Freitag, 8. April 2011

Tarihi Tekerrürler ve Fethullah Gülen

Dr. Ali Bayram, Haber Aktüel
Dr. Ali Bayram
Fethullah Gülen Hocaefendi, yerli ve yabancı kurumlar ve kişiler tarafından yurtiçinde ve yurtdışında çok konuşuldu ve tartışıldı, hala konuşuluyor ve konuşulacak da. Bu yazımda ben Muhterem Gülen'i müdafaa ve bu karalama kampanyalarında yapılanların yanlışlıklarını tespit etme niyetinde değilim. Çünkü artık herkes her şeyi biliyor ve öğrendi, bunu karikatürize eden önemli bir iki söz var, derler ki; takke düştü kel göründü artık. Bir diğeri de: Hiç ummadığın keşfeder esrar-ı derûnun
Sen herkesi kör alemi sersem mi sanursın!
Onun yerine Muhterem Gülen'e karşı ülkemizde bir kısım çevre ve insanların düşmanlığı ve bu düşmanlıkta ısrarcı tutumlarının anatomisini biraz görmeye ve göstermeye, bu cibilli düşmanlığın nereden geldiğinin fotoğrafını çekmeye çalışacağım.
Malumdur ki, dünyada iyilikle kötülük, hakla batıl, imanla küfür insanoğlu var olalıdan beri birbirinin zıddı olarak bilinmiş ve mücadele içinde olmuştur. Bazen iyilik temsilcisi iyiler, bazen kötülük taraftarları kötüler galip gelmiştir. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem'in çocuklarından Kabil'in Habil'i öldürmesiyle yer yüzünde kötülük, cinayet ve kıtal başlamış (Maide suresi a. 27-32), günümüze kadar devam etmiş ve kıyamete kadar da devam edecektir. Diğer kötülüklere de misal vermek mümkündür. Beşer tarihi bu iyiler ve kötülerin mücadelesiyle doludur.
Biz tarihte bu mücadeleleri en bariz şekilde Peygamberlerin hayatında ve Kur'an-ı Kerim destekli olarak okumakta ve hayretimizi gizleyememekteyiz. Bazen de hayıflanır "bu kadar da kötülük gerçekten nasıl yapılabilir?" diye söyleniriz. Hemen hemen gördüğümüz kadarıyla sanki küfrün ve kötülüğün mantığı hep aynı gibi. Hep iyiliğe, hep müspete ve hep tevhide karşı çıkmak ve düşmanlık beslemek. Efendimizin hayatını biraz biliyoruz, O'na yapılan zulüm ve işkenceleri, yakınlarının bile yaptıkları baskıları, savaşları ve davasından vazgeçirmek için Kureyş müşriklerinin yaptığı cazip teklifleri ve Hz. Muhammed'in (as) verdiği cevabı elbette biliyoruz.
Bu küfür mantığını maalesef diğer peygamberlerin kavimlerinde de görüyoruz. Mesela Hz. Salih'in kavmi Hz.Salih'e inanmıyor ve alaycı bir tavırla; "bize şu kayadan canlı bir dişi deve çıkar getir. Sana öyle inanalım" diyorlar. Hz. Salih (as), Allah'a dua ediyor, yalvarıyor ve kendisine inananlarla beraber bir kayalığın yanında bütün inanmayanları toplayarak, Allah'tan aldığı vaatle mucizesini göstermek üzere buluşuyorlar. Şaşkın bakışları arasında kaya yarılıp içinden istedikleri dişi deve ağzında bir tutam otla çıkıveriyor.
Mucizeyi izleyen herkes dilini yutuyor ve hayretle birbirlerine bakışıyorlar. Fakat bu muhteşem mucizeyi gördükten sonra bile inanmadan yine dağılıp gidiyorlar. Hz. Salih inanmayan o topluluğu şöyle de ikaz etti: "Sakın bu deveye dokunmayın ha! (Sizin sağınız solunuz belli olmaz bir de deveyi ortadan kaldırmak istersiniz) yoksa büyük bir azap sizi yakalar. (Hud suresi, a.64).
Hz. Salih'in kavminden orada bulunup da inanmayanlar bu mucizeyi de bir gösteri şeklinde izlediler, fakat bir taraftan da çok şaşkın ve çok yersiz bir şekilde: "Yeter ey Salih bitir bu peygamberlik davasını! (Vazgeç, durdur bunu artık) Sen de rahat et, biz de rahata kavuşalım..." (Peygamberler Tarihi c.2.s.153) diyerek oradan ayrıldılar. Kur'an-ı Kerim tafsilatıyla bunları anlatıyor.
Şimdilerde bizler neden hayret ediyoruz ki? Muhterem Gülen'e; "yeter artık hizmetlerini durdur, insanlığa faydalı olmayı kes artık... Bırak insanların öğrenim görmelerini sağlamayı, durdur bütün bu faaliyetleri..." diyenler aslında kendi görevlerini yapıyor.
Bunda hayret etmeye fazla gerek yok. Bu hep böyle olmuştur ve olmaya devam edecektir. Ben birisinin kalkıp; "Fethullah Gülen Hoca, yeter artık hizmetlerinden vazgeç! İnsanlığa sunulan bu güzellikleri durdur, biz bundan rahatsız oluyoruz" demesini normal karşılıyorum.
Elbette ki, birileri rahatsız olacaktır. Rahatsız olmaları fıtratlarının gereğidir. Yoksa yapılan işlerin kötülüğünden ötürü değildir. Bunun daha da fecisi bu hazımsızlığın seviyesini daha da düşürerek hakarete vardırması ve Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsüne kadar çirkin bir şekilde taşıması, kendi seviyesizliğinin bir kanıtıdır. Bu olay insanlık adına üzücüdür ve bunu yapanlar kamu vicdanını yaralamıştır. Bu ve emsali insanlar aslında savundukları fikir itibariyle sakatlar, yoksa kendilerine bir şey diyen yok, nasıl inanır ve nasıl yaşarsa öyle inanma ve öyle yaşama hakkına sahiptirler. Ama başkasına hakaret etme hakkı ve edepsizliğini kemse vermez onlara. Ne örfümüzde-âdetimizde, ne kanunlarımızda, ne de insanlık tarihimizde bu ve emsali bağnazlar hep yalnız kalmıştır.
Bir dönemin kötülük temsilcileri, bütün çabaları ve bütün kaba kuvvetleriyle, masum büyük İslam alimi ve mütefekkiri Bediüzzaman Hazretlerine de akla gelmeyecek eza ve işkenceler ettiler, hapisten hapse, sürgünden sürgüne gönderdiler. Neye muvaffak oldular? Hiçbir şeye! Olamazlar da zaten; çünkü Hak üstündür, onun üstünde başka üstünlük yoktur. Said Nursi beş-on talebesiyle başladığı hak yolunun yolculuğunda gayret etti, müspet hareket etti, gece gündüz çalıştı, en kötü şartlar altında hapishane köşelerinde, hücrelerde yazdı ve yazdıkları elden ele dilden dile dolaştı. Şimdilerde ulusal ve uluslararası milyonların hayat bahçesinin gülleri, çimenleri ve çınarları oldu. Fakat kem söz söyleyen zavallılarla Üstad'a her vesile zulmü reva görenlerin esamileri bile yok ortalarda. Ne var ki onlar top yekûn derbeder olup gittiler bu dünyadan. İnanmadıkları ahirette de hesapları çetin olacaktır.
Muhterem Fethullah Gülen hocamızla -haşa bizim teselli etme gibi bir küstahlığımız olamaz- şunu paylaşmak istiyorum ki; beşer olarak insanın bazen teselliye ihtiyacı olabilir. Çünkü Efendimizin bile böyle bir teselliye ihtiyacı vardı ki malumu fazilet Allah Teala, içinde yaşadığı toplum, 40 yaşına kadar Kendisini "Muhammedü'l-Emin" lakabıyla çağırdıkları Hz. Muhammed (sav)'i yalanlamalarına tabii ki, üzülmüştü ve teselli için:
"Ey Resulüm! Onların söylediklerinin seni üzeceğini elbette pekiyi biliyoruz. Doğrusu onlar seni yalancı saymıyorlar; fakat o zalimler, bile bile Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorlar." (Enam suresi a. 33) buyurmaktadır.
Biz buradan da anlıyoruz ki, kimsenin Fethullah Gülen Hocaefendiyle kişisel bir takıntısı yok. Aralarında kavga unsuru olabilecek hiçbir maddi ve manevi sebep yok. Sadece insanlığın ortak malı olan iyiyle-kötünün, güzelle çirkinin, fayda ile zararın cepheleşmesi var. Ve tarafını belli edenler, dün Bediuzzaman'a, bugün Muhterem Gülen'e, yarın da kim bilir bir başka hizmet erine ve âlime karşı olacaktır. Bu kaçınılmazdır. Kör olan anlar ki; bir tarafta ülkemize, milletimize hizmet edenler, genç nesillerin, imanlı ahlaklı, dürüst, çalmayan çırpmayan, terör çıkarmayan, adam öldürmeyen ve bu karanlık zihniyetin sahibi beylere yandaş olmayacak, -Hadis-i Şerif'in ifadesiyle- ıslahçı bir nesil yetişiyor.
Diğer tarafta da bu neslin yetişmesi için maddi ve manevi her türlü imkânı hazırlayan, bunun için servetler harcayan, hiçbir türlü fedakârlıktan geri durmayan ve dünyanın dört bir tarafına bu güzellikleri götüren fedakâr iş sahipleri ve civanmert bir nesil var. Hem öyle bir nesil ki, bunların ayak sesleri artık 100 ülkeden geliyor.
Allah'a hamdu senalar olsun ki, bu ülkede ve bu güzelliklerin içinde bulunmayı Allah Teala bizlere de lütfetmiş. Gece karanlığında âlem tefekküre dalar. Allah'ın geceyi istirahat için yarattığından ötürü gecede sessizlik hâkim olduğu vakit, cırcır böceklerinin sesleri çok duyulur ve sanılır ki bunlar da bir şey yapıyorlar. Halbuki onlar bir şey yapmıyorlar, sadece karanlıktan istifade ederek varlıklarını hemcinslerine hissettiriyorlar. Söylenecek çok söz var fakat anlayanlar için bu kadarı bile fazla.

Dr. Ali Bayram, Haber Aktüel    


gulenbewegung.blogspot.com