Mittwoch, 6. April 2011

Gülen: Cemaat mi, Camia mı?

Hadi Uluengin, Hürriyet
Hadi Uluengin
Gülen hareketini ele almak için ilkin tanımlamalar konusunda anlaşmak gerekiyor. Böyle bir uzlaşma tartışmayı çok daha sağlıklı ve nesnel bir zemine oturtacaktır.
Çünkü aynı harekete yöneltilen belki doğru, belki yanlış; belki de yarı-doğru, yarı-yanlış son iddia ve ithamlar her şeyden önce bu tür bir lügat birliğini zorunlu kılıyor.
Şunu demek istiyorum:
Pennsylvania’daki kanaat önderinin manevi ve fikri kişiliği etrafında birleşen geniş kitleler acaba genelde dil pelesengi edildiği gibi “cemaat” özelliği mi yansıtıyorlar?
Yoksa aksine, “camia” kelimesini kullanmak daha mı uygun düşüyor?
Ben bu sonuncu tanımın doğru olduğuna inanıyorum ki hemen gerekçelerine geleyim.
Malûm, her iki sözcük de toplanmak anlamındaki “icma” fiilinden iniyor.
Arabî dilde yaşanmış evrim sürecini bilmiyorum ama aynı fiilden türeyen yukarıdaki “cemaat” ve “camia” kelimeleri Türkçede farklı anlam kazandılar.
İlkiyle esas olarak ibadethanedeki namazda alnı secdeye varan; topluca cuma hutbesi dinleyen yahut musalla taşı önünde “iyi biliriz” diye şefaat getiren müminleri kastediyoruz.
Artı, tanımı lâ-dini ve mecazi anlamda kullandığımız da oluyor. Marjinal bir komünist fraksiyonun kifayetsiz liderine biat etmiş küçük ve fanatik gruplara da “cemaat” diyoruz.
Yani “cemaat” sözcüğüyle önce zamanda ve mekânda belirli bir sınır çiziyoruz. Sonra kuralların varolduğunu çağrıştırıyoruz. Nihayetinde de sayıyı ve halkayı nispeten daraltıyoruz.
Buna karşılık “camia” derken çok daha başka bir şeyi tanımlıyoruz.
Öyle, çünkü zaten illâ uhrevi anlam ifade etmeyen “camia” sözcüğü “cemaat” kelimesine oranla hem sayıda çoğulluk, hem de yelpazede çoğulculuk içerir.
Nitekim minik bir fabrikada çalışan işçilere bazen “atelye cemaati” dediğimiz oluyor.
Buna karşılık geniş proleterler kesimleri birleştiren çatılara “sendikal camia” diyoruz.
Yahut doğru tercüme ettiğimiz takdirde eski İngiliz kolonilerinden oluşan uluslararası yapıyı; artı, Rusya’nın kullandığı federatif sıfatı yine “camia” diye nitelendirmemiz gerekiyor.
Dolayısıyla, yukarıdaki sayı arttıkça ve gövde genişledikçe, küçük “cemaat”lere özgü katı ve merkezi kurallar da ister istemez elâstikiyet ve adem-i merkeziyetçilik kazanıyor.
Yani her sosyal bünyede olduğu gibi nicelik belirli bir düzeye ulaştıktan sonra nitelik farklılığı mutlaka kendini dayatıyor ki, buradan itibaren de “camia”dan söz etmek gerekiyor.
Ancak doğru, tabii ki “camia” mensupları da yine ortak payda etrafında birleşirler.
Tamam da, meselâ “Beşiktaş” veya “ekolojistler camiası” dediğimiz zaman buradaki ortaklık yalnız bir futbol takımının veya bir çevreci hareketin taraftarlığıyla sınırlı kalıyor.
Siyah-beyazlılar asla tek bir partiye oy vermiyorlar. Ekolojistler de aynı balık kıyamını protesto ediyor olsalar bile bazıları deist, bazıları dindar inanç taşıyorlar.
O halde, sayıları milyonla ifade edilen ve ortak paydası Fethullah Gülen Hocaefendi’nin manevi önderliğini yine manen benimsemek; hatta belki yalnız barıştırıcı ve uzlaştırıcı söylemine sempati duymak olan geniş kitleler de bugün artık “cemaat” olarak adlandırılamaz.
Hem artı ve eksileri, hem de erdem ve zaaflarıyla bütün sosyal ve organik özelliklerini yansıttığı içindir ki, Gülen hareketi şimdi ancak geniş bir “camia” kelimesiyle tanımlanabilir.
Dolayısıyla da son iddia ve ithamları tartmak için önce bu heterojen niteliği saptamak; yani farklılıklardan, merkezkaç unsurlardan yahut başına buyrukçu elemanlardan arınmış dini, siyasi, askeri, kültürel vs. bir “camia”nın asla mevcut olamayacağını kabullenmek gerekiyor.
Yukarıdaki iddia ve ithamların doğruluğunu veya yanlışlığını gelecek hafta tartacağım.

Hadi Uluengin, Hürriyet    
fgulen.blog.de