını ifade eden Taşkesenlioğlu, "Büyük bir çoğunluğu Müslüman olan bir coğrafyada dini kimliği ile bir kanaat önderi sıfatı taşıyan ve tüm dünyada saygınlık kazanan Fethullah Gülen Hocaefendi'nin isminin asılsız iddialarla gündeme getirilerek yıpratılmaya çalışılması doğru değildir." dedi.
Taşkesenlioğlu, Türkiye'nin çetelerle mücadele ettiği ve bunda da demokrasi adına önemli gelişmelerin yaşandığı bir süreçte, suç örgütlerinin avukatlığını üstlenen zihniyetlerin Fethullah Gülen hareketine 'çete' suçlaması yapmasının ise manidar olduğunu vurguladı.
Türklüğü-Türk İslam kültürünü ve Türk dilini ideolojisinin temelinde barındıran MHP'nin ve genel başkanı Devlet Bahçeli'nin, kendi hisleriyle ayrışmayan Fethullah Gülen Hocaefendi ve cemaatine, 'Eğitim faaliyetlerini durdurma' çağrısını izah edilemez bir trajedi olarak nitelendiren Fahrettin Taşkesenlioğlu, "Türk-İslam senteziyle iklimlenen bir siyasi parti genel başkanının, kendileriyle aynı düşünce ve histeri taşıyan bir sivil toplum hareketinin saygın liderine yönelik talihsiz açıklamalarını kınıyoruz. Bu millet kendi içinden çıkarttığı ve dünyanın saygınlığını kazandığı Fethullah Gülen'e hep sahip çıkmış ve saygı duymuştur." diye konuştu.

Cihan Haber Ajansi
fgulen.blog.de

Bahçeli, Açıklamalarını Derhal Tamir Yoluna Gitmeli

MHP lideri Devlet Bahçeli'nin Fethullah Gülen ve sevenlerini töhmet altında bırakan açıklamaları merhum Başbuğ Alparslan Türkeş'in eşi Seval Türkeş'i de üzdü. MHP liderinin sürpriz çıkışına anlam veremediğini belirten Seval Hanım, "Açıklama büyük talihsizliktir; Türkeş'in ruhunu bizar etmiştir. Bu yanlıştan derhal vazgeçip doğru yolu takip etmeleri gerekir." çağrısında bulundu.
MHP'nin kurucu lideri merhum Alparslan Türkeş'in ölümünün üstünden 14 yıl geçti. Oğlu Ahmet ve kızı Ayyüce ile birlikte yaşayan eşi Seval Türkeş, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin yaptığı açıklamanın Başbuğ'un vefatının yıldönümüne rastlamasının üzüntüsünü yaşıyor. Seval Hanım, bütün milliyetçiler gibi, Bahçeli'nin Hocaefendi'yi gündemdeki bazı davalarla ilişkilendirerek töhmet altında bırakmasını ve 'cemaatin faaliyetlerini askıya alması'nı teklif etmesine anlam veremiyor. "Alparslan Türkeş, toplumda fitnenin yayılmasına sebebiyet verecek yalan, iftira, küçük menfaat hesapları, milletin birlik ve beraberliğini zedeleyici, insanlara ve kitlelere huzursuzluk veren, gerçekleri inkâr, hakları ihlal edici, toplumda kaos meydana getirecek her şeyden uzak bir politika takip eder ve hayra hizmet ederdi." diyen Seval Türkeş, yaşadığı üzüntüyü şu sözlerle dile getiriyor: "Kendi partisinden yapılan son açıklama bu mahiyette olmuş ve ruhunu bizar etmiştir. Şimdi şu günlerde birtakım negatif durumları görüp meseleyi aslından koparmaya kalkmak, bu konuda beyan vermek büyük talihsizliktir. Derhal tamir yoluna gidilmelidir. Burada akıllıca hareket, kaos ortamı oluşturup güvensizlik ve istismar ortamı uyandırmak yerine, bu yolu desteklemektir. Böyle yürür Türkeş'in misyonu. Aksi takdirde onun partisini kullanarak başka alanlara hizmet etmek anlamına gelir ki bu, dengeyi bozmak demektir. Bu yanlıştan derhal vazgeçip doğru yolu takip etmeleri gerekir."
Merhumun ölümünden kısa süre önce Gülen'e yazdığı 9 Ocak 1997 tarihli ve 'Efendi Hazretleri' hitabıyla başlayan mektuba dikkat çeken Seval Hanım, Türkeş'in altını çizdiği "öze dönüş" tarifine dikkat çekiyor. Bu noktanın yüksek tasavvuf ve idealizmin birleştiği nokta olduğunu söyleyen Başbuğ'un eşi, şöyle devam ediyor: "Bu nokta aynı zamanda Efendi Hazretleri ile Türkeş'in misyonunun çakıştığı noktadır. Türkeş bir aksiyon adamıdır. Efendi Hazretleri de öyledir. Türkeş'in Başbuğluk karizmasıyla yürüttüğü hareketinin kuvvet aldığı nokta yüksek tasavvuf noktasıdır. Ülkü ocaklarını da Yesevi Ocakları'nın muadili olarak kurmuştur. Yüksek bir idealisttir. Bu kaynağını insanın hakikatinden almaktadır. Dolayısıyla yüksek tasavvufla çakıştığı nokta, Efendi Hazretleri'nin yürüttüğü misyonla Türkeş'i buluşturmuştur. Bugün bu çizgi aksiyoner olarak Türkeş'in mektubunda tarif ettiği misyonu yürütmektedir. Dolayısıyla Türkeş'in partisini yönetenlerin bu gerçeği işin sır tarafı olarak görüp destek olmaları, burada bir yanlış varsa samimiyetle düzelterek yolun yürünmesine yardımcı olmaları gerekirdi."
Seval Türkeş, eşinin Fethullah Gülen'e "Efendi Hazretleri" diye hitap etmesinin anlamının büyük olduğunu ifade ederken, bu misyonun doğrudan doğruya Türk milletinin birliğini, karşılıklı hoşgörü duygularının geliştirilmesi gerektirdiğini anlatıyor. Siyasetin de bu minvalde yapılmasının önemine değinen Başbuğ'un eşi, "Zaten siyaset de bunun için yapılır. Bu misyonlar hayata geçirilmezse siyasetin de anlamı kalmaz. 'En büyük yatırım insana yapılandır' derdi Türkeş. İnsanların bu manevi değerler çerçevesinde yetişmesi için ömrünü harcadı. Doğruya götürecek olan da siyasilerdir. Birtakım hesaplar uğruna hakikatten uzaklaşmamalıdırlar. Fethullah Gülen Hocaefendi Hazretleri bunu büyük bir fedakârlıkla, sabırla, telkinlerle, faaliyetlerle çok güzel bir şekilde Türkeş'in de desteklediği, takdir ve motive ettiği yolda götürmektedir." şeklinde konuşuyor.

Şikâyetleri Varsa Hocaefendi'yle Diyalog Kursunlar

Topluma liderlik eden insanların sosyal meseleleri kendine problem etmesi gerektiğini kaydeden Seval Türkeş, son dönemdeki aile faciaları, kadınlara yapılan zulümler, insanların birbirini öldürmesinin önüne ancak bu misyonla geçilebileceğine dikkat çekiyor. 'Bu faaliyeti ortadan kaldırın' demenin bu meselelere kafa yorulmadığını gösterdiğini anlatan Başbuğ'un eşi, Türkeş'in koltuğunda oturanların merhumun sağlığında verdiği mücadelenin tersi işler yapma lüksünün olmadığını kaydediyor. Aksi bir durumun Türkeş'e saygısızlık olduğunu söyleyen Seval Hanım, sözlerini şöyle sürdürüyor: "Kaldı ki bu yöneticiler Türkeş'in kendinin yürütmüş olduğu faaliyetleri ve misyonu da zaten durdurmuş olmakla zan altındalar. Şimdi burayı da durdurmaya kalkmış olmaları onların birtakım odakların sözcülüğünü yapmış olmaları anlamına geliyor. Türkeş'in mirasını yürütecek olsalar bu faaliyete saygı duyup desteklemeleri lazım. Hocaefendi Hazretleri Türk din ve fikir adamlarından yaşayan mühim bir şahsiyettir. Bu zat-ı muhtereme destek olmalılar. Bir problemleri varsa diyalog kurma imkânı vardır. Bizzat kendilerine gidip bu şikâyetlerini iletsinler, yardım alsınlar. Kendisi bu konuda hoşgörü ve diyaloğu zikreden, teşvik edip, hayata geçiren biridir."

ZAMAN
fgulen.blog.de

Türk Okulları, İşadamlarını Dünyaya Taşıdı

dünyasının temsilcileri, MHP lideri Bahçeli'nin Fethullah Gülen Hocaefendi ile ilgili yaptığı 'yersiz' açıklamalara Türk okullarının ekonomiye yaptığı katkılarla cevap verdi. Son yıllarda ihracatta sağlanan muazzam başarıda dünyanın dört bir yanına dağılan eğitim gönüllülerinin büyük emeği olduğunu belirten işadamları, "Okullar, hem bayrağımızı dalgalandırıyor hem de ülkemiz ve işadamlarımız için oralarda adeta bir ticari ataşelik gibi de faaliyet gösteriyor." değerlendirmesini yaptı.
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, Fethullah Gülen Hocaefendi ve sevenleriyle ilgili yaptığı açıklamalara iş dünyasından da tepki geldi. Türkiye'nin son yıllarda ihracatta gösterdiği büyük sıçramada dünyanın dört bir yanına kadar dağılan Türk okullarının büyük etkisi olduğunu belirten işadamları, bu sayede 2023 yılı için belirlenen 500 milyar dolarlık ihracat hedefine daha kolay ulaşılabileceğini vurguluyor. Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON) Başkanı Rızanur Meral, Türk okullarının işadamlarıyla bulundukları ülkelerin müteşebbisleri arasında irtibat sağlama görevi de ifa ettiğini düşünüyor. Bunun en çok ihracata fayda sağladığını kaydeden Meral, "2023 yılında yaklaşık 500 milyar dolarlık ihracat hedefi belirlendi. Bu rakama ulaşılması için Türk okulları binlerce ihracatçımıza büyük bir katkı sağlayacaktır. Çünkü okullar hem bize hem de Türkiye'ye büyük bir güç katıyor." değerlendirmesini yapıyor. "MHP lideri Devlet Bahçeli'nin 'Cemaat faaliyetlerini askıya alsın' söylemini doğru bulmuyoruz." diyen Rızanur Meral, bu ifadelerin hem milliyetçi vatandaşların hem de MHP'nin siyasi görüşüyle çeliştiğine dikkat çekiyor. Meral, Türk okullarının Türkiye'nin yurtdışındaki çok önemli değerlerinden biri olduğunu, bu sebeple de Bahçeli'nin görüşü hiçbir şekilde tasvip etmediklerini aktarıyor.
Türk Okulları, İşadamlarını Dünyaya Taşıdı
İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği Başkanı Hikmet Tanrıverdi ise ihracatçıların yeni pazarlara açılmasında Türk okullarının oynadığı müspet role işaret ediyor. İhracatın son 10 yılda aldığı mesafede bu okulların sağladığı altyapının büyük katkısı olduğunu bildiren Tanrıverdi, "Ayrıca hem bu okullardaki öğretmenler hem de öğrencilerin bulundukları bölge ile ilgili tecrübelerini işadamlarımızla paylaşırken, bir nevi girişimcilerimizin nitelikli elemana ulaşması noktasında da destek veriyorlar. Bu açıdan ben Türk okullarının faaliyetlerini çok yerinde buluyorum." şeklinde konuşuyor.

'Milliyetçiliğinde Şüphe Duyarım'

İstanbul İhracatçı Birlikleri (İİB) Başkanı Zekeriya Mete de Bahçeli'nin açıklamalarına ilişkin tepkisini şöyle dile getiriyor: "Biz işadamları olarak Türkiye'nin 100 yıl sonrası için adımlar atarken, birileri geriden takip etmeye devam ediyor. Yurtdışındaki okullara laf etmek için, yüz yıl sonrasını görmek lazım. O öğretmenlerin verdiği mücadeleyi anlamak için dünyayı dolaşmak gerek. Bu mücadele, kapının önünde çelik çomak oynamaya benzemez. Okullara laf edenin Türklüğünden ve milliyetçiliğinden şüphe ederim. Okullar, Türk işadamlarımızın hem limanı hem de rehber güvencesi olmuştur."
Ankara Sanayi Odası Başkanı Nurettin Özdebir ise yurtdışındaki Türk okullarıyla ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor: "Ülkemizi bulundukları ülkelerde gayet güzel temsil ediyorlar. Türkiye adına lobi faaliyeti yapıyorlar. Dış ilişkilerimizde ciddi bir açığı kapatıyorlar. İyi eğitim verildiği için de oradan yetişen öğrenciler iyi yerlere geliyor. Türkiye olarak yurtdışında ne kadar çok ülkede temsil edilirsek o kadar iyi olur."

Kim ne dedi?

Kendimizi evde hissediyoruz

İstanbul Ticaret Odası Yönetim Kurulu üyesi Murat Sungurlu: İşadamları, hükümetin son dönemde attığı adımlardan önce, Türk okullarının kendilerine sağladığı imkanlardan istifade etti. İşadamlarımızın yüzlerce ülkeye ihracat yapmasında bu okulların sağladığı altyapının büyük bir katkısı var. Müteşebbislerimiz, gittikleri ülkelerde hiçbir şekilde yabancılık çekmedilerse bunun sebebi buradaki arkadaşlarımızın oluşturmuş olduğu ortamdır. Ayrıca bazı ülkeler Türk insanını tanımazken bu faaliyetler sonucunda bizi tanımaya başladılar. Ve bizimle iş yapar konuma geldiler. Bir işadamı olarak Devlet Bahçeli'nin açıklamalarını çok talihsiz ve maksadını aşan ifadeler olarak görüyorum. Türkiye'nin ve dünyanın çok değer verdiği ve geniş bir kesimin sevgisini kazanmış bir şahsiyetin bu tarz söylemlerle zan altında bırakılmasını hiçbir şekilde tasvip etmiyorum. Bu faaliyetlerin siyasete malzeme yapılmasına karşıyım.

Ticari ataşe gibi çalışıyorlar

Ankara Ticaret Odası Başkanı Salih Bezci: Türk okulları daha da geliştirilsin. Onlar Türkiye'nin bir anlamda elçiliğini yapıyorlar. İnsana yatırım yaparak Türkçeyi dünyaya öğretmeye çalışıyorlar. Sadece eğitim ve kültür faaliyetleri ile de kalmayıp Türk işadamlarına destek oluyorlar. Okullar, adeta ticari ataşelik gibi çalışıyor. Yurtdışına çıkan işadamlarının tespiti olumlu yönde. Yurtdışındaki okulları gördüm, gayet güzel eğitim veriyorlar. İnsan görünce gururlanıyor.

Ticarete ciddi katkıları var

Rönesans İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı ve TÜSİAD Yönetim Kurulu üyesi Erman Ilıcak: Yurtdışında bulunan Türk işadamlarına son derece olumlu bakıyorum. Türk kültürünün yayılması anlamında olumlu katkılar var. Her zaman büyüyerek sayısının artması gerekiyor. Ciddi anlamda hem ticaret hem de kültürel olarak Türkiye'nin tanıtımında faydalılar. Farklı ülkelerde iş yapan Türk işadamlarına da destek oluyorlar. Özellikle Afrika'da büyük katkı sağlıyorlar Türkiye için.

Türk diline katkıları büyük

TESK Başkanı Bendevi Palandöken: Kapatılmasının ne anlamı var? Türk okullarından işadamları başta olmak üzere tüm kesimler ciddi anlamda istifade ediyor. Türkiye'nin tanıtımına katkı sağlıyorlar. Türk işadamlarına büyük destek oluyorlar. Yapılamayacak işleri yaptılar. Türk dilinin tanıtımına katkı sağlıyorlar. Uluslararası elçilik yapıyorlar. Yurtdışına çıkan işadamlarımıza destek veriyorlar. Türkiye'de ihracatın patlamasına sebep olan desteklerin başında Türk okulları geliyor.

İhracatçının gözü kulağı

Denizli Ticaret Odası Başkanı Necdet Özer: Yurtdışına açılım konusunda en büyük destekçilerimiz şüphesiz yüzlerce ülkede bulunan Türk okulları. Biz Denizli olarak yaklaşık 164 ülkeye ihracat gerçekleştiriyorsak bunun altyapısını o ülkelerde bulunan Türk okulları sağladı. Şayet biz 2023 yılında 500 milyar dolar ihracat ve dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girmeyi istiyorsak ülkede istikrarın devam etmesi gerekiyor. MHP lideri Devlet Bahçeli'nin 'cemaat, faaliyetlerini askıya alsın' ifadesi son derece yanlış bir yaklaşım. Bu okulların iç siyaset malzemesi olarak kullanılmasına tamamen karşıyız. Çünkü, bu okullar, işadamlarımızın gittikleri ülkelerdeki bir nevi gözü kulağı oluyor. Müteşebbislerimizin ihracatlarını artırmasına ciddi katkı sağlıyor.

Türk okulları desteklenmeli

Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Remzi Can: Eğitim faaliyetlerine her kesimin destek vermesi lazım. İşadamı arkadaşlar yurtdışına gittiğinde Türk okulları sayesinde yabancılık çekmiyor. Dertlerini anlatabilecek Türkçe konuşan birini görmeleri onları rahatlatıyor. Şu an Türk okulları yurtdışında eğitim başta olmak üzere kültür ve ticaretin desteklenmesi adına aktif bir şekilde çalışıyor. Bu faaliyetlerin desteklenmesi gerekiyor.

Bayrağımız dalgalanıyor

Kiler Holding Yönetim Kurulu üyesi Ümit Kiler: Ciddi emeklerle yurtdışına açılan okullar Türk insanının neferliğini yapıyor. Türk bayrağını dünyanın birçok ülkesinde dalgalandırıyorlar. Türk dilinin gelişimine büyük katkı sağlıyorlar. Gündemin buralara çekilmesi yanlış. En fazla destek vermesi gereken kesimlerin eleştirmesini de yanlış buluyorum. Sonuçta iş dünyasına olan desteklerinin yanı sıra Türk dili ve kültürüne ciddi fayda sağlıyorlar.

İç siyasete alet edilmemeli

İstanbul Ticaret Borsası Meclis Başkanı İslam Ali Kopuz: Türk okulları kimsenin yapamadığı birçok faaliyetin altına imza atıyor. Bulundukları ülkelerde hem İstiklal Marşı'mızın hem de Türk bayrağının dalgalanmasına vesile oluyorlar. Bundan daha güzel bir duygu olabilir mi? Ayrıca hem bulundukları ülkelerdeki işadamlarını buraya getirerek hem de yerli işadamlarımızı oradaki müteşebbislerle bir araya getirmeleri noktasında da ciddi bir köprü vazifesi gördükleri kanaatindeyim. Ben artık cemaat kavramını kabul etmiyorum. Çünkü bu büyük bir sivil toplum örgütü. Siyasetçilerin özellikle böyle bir konuyu iç siyaset malzemesi yapmalarını yanlış buluyorum.

ZAMAN
fgulen.blog.de