Montag, 4. Juli 2011

Türkçe Olimpiyatları

Yılmaz Öztuna
Yılmaz Öztuna
Uluslararası 9. Türkçe Olimpiyatları, 2011 Türkiye gösterilerini tamamladı. 130 ülkeden Türkçe konuşan 1000 yabancı öğrenci katıldı. Türk millî kültürü şahlandı. Bu sütun aktüel dış ve iç politikaya tahsis edilmiştir. Nadir de olsa kültür konularına girdiğim için bahtiyarım.
Eleştirmek için değil, iftihar vurgulaması yapmak için yazmanın sevinci içindeyim. Ömrümü Türk kültür ve san’atına verdim. Meşakkatli bir alandır. Ancak milletler, kültür ve san’atları ile vardırlar. Kültür ve san’atı olmayan toplumlar, millet vasfını yitirir.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin dünyanın her ülkesinde açtığı ilk okuldan üniversiteye kadar her derecedeki Türkçe öğretim yapan okulları, Türk kültür ve öğretim tarihimizin en başarılı, inanılması zor derecede başarılı eserleridir. 130 devlette Türkçe öğretim veren okul açabilmek, yakın zamanlara kadar hayal bile edilemezdi.
Bu okullarda Türkçe, İngilizce ve o ülkenin dili olmak üzere 3 dilde öğretim yapılıyor. Öğretmenler ve yöneticiler Türkiye’den gidiyor. Devletimizin dış ülkelerde okul açmak beceriksizliği, artık telâfi edildi. İmparatorluk ve cumhuriyet dönemlerimizde Türkiye’nin her yerinde yabancı okullar açılması, o dillerde öğretim yapılması başarısını biz de kazandık.
Bu muazzam işi başaran Fethullah Hocaefendi, yıllardır Birleşik Amerika’da oturuyor. İnkılâp yobazlarının şerrinden bu suretle masûn kalıyor. Zira ülkemizde sıra dışı iş yapanlar, hele kültür alanında, kötü muamele görmüşlerdir. Hoca’nın Amerika desteğini elde etmekteki mahareti de, beceriksizlerimizin hasedini çekiyor.
Türk dili, edebiyatı, musikisi, kültürünü yaymak, büyük devlet çizgisine erişebilmemiz için şarttır. Atatürk’ün muâsır medeniyet seviyesi deyip hedef gösterdiği çizgidir. Bütün reformlarımız, zaten bu çizgiye erişmek için yapıldı ve başka bir maksat için yapılmadı. Fethullah Hoca’nın derin Türk kültürünü şahlandırması, Ecevit’ten Demirel ve Özal’a ve günümüz devlet adamlarına kadar yaygın takdir kazandı. Türk kültüründen nefret eden, bu kültürden mahrum zihniyet ise, Hocaefendi’yi aşamadığı için rahatsızdır.
Yılmaz Öztuna, Türkiye   

Sinan Çetin: Neyi, Ne İçin Söylediğimi Biliyorum

Ayşe Arman
Ayşe Arman
Dün Tuna Kiremitçi'ye yazdığı mektubu okudum, Sinan Çetin'i aradım. Ben de kendi sorularımı sordum. Buyurun buradan okuyun...
- Sen, herkesin solcu olduğu bir dönemde, solculuktan vazgeçtin ve bunu ilan ettin. "Dikkat çekmek için yapıyor" dediler. Böyle davranınca, yeni iş teklif almadın mı, kendine yeni bir alan açmadın mı...
- Valla, solculuktan istifa ederek kaybettiklerimi sıralasam ayrı bir röportaj konusu olur! İki yıl süresince ölüm tehditleri almak, arkadaş çevresini kaybetmek, reklam ve filmciler dünyasından dışlanmak, basından yediğim küfür, Cihangir'de kapımda yapılan mitingler, sayısız sözlü, yazılı saldırı sadece hatırladıklarım. Bana Çiçek Bar'da sırtını dönen arkadaşlarım oldu. Kapitalizmi felsefi bir sistem olarak savunan biri olarak söylüyorum, akıllı bir kapitalist bence solcu olmalı. Benim gibi "kabile" dışına düşerek yalnız kalmamalı. Sakıp Sabancı bile bana "Ben de solcuyum!" demişti. Bu yüzden Ayşecim, bil ki Türkiye'de solcu olmayan kapitalist bile yok. Ben benim çevremde daha bir kişiye rastlamadım ki, "Ben solcu değilim" desin. O yüzden benim yalnızlığımı anlaman mümkün değil. Ben 70'li yıllarda solcu oldum, o zaman solculuk otoriteye, yerleşik düzene bir başkaldırıydı ama şimdi yerleşik düzenin ta kendisi oldu. Ama bugün solculuk, milliyetçi olmaksa, Ergenekoncu olmaksa, ben o değilim.
- Nedir peki işin aslı? Senin kişiliğin mi isyankâr? Aklın basmıyor ve itiraz mı ediyorsun? Sen hep içinden geldiği gibi mi davranıyorsun...
- Evet.
- Şu anda nesin peki? "Modern"lere karşısın, muhafazakâr da değilsin, dindar hiç değilsin. Seni nasıl tanımlayabiliriz?
- Tanımlamasanız olmuyor mu? Adım Sinan, film çekiyorum, kafama göre takılıyorum. İnsan gruplarını ikiye ayıracaksak söyleyeyim: 1- Yapan edenler. 2- Şikâyet edenler. Ben yapan edenlerdenim, şikâyet edenlerden hep uzak durdum. Onlar da beni aralarına almazlar, ben de girmem.
- Fethullah Gülen'e desteğin, sadece Hrant Dink ve Orhan Pamuk argümanıyla mı sınırlı?
- Ben bir şeye destek vermiyorum. Ben kimim de destek vereyim birilerine? Ben sadece beğendiğim bir şeyi söylüyorum. Destek vermem için merci olmam lazım. Milliyetçilik, "Ya sev ya terk et" diyenlere kalmamalı. Ayrıca biz, terk etmek zorunda kalsak da seveceğiz, onlara mı soracağız?
- Fethullah Gülen'in sence ideolojik bir misyonu yok mu? O misyonu da destekliyor musun?
- Ben bütün ideolojilerin, bütün fikirlerin hatta bugün, "düşünce suçu" olarak anılanların bile, serbestçe dolaşmasından yanayım. Eğer kapitalizm diyorsak, sadece para değil düşünceler de serbestçe dolaşmalı.

Spontane Ama Naif Değildi

- Sen, Gülen cemaatine ne kadar angajesin ki, kefil olabiliyorsun?
- Ben angaje de değilim, kefil de değilim. Aşk olsun Ayşe, bunları da nereden çıkarıyorsun? Eğer bir suç varsa, zaten adaletin meselesidir. Ortada bir suç yokken kimseye suçlu muamelesi yapılamaz. Ama ortada yapılan güzel işler var; bize düşen takdir etmek.
- Gerçekten spontane ve naif bir çıkış mıydı?
- Evet planlanmamış bir söylemdi ama naif diyemem. Düşüncelerimin naif olduklarını zannetmiyorum. Neyi, ne için söylediğimi biliyorum. Kendisine haksızlık yapılmış, ülkesinden uzak bırakılmış bir adamın demokrasi mücadelesi için yapılmış bir destek çıkışıydı. Ama bu dürüstlüğüme naif diyorlarsa, ona da bir şey diyemem.
- Tahmin etmedin mi böyle bir sonuç doğuracağını...
- Ettim. Aslında daha da büyük bir tepki bekliyordum.
- Ortalıkta dolaşan bir sürü komplo teorisi var, "Şöyle olacak böyle olacak, şunu yapmak istiyorlar, bunu yapmak istiyorlar..." Bu konuda ne diyorsun?
- Komplo teorisyenlerinin, kendilerine bir düşman bulup, bütün hayatlarını bu hayali düşmanla mücadeleye adadıklarını bildiğim için, ne komplolara ne de komploculara kulak astım! Bu tipler genellikle az bilgiyle, çok inançla, bir teori inşa edip, dünyadan şikâyet edip dururlar. Söylediğim gibi, ben şikâyetçilerden hiç hoşlanmam. Her türlü komplo teorisi bize şikâyet edilecek bir büyük düşman gösterir.

Sizce İlgiye İhtiyacım Var mı?

- Ya da o çıkışı, bazılarının seni suçladığı gibi, her şeyin tersini söylediğinde gördüğün ilgiyi yakalamak için yaptığın söylenebilir mi?
- İlgi çekmek mi... Doğru ilgiye ihtiyacım var, yıllarca televizyonda sunuculuk yaptım, her hafta saatlerce diziyi, TV programını yayına yolladım, filmler çektim, bine yakın reklam çektim ama ilgi çekemedim! Prenses'i çektim solcular kovaladı, "Dağda ölen adamların cebinden T.C. kimliği çıkıyor" dedim tehditler aldım, "Sinemadan para kazanmamak eşekliktir" dedim filmcilerin arasından atıldım, 2002'de başörtülü çocuklar okusun diye AK Parti'ye oy verdiğimi açıkladım yalnızlaştım, lakin ilgiyi bir türlü çekemedim. Kısmet bugüneymiş!
"Hrant'a ve Orhan'a karşı yapılanlar bir fikrin üzerine kurulu değil. Ben fikirden değil, suçtan bahsediyoum. Birini öldürdüler, diğerini öldürmekle tehdit ediyorlar. Hrand Dink'i tanımazdım ama Orhan benim yakın arkadaşım. Çektiği sıkıntıyı yakından biliyorum. Nobel almış büyük bir yazarımızla gurur duymak yerine, basında ve sokakta saldırarak, yok etmeye çalıştılar; bu ahlaksızlıktır.Bu, muhalefet değildir. Bu fikir de değildir, suçtur."
Ayşe Arman, Hürriyet

Türkçe Olimpiyatları

Serdar Turgut
Serdar Turgut
Bilmem hatırlar mısınız, hayli zaman önce Türk okulunu ziyaret için Can Ataklı ve Nihal Bengisu Karaca ile birlikte Senegal'e gitmiştim. Okulda Türkiye'de yapılacak yarışmalara gönderilecek ekibin seçimi için yarışmalar vardı. Çocukları seyrettik. Akşam bu faaliyetler hakkında bir sohbet toplantısı vardı.
Ben orada fikrim sorulduğunda şunları söylemiştim: "Ciddi bir eleştirim var, okunan şarkılar, şiirler hep acılı oluyor, hatta çocuklar bazen ağlıyorlar da, bu size yakışmıyor. Bu yaştaki çocukların eğlenmeleri ve hayattan duydukları mutluluğu ifade etmeleri lazım.
Okuldaki öğretmenlerin, ülkelerinden uzakta olmalarından dolayı acılı olabileceklerini kabul ediyorum ama bu ruh hali çocuklara gösterilmemeli. Bu okulda din dersi olmasa da inançlı öğretmenlerle tanışan ve onları rol modeli kabul eden çocuklar sonunda inancın acı ve üzüntü getiren bir şey olduğu gibi yanlış bir fikre kapılabilirler.
Cemaatin tarihsel kökeninde bir ağlama kültürü olduğunu da biliyorum ama bu artık değişmeli, bu ruh hali ne cemaate ne de Türkiye'ye yakışmaz." Sonra bunları dönünce aynen yazdım da. İki gazeteci arkadaşım ve orada bulunan diğer insanlar şahittir bu konuşmaya.
Şimdi İstanbul'daki yarışmalarda büyük mutlulukla gördüm ki çocuklar hep neşeli şarkılar söylüyorlar, danslar ediyorlar, suratlar gülüyor, birlikte eğleniliyor. Bunu sadece benim eleştirimin sağladığını tabii ki iddia etmiyorum ama değişimde bir katkımın olduğunu söyleyebilirim.
Bunu cemaatten insanlara da sordum, "Kesinlikle doğru" dediler. Ben de hayatının her alanında, yazıda, bire bir ilişkilerinde gülümsetici taraf olarak yaşamak isteyen bir insan olarak çocuklarda gördüğüm bu değişimden çok mutlu oldum. Cemaati, eleştiri karşısında açık fikirliliği nedeniyle kutluyorum.
Serdar Turgut, Gazete Habertürk 

Dünyayla Konuşmak

Vedat Bilgin
Vedat Bilgin
Yıllar önce ünlü bir gazetecimiz, Türkçe'nin 21. yüzyılın sonunda ayakta kalamayacağını ima ederken "Bunu anlamak gerekir" diyordu.
'Dünyadaki siyasal ve ekonomik mücadele öyle bir biçimde gelişmektedir ki, dünya ekonomisinde ve siyasetinde İngilizce dışında kalsa kalsa, o da nüfus yapılarıyla ilgili olarak ancak Çince ayakta kalabilecektir, Fransızca'nın bile yaşayıp yaşamayacağı şüphelidir' şeklinde tezini savunmaya çalışıyordu.
25-30 yıl öncenin Türkiye'sinde kendisini Batı'yı anlayan bir gazeteci olarak gören üstat, Türkçe'nin hem ülkemizin dünyadaki konumundan dolayı hem de dilimizin edebi ve kültürel yaratıcılığa katkısının zayıf olduğunu düşündüğünden, geleceğinin olmayacağını söylüyordu. Bu psikoloji aslında çok iyi tanıdığımız, oryantalist iddiaları içselleştirmiş, zihinsel tutarlığını kaybetmiş genel bir aydın zümresinin anlayışını yansıtmaktadır.

Dünyanın kapılarını açmak

Bu zihniyettekiler geçtiğimiz hafta 9. Türkçe Olimpiyatları'nı seyrettilerse, duydularsa, ne düşündüklerini merak ederim doğrusu. Bırakınız Türkçe'nin Türkiye'de yaşamasını, dünyada Türkçe öğrenen ve konuşan, nadiren Türkiye'ye gelmiş ya da hiç gelmemiş çocukların ve gençlerin her yıl sayısının arttığını, gelişerek yayıldığını görmek onlara ne hissettirir acaba?
Türkçe'nin dünyanın çeşitli coğrafyalarında Türk okullarında öğretilmesi, Türkçe'yi Türk olmadıkları halde öğrenip konuşan, yazanların bulunması, sadece bir Türkçeseverlik olarak görülmemelidir. Türkiye'nin bütün dünyayla diyalog kurmasının imkânlarından biri olarak Türkçe'nin yayılması, aynı zamanda küreselleşme sürecine bu ülkenin insanlarının verdiği bir cevap olarak da görülmelidir.
Teknolojide meydana gelen değişmelerin, artık yaşayan bütün dillerin hayatiyetini sürdürmesini mümkün kılan yeni bir dönem başlattığını, oryantalizmin etkisinden kurtulamayan "aydınlarımızın" da anlaması gerekir.
Büyük medeniyetlerin mirasçısı ve sahibi olan büyük kültürler, küreselleşmeyi bir fırsata dönüştürme gücüne sahip olabilirler. Çünkü küreselleşme iletişim kanalları açarak, insanlığa sunacak değerleri olan kültürlerin birikimlerini yansıtma imkânı olarak da okunabilir. İşte kültürün milliyetçiliğini yapmak da böyle bir şeydir.

Kültürün dili

Türkçe, kültürümüzün keşfedilmesi için bir fırsat sunar, nasıl başka kültürler bize kendi dilleriyle bir anlam dünyasının kapılarını açıyorlarsa, Türkçe de böyledir. Dilimizin yaygınlaştırılması, öğretilip konuşturulması bunun için önemlidir.
Küreselleşmenin yarattığı yeni ilişkiler ağında, Türkçe ne kadar rol alacaktır? Bu sorunun cevabı, Türkler'in dünyada ekonomiden uluslararası ilişkilere, eğitimden ticarete, şahsi ilişkilerden sosyal paylaşıma, muhtelif biçimlerde geliştireceği bağlarla ilgilidir. Çok farklı ülkelerdeki Türk okulları bu bağlardan biri olarak tarihi bir rolün aktörleridirler.
21. yüzyılın dünyası, dilimizin kaybolmak bir yana, kendi kültürel köklerinden dünyaya söyleyecek sözleri olan bir kültür dili olduğunu şimdiden görmeye başlamıştır.
Vedat Bilgin, Bugün   

Türkçe Olimpiyatları: Küresel Bir Fikriyatın Dil Üzerinden İnşası

Taceddin Kayaoğlu
Taceddin Kayaoğlu
Dış politika, bir açıdan harita inşa eylemidir. Söz konusu bu haritalar; bazen bildiğimiz türden duvar haritaları olabildikleri gibi, bazen de mücerred niteliğe sahip olup soyut çizgilerden meydana gelirler.
Bu çizgiler somuta indirgenmiş belirginliklerinden daha ziyade "hissedilebilen çizgiler"dir ve aslında askerî, politik veya ekonomik kuvvet uygulanarak oluşturulmuş haritalardan çok daha fazla bir "güç derinliği" içerirler.
Günümüz Türkiye'sinin dış politikasında dikkatli nazarların hemen fark edeceği bir çeşit "mücerred haritalı inşa eylemi" ile karşı karşıyayız. Bu inşa eylemini yapılandıranlar, bir kısım sivil toplum kuruluşları olarak karşımıza çıkıyor. Kendilerini günlük politik tartışmalardan uzak tutmaya özen gösteren bu kuruluşlar, ülke meselelerine ise ilgisiz değiller. Onlar Türkiye'nin inşasında önemli bir aktör olarak belirmiş durumdalar. Söz konusu ettiğimiz sivil toplum kuruluşu Fethullah Gülen Hareketi'dir. Oluşumun kendi ismiyle anılmasını istemeyen Gülen'e göre; bu süreç Fethullah Gülen ismi üzerinden bir şahıs hareketi olmayıp, "yüksek insanî değerler etrafında toplanmış insanların hareketi"dir. O böyle demekle; aslında yapılanları, bu sürece kendi iradesi ile katılan herkese mal etme ve paylaştırma yöntemiyle gayet başarılı bir "liderlik" ve "bütünleştiricilik" takip ediyor.
Son dönemlerde Gülen Hareketi'nin Türkiye dışındaki faaliyetleri ilginç sonuçlar vermeye başladı. Bunların içinde en çok dikkati çekeni ise bu yıl dokuzuncusu düzenlenen "Uluslararası Türkçe Olimpiyatları"dır. Gülen takipçilerinin yurtdışında açmış olduğu ve sayıları bugün itibarıyla iki yüzü geçmiş olan Türk okullarında okuyan ve büyük bir kısmı itibarı ile Türk olmayan öğrenciler arasında Türkçeyi doğru konuşmak üzerinden gerçekleştirilen bu olimpiyatlar, bizleri ülkemizdeki fasit ve kısır düşünce atmosferinden çıkararak farklı konular üzerinde düşünmeye sevk ediyor.
Bir Türkiyeli olarak şunu düşünüyorum; Gülen ve gönüllü takipçileri Türkçe üzerinden hareketle geleceğin dünyasında "baş aktörünün Türkiye olduğu küresel bir muvazenenin inşası"nı gerçekleştiriyorlar. Bir bakıma Türk dış siyasetinin gelecekteki etki alanlarının şimdiden mücerred haritalarını çiziyorlar. "Bu nasıl oluyor?" meselesine gelince... Denilebilir ki; mücerred haritaların soyut çizgilerini âdeta bir kalem gibi inşa eden belirginleştirici faktör, zihinsel taşıyıcılık özelliğine sahip araçlardır. Gerek birey ve gerekse o bireylerden müteşekkil bir şahs-ı manevî inandığını, aklettiğini ve alternatif bir model olarak öngördüğünü aksiyoner bir eylemlilik üzerinden başkasının algı alanı içerisine dâhil etme çabasına girer. Bu tip bir niyet ise taşıyıcılara ihtiyaç duymaktadır. Taşınan şey zihniyet temelli herhangi bir din, ideoloji, siyaset vb. ise taşıyıcı unsurlar çeşitli olabilir, ancak en temelde iki taşıyıcı unsurun gerekliliği inkâr edilemez. Bunlardan birincisi "fiil", yani davranış, ikincisi ise "kelâm", yani söz'dür.
Türkçe Olimpiyatları, böyle bir taşıyıcılık sürecinin sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Sürecin inşa edici aktif müntesipleri (cemaat) farkında oldukları veya ol(a)madıkları bir şekilde Türklüğün sekizinci yüzyıldan itibaren tüm zihnî altyapısını inşa etmiş olan millî değer yargılarını modernliğe formatlayarak ve tekrardan yerelliğe dönüştürerek küresel ölçekte bir "Türkiyeli etki alanı"nın oluşmasına zemin hazırlıyor, bunu ise "Türkçe sözler" üzerinden yapıyorlar. Karşı karşıya olduğumuz bu hal şaşılacak bir durum değil. Tarihin sayfaları bu ve benzeri kültürel dönüşüm süreçleri ile doludur; Hint düşüncesinin Mezopotamya'ya, Mezopotamya'nın Anadolu ve İon'a, İslâm mantık ve biliminin Endülüs ve Sicilya üzerinden Avrupa'ya taşınarak Rönesans'ın yol haritasını çizmesi, bir zihniyetin bir başka zihniyete "fiil" ve "söz" üzerinden taşınmasının en tanıdık örnekleridir. Bu saydıklarımız ilk aşamada düşünsel, ikinci aşamada ise sosyal ve siyasal sahalarda ciddî dönüşümlere yol açarak, insanlık tarihinin yeni yönlere kaymasında en temel etken olmuşlardır. Sonuç itibarıyla bugünkü Batı medeniyeti, bu tip bir evrilmenin sonucu olarak ortaya çıkmamış mıdır?
Bütün bunların öngörülerimizi sevk ettiği nokta; tarihî kökleri olan Türkiyeliliğin, gönüllü bir sivil toplum hareketi vasıtasıyla "küresel ölçekteki etkinliği"nin Türkçe üzerinden hızla artıyor olmasıdır. Şimdiden gelecek zamanlara müdahale edici fikirler beyan etmek uygun olmasa da, anlaşılmaktadır ki; Gülen Hareketi'nin etkinlik alanının artmasıyla doğru orantılı bir şekilde geleceğin dünyasında "Türkiye merkezli yeni bir fikir dünyası" inşa edilmektedir.
Taceddin Kayaoğlu, Zaman  

Dostluk Ne İşine Yarar Bu Çocukların...

İhsan Toy
İhsan Toy
En son diyeceğimi en başta söyleyeyim; Okumakta olduğunuz bu yazı üzerime düşen borcun ödenmesidir. Eğri gördüğünü ve yanlış bulduğunu eleştirmek kadar, doğru bulup takdir ettiğini övmek de yazarın sorumluluklarındandır.
Geçenlerde Türkçe Olimpiyatları ile ilgili Radikal Gazetesi yazarı Hakkı Devrim'in "Bre insafsızlar!"nidasından sonra "Türkçe ne işine yarar bu çocukların" sualini okudum köşesinden
Doğrusu başta, dil ve kültür adamı Hakkı Devrim'in bilip bilmemezlikten gelme (tecahül-i ârif) yoluyla nükte yaptığını sandım. Yanılmışım, değilmiş.
Komşumuz Erkam Tufan Aytav Bey de 24 Haziran tarihli yazısını konuya ayırmıştı.
...
Yapmayın Hakkı Bey.
Anglosaksonların içinden birileri, ülkelerinin dışında lisanlarını yabancılara öğretirken "İngilizce ne işine yarar bu çocukların?" diye sormuş mudur?
Ya da bir zamanların popüler dili Fransızcayı sömürgelerinde yaygınlaştırıp arkalarında Frankafon (francophonie)topluluklar bırakan Fransızlar "Bu dil ne işine yarayacak şu veletlerin?" diye düşünme gereği duymuşlar mıdır?
Veya Fransızca konuşan elliden fazla ülkenin oluşturduğu uluslararası birlik olan La Francophonie üyeleri aynı suali soruyorlar mıdır kendilerine?
...
Yapmayın Hakkı Bey, insaf edin.
Fransız Dışişleri Bakanlığı, İstanbul'daki Fransız Kültür Merkezi gibi dünyanın her yerinde yüze yakın Fransız kültür kurumundan meydana gelen ağı spor olsun diye mi kurmuştur?
1991 yılında İspanyol Devleti tarafından İspanya'nın ve İspanyolca konuşan diğer ülkelerin dillerini ve kültürlerini öğretmek ve tanıtmak amacıyla kurulan Cervantes Enstitüsü, dört kıtada 40'tan fazla merkezde, şu sıralarda ekonomisi zorda olan İspanya'nın paralarını çarçur etsin diye mi faaliyet göstermektedir?
Veya Almanya'nın, 92 ülkede şubesi bulunan 149 Goethe Enstitüsü'ndeki istihdamı "laf olsun torba dolsun" kabilinden mi harıl harıl çalışmaktadır? Enstitü 50 yıldır ülkemizde "Almanca Türkiyeli çocukların ne işine yarayacak?" sorusunun cevabını mı aramaktadır?
...
Nihayet 2000'li yıllarda konunun önemini fark ederek kurulan ve amaçları arasında "Türkiye'yi, kültürel mirasını, Türk dilini, kültürünü ve sanatını tanıtmak"ın da bulunduğu Yunus Emre Enstitüsü'ne bu ülke boşuna mı emek veriyor?
Yani yaklaşık 22 yıldan beri Türkiye, yürüttüğü "Büyük Öğrenci Projesi" ile parasını çöpe mi attı?
Yapmayın Hakkı Bey, insaf edin. Vurun ama bari buradan vurmayın.
...
Aslında yazı başlığını "Kamu diplomasisi unsuru olarak dil" şeklinde atıp, dipnotlarını, alıntı ve aktarmalarını da ekleyerek aşağıdaki gibi uzunca bir "yumuşak güç" çözümlemesine de gidebilirdim:
"Öncesinde (1945) şekillenmiş soğuk savaş ile ifadesini bulan çift kutuplu dünya 1990'lı yıllardan sonra ABD tarafından hegemonyal tarzda tek kutuplu hâle sokulmaya çalışılmıştır. Ancak 2000'li yıllardaki sosyal, ekonomik ve siyasi gelişmeler çok kutuplu geleceğin teşekkül ettiğini göstermektedir.
Gelinen durum, askeri veçhesi NATO ve Varşova Paktı olan ABD ile SSCB'nin iki kutuplu dünyasının düaliteli doğasına göre merkezde bina edilip, çevre ülkeler tarafından da uyulan kapitalist-komünist, iyi-kötü, dost-düşman, biz-ötekiler gibi basit, düz ve kolay; siyah-beyaz politika yapma geleneği, yerini çevreden merkez ülkeye doğru önce siyah, gri ve beyaz politikaya, ardından da renkli yani çok boyutlu politika inşa etme anlayışına bırakmıştır.
1990'lı yıllara kadar uluslararası ilişkilere hâkim olan, bir kutuptaki devletin monolog ve buyurgan tarzdaki kararlarının ait olunan kutbun çekimindeki diğer devletler tarafından uygulanması geleneği/zorunluluğu yeni dönemde yerini, diyalog ve iknaya bırakmaktadır. Ufukta beliren çok kutuplu dünya inşasına, teknolojilerin sosyal hayat ve teknik alanlarda yaygın kullanımıyla hızını arttıran küreselleşmenin de eklenmesiyle yeni bir çağın belirtileri öne çıkmakta.
Her çağ, şekillenip somutlaşırken, kendisi ile birlikte kavramlarını, deyimlerini dolayısı ile dilini, sosyolojisini, ekonomisini, normlarını ve hukukunu da (yavaş yavaş) vizyona taşır. Tebellür eden her yeni, kaçınılmaz olarak önceki paradigmal çerçeveyi aşındırırken kendi paradigmasını inşa eder..."
Ama tarzı ve uzunluğu ne bu format kaldırır ne de okuyucu.
O yüzden birinci tekil şahıstan yazmayı sürdürelim.
Ekranda 9. Türkçe Olimpiyatları'ndaki horon tepen kızlı erkekli siyahi folklor ekibini görünce tuhaf bir duyguya kapıldım. Çünkü karşılaştığım tablo tam Karadeniz fıkrası gibiydi. Biraz komikti ama çokça içtenlik ve samimiyet taşıyordu. "Gara uşaklar" Afrika'nın Sahra Altı'nda horon tepip çalışmışlar ve başarılarını göstermek için ülkemize gelmişlerdi.
Üstelik tanışıklıklarıyla barışıklığı besliyorlardı.
Sadece bizim dilimizi öğrenmiyorlardı ki. Lisanımızda siyahileri ifade eden "zenci" kelimesinin hiçbir kullanımında ırkçılık ve aşağılama içermediğini, dolayısıyla ırkçılığın bu coğrafyada ve kültürümüzde Batılı anlamıyla kök salamadığını da öğreniyorlardı.
Türkiye ile çıkarları çatıştığı için Fransız propagandası olarak yayılmaya çalışılan "Afrika'da köleliği ilk başlatanlar Osmanlı Leventleridir" tezinin propagandadan ibaret olduğunu da anlıyorlardı.
...
Anadolu'nun birçok yerinde, illerin fedakâr insanlarınca finanse edilen Türkçe Olimpiyatları profesyonel kamu diplomasisi faaliyeti ya da kapitalist kültür ihracı çabası değil aksine içten-özden gelen ve paylaştıkça artan dostluk-kardeşlik seremonisidir.
Önümüzdeki on yıllarda, dil - kültür eksenindeki bu çabaların kelebek etkisini, çarpan etkisini ve çığ etkisini göreceğiz. Birincisine sadece 17 ülkenin katıldığı Türkçe Olimpiyatları'na bu yıl 130 ülkenin katılmış olması bunun en güzel ispatı.
Sevgili Hakkı Devrim hâlâ "Türkçe ne işine yarar bu çocukların?" diye sorarsa da "Biz yabancı dil öğrenemiyoruz. Bari dünyaya dilimizi öğretelim ve problem ortadan kalksın" diyeceğim.
İhsan Toy, Haber7   

Sakarya'da Türkçe Olimpiyatları ve Dil Dramımız

Şu günlerde her yanımızı Türkçe olimpiyatlarının tatlı musikisi sardı. Hem ülke genelinde hem de değişik illerde yapılan programlarla Anadolu'nun bağrından beslenen bir girişim Anadolu'ya vefa turneleri düzenliyor.
Sakarya'da yapılan muhteşem güzellik ve ustalıktaki organizasyon da gösterdi ki çok farkında olmadığımız yeni bir dünyanın ışık huzmeleri şafağımızı aydınlatmaya başlıyor.
Türkçeyi Orta Asyalı kardeşlerimiz güzel öğrenebilir ve türküler seslendirebilirler. Ancak Mozambik'ten, Gana'dan, Kamboçya'dan gelen öğrencilerin Türkçesine hayran olmamak ne mümkündür. Ve dile kolay 130 ülke Türkçe öğreniyor. Yani 130 ülkede Türk okulları var. Yani 130 ülkede Türkiye'den giden öğretmenler, idareciler, gönüllüler var. Yani 130 ülke ile tam bir gönül köprüsü kurulmuş karşılıklı sevgi akışı yapılıyor.
Vakti ile ülkemizin; köyüne, kasabasına sıbyan okulları, misyoner mektepleri, kolej açanlar fen, matematik yanında dillerini de öğrettiler dinlerini de. Bunun yanında kültürlerini, örflerini, değerlerini, alışkanlıklarını da öğrettiler ve sonunda sağ elde bıçak sol elde çatal ile yemek yemeği normal kabul ettik. Hatta sağ el ile yemek yemek görgüsüzlük kabul edilmeye başlandı.
Sakarya'daki bu nefis programı seyrederken bir aralık Afgan sunucu Şaira 'iştiyak' kelimesini kullandı. Hemen arka sıramızdan bir çocuk babasına sordu:
Baba iştiyak ne?
Babası:
"İştirak gibi bir şey oğlum." dedi.
Çocuk yine:
Baba iştirak ne?
......
Yan sıradaki bir hanımefendi gayri ihtiyarı cevapladı:
İştiyak istekli demek evladım.
İşte bizim dilimizin hali pür melali ve karşımızda 130 ülkeden gelen, Türkçe öğrenen, öğrendikçe bizi öğrenen, bizim gibi düşünen gençler. Ne kadar gurur duysak azdır ve bu güzel şöleni izleyip o akşamı yaşayıp gururlanmayan yoktur herhalde.
Dünya bizim dilimizi öğrenirken biz ne yapıyoruz? Yahya Kemal'in 'Türkçem ağzımda anamın ak sütü gibidir.' tarifindeki sütü hep birlikte sulandırıyoruz. Dilimizi hor ve hakir kullanmakla, dil temizliğine dikkat etmeyip özensiz tavırlarımızla tamiri mümkün olmayacak yaralar açıyoruz kültür bünyemizde. Sağlam malzeme ile sağlam inşa yapılabilir. Defolu malzeme ile yapılacak olanlar ise malum.
Bu güzel dili öğrenmiş rengârenk dünya çocuklarını görünce dilimize karşı hoyratlığımızdan biraz da mahcubiyet duydum. Nasıl utanmayız ki?
Bizler değil miyiz İngilizce öğrenme uğruna kendi dilimizi züppeleştiren?
Bizler değil miyiz kendi dilimizin kökleriyle alay edenler?
Bizler değil miyiz kuşdiline benzer eklerle, sellerle, kısaltmalarla kabile ahalisi gibi bir dil kullanan?
Bizler değil miyiz duyduğumuz batı dillerini öğrenmek yerine hayranlık duyan? Ve bu hayranlık ile kültürel istilaya kapılarımızı açarak asıl "Stockholm Sendromu" yaşayanlar biz değil miyiz?
Bizler değil miyiz bu kültürel virüsün yazılı sözlü bütün damarlarımıza dolmasına müsaade edip bundan zevk alan, sonrada bu istilanın lejyonerliğine soyunan?
Bizler değil miyiz dükkânımıza, apartmanımıza, ürünlerimize, unvanlarımıza, alet ve edevatımıza yabancı isimleri, kuyrukları ekleyenler?
Bizler değil miyiz elmanın Altın'ını beğenmeyip Golden'ine rağbet gösterenler?
Biz değil miyiz yıldızın Star'ını seven, gösterinin Show'una kaçan, sıcak çay yerine Ice Tea içen, Türk kahvesine Nescafe'yi tercih eden, kahvaltıyı Branç'a çeviren?
Biz değil miyiz 'Tiki Diline' müsamaha gösterip, yapmayın gençler, böyle kelimeleri mıncıklayıp düşünce dünyamızın temellerindeki tuğlaları kırmak sırça sarayımızı yıkar diyemeyen?
Bilakis tebessüm ve gıpta ile baktığım gençlerimizin dilimizi eşek şakası yaparken sakatlamasına göz yumanlar biz değil miyiz?
Beş on sene sonra baba ile oğlu 'çevirmen' veya 'internetten çeviri' programlarıyla anlaşırsa kimse şaşırmamalı. Niye mi?
Dil kullanımındaki free'lik ile kal gelen çocuğumuzun girl friendi ve kankileriyle ve de staylaları ile oha oluncaya kadar ful tim da reyting rekoruna katkı sağlamalarındaki cool'luk bizi de ohaa yapabilir tımaammı yaannni. 130 ülkeye öğrettiğimiz Türkçenin içinde hello, bayy, muck, cüss, kelimelerini veya oha olmak gibi ne idüğü belirsiz harf ve ünlem oluşumlarını nasıl izah edebilir ve yarın evinizde çocuğunuzla nasıl konuşup anlaşabilirsiniz?
Cevabı, yanıt; delili, kanıt; hakimi, yargıç; şahidi, tanık; zanlıyı, sanık; tespiti, saptama; tercümanı, çevirmen; haberciyi, anchorman; ahlakı, etik; imkânı, olanak; ihtimali, olasılık yapmamız küçük günahlarımızdan sayılır. Şimdi iştiyakı unuttuk, istidat, istimdat, murakıp, musahip, muarız, müşfik, musır, muin, muavenet, istinat, iltibas, iltisak, telakki, melhuz gibi güzelim anlam yüklü kelimeleri unutup İngilizcenin zengin dünyasında bizde karşılanamayan kelimeler olduğundan dem vurup hayranlıkla serenatta bulunup zevkle kendimizden geçiyoruz.
Tefrik, ifrat, tefrit, temyiz, isar, taalluk gibi kelimeleri çoktan geçtik. Sebep yerine kullandığımız neden kelimesi tek başına bir düzineye yakın kelimenin katili olarak aramızda dolaşıyor. Necip Fazıl'ın ifadesi ile 'Kurbağa Lisanı'na çevrilmeye çalışılan güzel dilimizde saik, sebep, amil, müsebbip, vesile, illet, saye, gaye, müessir kelimeleri terk edilmiş hepsinin ayrı ayrı ifade ettiği fark yok edilerek 'neden' kullanılmaya başlanmıştır. Denilebilir ki 'neden' hepsini karşılayabilir. Üstad Necip Fazıl cümle içinde kullanarak şu nefis izahı getirmiştir. "..halis Türkçe bir cümle: 'Türkiye'yi batıran sâiklerin bir müessire bağlanamamasındaki âmil sebep nedendir, nedir?'
Ve işte bu cümlenin kurbağacası:
'Türkiye'yi batıran nedenlerin bir nedene bağlanamamasındaki neden neden nedendir, nedir?"
Bile bile ama şuursuzca dilimizi küçümsüyor, hırpalıyor ve katlediyoruz. Dil öğrenmekle kendi dilimizi iğdiş edip kimliğini, kişiliğini bozmak arasındaki farkı ayırt edemiyoruz, ıskalıyoruz.
Sahih ve sağlam bir Türkçenin ne denli önemli olduğunu 'Türkçe Olimpiyatlarıyla' bir kez daha hatırladık.
Güzel Türkçenin korunması, konuşulması hepimizin vazifesi olduğu kadar 130 ülkede bu dilin öğrenilmesine katkı sağlayan Anadolu insanı ve ona yol gösteren Muhterem Mimara şükran hepimizin borcudur. Yunus Emre Türk Dünyasında bu dilin bayraktarlığını yaparken bu gönül mimarı tüm dünyada bu bayrağı taşımaktadır. Ve bu bayrak hepimizin gölgesine muhtaç olduğumuz bayraktır.
Sakarya'daki programdaki coşku ise ayrıca takdire şayandır. Köylerden, ilçelerden ve civar illerden insanlar akın akın bu şenliğe koşmuşlardı. Ücretsiz ama davetiyeli programı izleyebilmek için davetiyesi olmayanlar aracı bulmaya çalışıyorlar, bir davetiye ile birkaç kişi girmenin pazarlığını yapanları gördük. Allahtan kapılardaki gençler, saha içinde ve dışındaki gönüllü görevliler iyi yönlendirilmiş ve esnek tutumları ile davetiye mantığının maksadına uygun davrandılar. Sonunda 30-40 bin kişilik dev bir coşkuya imza attılar. Programdan dönerken büyük ülke, büyük medeniyet, köklü tarih, âlemşümul bakış, istikbalin muvazene ülkesi Türkiye gibi kavramlar zihnimde canlanmışlardı.
Fethullah Gülen Hocaefendi 'dil'i medeniyetin kristalize olmuş hali olarak tarif edip, Türkçeyi dünya dili yapmanın vacip olduğunu ifade etmiş. Aynı zamanda çok zengin ve güzel bir dil kullanan Hocaefendi'nin Türkçeyi öğrenmenin vacip, iyi kullanmanın sünnet, inceliklerine vakıf olmanın müstehap mesabesinde olduğunu söylemesi dil hassasiyetini anlatması açısından çok önemli bir yaklaşımdır.
Bu istikamette Türkçenin Dünya dili olmasına katkı yapan herkesi, olimpiyat ekibini, öğrencileri, hocalarını ve Sakarya'da bu programı gerçekleştirenleri can-ı gönülden kutlamak lazım. Ben kutluyorum. Helal olsun hepsine.
Hüsamettin Yılmaz, sakaryarehberim.com 

Türkçe ve Türk Mucizesi

Hüseyin Kocabıyık
Hüseyin Kocabıyık
Son yıllarda bazı Avrupalı ve Amerikalı akademisyen ile araştırmacılar Fethullah Gülen ve hareketiyle ilgili benimle mülakatlar yaptılar. Hepsinin anlamak istedikleri husus, Fethullah Gülen'in sahip olduğu bu gücün kaynağının ne olduğuydu. Ben bu kişilere elbette düşüncelerimi anlatıyorum ve arkasından da şunu ekliyorum: Fethullah Gülen, "Evrensel Türk Renösansı"nı başlatan bir Türk mucizesidir. Şekspir nasıl ki İngilizce yazmış, İngiliz gibi düşünmüş ama bütün insanlığın ortak duygularına hitap etmişse, o da bir Müslüman Türk gibi yazan, konuşan ve bir Müslüman Türk gibi düşünen biri olarak tüm insanlığın ortak duygularına, ortak sorunlarına, ortak acılarına yüksek bir sevgi ve uygarlık diliyle, o dilin altına koskoca bir medeniyetin anlam dünyasını yerleştirerek hitap ediyor. Profesör unvanlı Batılı bilim adamları, oturup Fethullah Gülen ve öğretisi üzerine çalıştıkları için, benim ne demek istediğimi gayet güzel anlıyorlar. Bu insanlarla Gülen Hocaefendi'yi konuşurken, ceviz büyüklüğünde beyinleriyle Fethullah Gülen üzerine küfür romanları yazan bizim sözde muharrirlerimiz ne kadar komik geliyor insana, bir bilseniz.
***
130 ülkede bini aşkın okul. Yeryüzünün her bir yerinde dalgalanan Türk bayrağı. Ve o eğitim kurumlarının duvarları arasında dalgalanan bir başka bayrak daha: Türkün ses bayrağı Türkçe. Bulundukları her ülkede bir Türk lobisi olarak örgütlenen çalışkan ve vatansever insanlar. Milyonlara hükmeden, on binlerce adanmış yürek. Bunların içinden daha bir tane suça bulaşmış insan çıkmadı bugüne kadar. Bu insanların her biri, dünyanın farklı kültür ve karakterdeki insanlarının çocuklarına rol model oluyorlar. İçeriği, tınısı, felsefesi Türk ve Müslüman olan bir dünya dili kurmuşlar ve bütün dünya ile bu dil üzerinden konuşuyorlar. Bizi dünyalılaştırıyorlar. Ben tüm hissiyatımdan sıyrılıp bir analiz cümlesi olarak şunu her zaman rahatlıkla söyleyebiliyorum: Fethullah Gülen hareketi, biz Türklerin tarihleri boyunca gerçekleştirdiği tek küresel organizasyondur. Bu organizasyonu değerli kılan ise, yaydığı barış ve sevgi kültürüdür. "Fethullah Gülen bir Türk mucizesidir" derken, yaslandığım objektif dayanaklar bunlardır.
* * *
Fethullah Gülen hakkında tek bir kelimesi bile gerçek olmayan yalanlara inananlara da kızmamak gerekir diye düşünüyorum. İşte çorap söküğü gibi çıktı ortaya, bu ülkede onlarca yıldır bu büyük Türk aleyhine psikolojik savaş teknikleri kullanılarak tezvirat yapılıyor. Sıradan insanların bu ağır taarruza duygularını ve algılarını kapatabilmesi kolay mı sanıyorsunuz? Ama önemi yok, Allah onu koruyor ve kolluyor. Zaman Sokrat için de Galile için de, Hallacı Mansur için de, İmamı Azam için de, Pir Sultan Abdal için de lehte işlemiştir, Fethullah Gülen için de öyle olacaktır ve öyle de oluyor. Kem söz, kem göz olsa ne ki, on beş gündür Anadolu'ya bütün dünyadan dalga dalga mücevher yağıyor. O Türk mucizesinin bulup şekil verdiği her milletten her ırktan, her dinden, her meşrepten yüzlerce çocuk Türklerin vatanında Türkçe söyleyip Türkçe şakıdılar günler boyunca.
9. Türkçe Olimpiyatları daha şimdiden dünyanın en önemli organizasyonları arasında yerini almıştır.
Türk milletine unutulmuş medeni vasıflarını tekrar hatırlatan büyük Türk'e selam olsun!
Hüseyin Kocabıyık, Yeni Asır 

Fethullah Gülen Hocaefendi...

İbrahim Çoban
İbrahim Çoban
Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında herkesin bir fikri var. Kimine göre; ABD ile birlikte Türkiye'yi sinsice ele geçirmeye çalışan tehlikeli bir insan! Kimine göre de;
Batı tarafından kasıtlı olarak 'şiddet' dini olarak gösterilmeye çabalanan 'İslam' dininin sevgi ve hoşgörü dini olduğunu anlatmak için çabalayan gerçek bir mücahit.
Aynı insan hakkında bu kadar zıt düşünceler neden ortaya çıkıyor peki?
Çok basit.
Fethullah Gülen Hocaefendi;
Dünyanın akışını değiştirecek boyutta işlere imza atıyor.
Bugüne kadar Fethullah Gülen Hocaefendi'yle yakından tanışmadım.
Savunduğu düşünceleri derinlemesine incelemedim ve cemaati hakkında da çok net fikirlerim yok.
Üniversite eğitimim sırasında cemaatin içinde yer alan çok yakın dostlarım oldu.
İçlerinde;
Hal ve tavırlarını hiç sevmediklerim de var, her yaptıklarına kefil olabileceklerim de...
Neyse gelelim sonuca.
Milyonlarca insanın gönlünde taht kuran, dünyanın her köşesinde eserleri okunan, yüzden fazla ülkede binlerce Türk okulu açan Fethullah Gülen Hocaefendi'yi ve lideri olduğu cemaati tartışmak niyetinde değilim.
Kaldı ki;
Hakkında kitaplar yazılan bir düşünce liderini, cılız bilgilerim ışığında ve bir günlük yazı ile değerlendirmeye kalkmam.
Bunu yapmak en iyimser ifade ile haddini bilmemektir, şükür ki her zaman haddimi bilmeye özen gösteririm.
Asıl amacım, bu yıl 9.'su düzenlenen 'Türkçe Olimpiyatları' hakkındaki duygularımı sizlerle paylaşmaktır.
Büyük önderimiz Atatürk; "Millet aynı kültürden insanların oluşturduğu toplumdur" der.
Elbette milleti millet yapan unsurlardan birisi de dildir.
Osmanlı İmparatorluğu; 3 büyük kıtada 600 yıl adaletle hüküm süren büyük bir devletti.
Ama maalesef yıkıldı...
Elbette Osmanlı'nın yıkılmasının bir tane nedeni yok.
Ama en önemli neden devlette 'dil birliği' olmamasıydı.
Osmanlı'da bırakın başka uluslar, Saray ile Türk halkı bile aynı dili konuşmuyordu.
Bu yüzden de kimse kimseyi anlayamıyordu...
Oysa sömürgeci ülkeler gittikleri her ülkede önce kendi dillerini öğrettiler.
Osmanlı'ya göre küçücük bir ülke olan İspanya bütün sömürgelerinde resmi dili İspanyolca yaptı.
İngilizler ve Fransızlar da aynısı yaptılar.
Osmanlı'nın çekildiği ülkelerde ise Türkçe bilen insan bulamazsınız.
Ama sömürgeci ülkelerin gittikleri ülkelerdeki yerli halk ise hala onların dilini konuşuyor...
***
Şimdi dönelim Fethullah Gülen Hocaefendi'ye.
Fethullah Gülen Hocaefendi dünyanın neredeyse her ülkesinde bir Türk okulu açıyor.
Sadece ilkokul lise değil, üniversite de açıyor.
Hâsılı bugün için haritadaki yerini bile zor göstereceğimiz ülkelerde Türk okulları var.
Ve oradaki çocuklar mükemmel bir eğitimden geçiyorlar.
Her biri de Türkçe öğreniyorlar, hem de sömürgeci ülkeler gibi baskı ile değil, tam tersine sevgi ile öğreniyorlar dilimizi.
Sadece dilimizi değil, folklorumuzu ve edebiyatımızı da öğreniyorlar.
Korku ile değil, her biri bize sevgi ile bağlılar.
Mezun olduklarında ülkelerinde önemli görevlere geliyorlar.
Düşünün bir kere.
Diyelim ki bir gerekçe ile Papua Yeni Gine'ye gittiniz.
Allah korusun hastalandınız ve hastanedesiniz.
O sırada zenci bir doktor gelip size, "Geçmiş olsun, nereniz ağrıyor?" diye sorsa...
Bu anlattığım bir hayal değildir, yakın bir dostumun başından geçmiş gerçek bir olaydır...
Bu öğrenciler ülkelerinde devlet başkanı bile oluyorlar ve hepsi Türkiye'yi seviyorlar, Türkçe konuşuyorlar, halay çekiyor, horon tepiyorlar.
Bu konuda yazılacak daha çok şey var.
Ama burada keselim ve yazının başına dönelim.
Herkesin Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında bir düşüncesi var.
Bana göre de;
Fethullah Gülen Hocaefendi Osmanlı'nın eksik bıraktığı yanı tamamlayan biridir.
Gülen Hocaefendi baskıyla değil, tamamen sevgi ile dünyanın en ücra köşelerinde bile dilimizi kültürümüzü yaşatacak çiçekler yetiştiriyor.
Allah razı olsun...
İbrahim Çoban, Kent Gazetesi

Türkçe Olimpiyatları, Tefekkür ve Teşekkür

Rahmetli Yahya Kemal Beyatlı "Türkçemiz, ağzımızda annemizin sütü gibidir." sözü ile anne sütünün, taşıdığı hayati bir kıymet ve kutsiyete dikkat çekerek güzelim ve zengin Türkçemizin de Türk milleti nezdinde, hayati bir elmas değer taşıdığını anlatmağa çalışmıştır.
Dil, sosyal bir varlık olan insanın, toplum niteliğine kavuşabilmesi için, hiç kuşkusuz en önemli öğelerinden birisidir.
Bir toplum içerisindeki etkiler, tabii olarak dile yansır. Bir toplumun meydana gelmesinde;tarih, soy, kültür, dil ve inanç, çok önemli temel taşlarıdır.
Dillerin en büyük görevlerinden biri de kültür taşıyıcılığı yapmalarıdır. Diller, bir milletin atalarının kültür miraslarını, o millete ulaştırmada, büyük bir rol oynarlar.
Toplumların anlaşabilmesinde, dillerin büyük önemi vardır. Toplumlar, dilleri sayesinde birbirlerini tanır ve onlarla yakın ilişkiler kurabilirler.
İşte, bu gerçekler doğrultusunda yapılan Türkçe Olimpiyatları da; güzel Türkçemizin, daha da yaygın olarak kullanılabilmesi ve dünyada hak ettiği duruma gelebilmesi açısından, büyük bir fedakârlık ve çalışmanın meyvesidir.
Bu organizasyon; Korucuk'tan çıkıp Anadolu'ya, oradan da tüm dünyaya yayılan "Sonra birden sel olur; köpürür coşar Dadaş" sözüyle bağdaşan, Anadolu'nun, saf ve temiz bir "Bilge İnsanı"nın, çok halis niyetlerle, bir kıvılcım çakıp başlattığı bir hizmet kervanının ürünüdür.
130 ülkeden bin öğrencinin katıldığı ve en iyileri de ödüllendiren bu organizasyon, güzel Türkçemize karşı, yurt dışından büyük bir ilgi ve heyecan uyandırmıştır.
Bu organizasyon, Türkiye'nin ; folklor, şiir, şarkı, türkü, örf, adet ve kültürünün tüm dünya ile temas kurmasını ve onların bizi daha da derinden tanıyıp anlama imkanını sağlamıştır.
Yusuf Has Hacip "İnsanı sultan eden, ölümsüz kılan, savaştan uzak yapan dildir." derken dilin ne kadar önemli bir unsur olduğunu vurgulamıştır.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de "İnsan, dilinin altında gizlidir." buyurarak dilin, nasıl bir işleve sahip olduğunu özlü bir şekilde belirterek dil sayesinde insanların; insanlık değerlerinin, düşünce yapılarının ve karekterlerinin gün yüzüne çıktığını ifade etmişlerdir.
Aslında bir evrensel yaklaşımı da taşıyan bu organizasyon, tüm dünya milletlerine bir sevgi ve hoşgörü mesajı iletmekte, dünya barışına bir yelken açma özelliği göstermektedir.
Büyük ülkemizin yiğit evlatları, ülkesinden binlerce fersah uzaklıkta, eşinden, çocuklarından, akraba ve dostlarından ayrı, vatan hasreti içerisinde, dünyanın dört bir tarafındaki ülkelere giderek oralarda okullar açmış, bir gönül seferberliği ruhu içerisinde, büyük fedakârlıklar göstererek o insanlara, güzel Türkçemizi öğretmişlerse bunu ancak takdir etmek gerekir. İnsan olanlara düşen görev de budur.
Japonya, Angola, Belarus, Finlandiya, Gabon,Bosna-Hersek, ABD, Mynmar, Rusya Federasyonu, Papua Yeni Gine, Fransa, Moğolistan, Güney Kore, Malavi, İngiltere vb. dünyanın 130 ülkesinde, okul açıp oralarda İstiklâl Marşı'mızı söyletip şanlı Bayrağımızı dalgalandırarak buralardaki milyonlarca insana bizim kültürümüzü tanıtıp onların çocuklarına, bizim de ilkokulda büyük bir heyecan ve iştiyakla söylediğimiz:
Tuna nehri akmam diyor
Kenarımı yıkmam diyor
Ünü büyük Osman
Pilevne'den çıkmam diyor.
Düşman Tuna'yı atladı
Karakolları yokladı
Osman Paşa'nın kolunda
Beş bin top birden patladı.
Kılıcımı vurdum taşa
Taş yarıldı baştan başa
Ünü büyük Osman Paşa
Askerinle binler yaşa.
... gibi, bu tarihi türkümüzü söyleterek benim büyük, cennet-mekan, "Pilevne Kahramanı, Gazi Osman Paşa" ecdadımı anarak dünyaya tanıtan, bu gönüllü Türk sevdalı öğretmenlerimizi saygıyla anıyorum.
Hele lise çağlarımızda, kanımızın deli gibi aktığı yıllarımızda, büyük bir şevk, neş'e ve gururla söylediğimiz:
Çırpınırdı Karadeniz
Bakıp Türk'ün Bayrağına
Ah ölmeden bir görseydim
Düşebilsem toprağına.
Sırmalar sarsam koluna
İnciler dizsem yoluna
Fırtınalar dursun yana
Yol ver Türk'ün Bayrağına.
Kafkaslar'dan esen yeller
Şimdi sana selam söyler
Olsun bütün Moskof eller
Kurban Türk'ün Bayrağına.
Ayrı düştüm dost elinden
Yıllar var ki çarpar sinem
Vefalı Türk geldi yine
Selam Türk'ün Bayrağına.
... gibi, büyük Türk Edebiyatı'nın, bu güzel lirik şiirini, yukarıda zikrettiğimiz, 130 ülkenin insanına ve çocuklarına, zengin ve güzel Türkçemin lirizmini, aşılayan, bu gönül erlerimizi, selamların en güzeliyle selamlıyorum.
Yüce Atatürk'ün " Türk Dili, dünyada en güzel, en zengin ve kolay anlaşılabilen bir dildir. Türk Dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Türk Dili, Türk ulusunun yüreğidir, beynidir." ve " Amacımız, Türk Dili'nin öz zenginliğini ortaya çıkarmak onu dünya dilleri arasında, değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmektir." güzel sözlerini gerçekleştiren, bu fedakâr öğretmenlerimizi kutluyorum.
Güzel ve zengin Türkçemizin; Kutadgu Bilig, Diva-ı Lügat-it Türk, Atabet-ül Hakayık, Divan-ı Hikmet, Risalet-ün Nushiyye, Mesnevi, Leyla ile Mecnun, İstiklâl Marşı, Çile, Gençliğe Hitabe vb. yüzlerce Türk hazinelerini, milyonlara anlatan ve öğreten, bu güzel öğretmenlerimizi tebrik ediyorum.
Büyük şairimiz rahmetli Fuzûlî'nin:
Ne dersin rüzgârım böyle mi geçsin güzel hânım
Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım murabbaını,
Beni cândan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan muradım şem'i yanmaz mı musammat gazelini,
Büyük şairimiz Bâki'nin:
Âvâzeyi bu âleme Davud gibi sal
Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sâdâ imiş 'imiş 'redifli gazelini.
Güzel Türkçemizi büyük bir ustalıkla, sonsuz bir lirizmle kullanan, büyük mutasavvuf, halk şairimiz,Yunus Emre'nin:
Her kim bizi yerer ise
Hak dileğin versin ana
Bizlere taş atanlara.
Güller nisar olsun ana (Bizleri yerenlerin dileği kabul olsun, bizlere taş atanlara güller açılsın) gibi, engin anlamlı "hoşgörü" anlayışını, Dünya benim rızkımdır Kavmi benim kavmimdir söyleyişi ile bütün insanları kardeş sayan bu beynelmilel dini, tasavvufi duyguyu.
Büyük vatan şairi, cennet-mekan Âkif'in:
Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor
Bir hilal uğruna yâ Rab ne güneşler batıyor
Tüllenen mağribi akşamları sarsam yarana
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
... gibi, şiiri ile dünyaya nam salmış kahramanlığı ve yüce makam, şehitliği, 130 ülkenin ruhuna nakşeden bu nakkaş öğretmenlerimizi ayakta alkışlıyorum.
Nedim, Şeyh Galip, Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu, Cenap Şehabettin, Ziya Gökalp, Âkif, Necip Fazıl gibi, birçok Türk edebi şahsiyetimizin, güzel ve zengin Türk kültür, duygu ve düşüncelerini, dünyanın on binlerce öğrenci ve yüz binlerce insanına aktaran, halis niyetli bu öğretmenlerimizi takdir ediyorum.
9.Türkçe Olimpiyatlarında; Japon öğrencilerin, depremi Türkçe anlatmalarını, Madagaskarlı Ny Aina'nın, beş ayda öğrendiği Türkçesi ile Necip Fazıl'ın, "Zindandan Mehmet'e Mektup" şiirini, Anıtkabir'i gezen öğrencilere rehberin, "Hangi dilde sunum istersiniz?" sorusuna, hep birlikte "Türkçe" cevabını vermelerini ve Atatürk hakkında sorulan soruları detaylı cevaplandırmalarını, Nazım Hikmet'in "Salkım Söğüt" şiirini okuyan, Yemenli Abeer Al-Radael ve Faslı Leyla Tatari'yi, "Zaman" şiirini muhteşem yorumlayan, Makedonyalı Fjolla Mehmed ve Bosna-Hersekli Sejla'yı, "Bitlis'te Beş Minare" türküsünü seslendiren, Türmenistanlı Şirin Zeyneldinova'yı, sahnede Mısırlı Sahir'in, ekranda Zeki Müren'le söylediği gerçekten de muhteşem olan "Kavuşmak Hayal oldu" şarkısını, Malili Sanata Tira'nın, mükemmel Türkçesiyle yaptığı röportajını, organizasyondaki göz kamaştıran renk cümbüşünü oluşturan, tüm öğrencilerin güzel, fasih ve beliğ Türkçeleri ile sunumlarını sağlayan, dinleyenleri mest eden vb. yüzlerce zengin Türk kültürünün şaheserlerini, 130 ülke öğrencilerine öğretip güzel Türkçemizi dünyaya tanıtan, bu samimi, müşfik ve ihlaslı öğretmenlerimizin önünde saygıyla eğiliyorum.
Ülkemize gelen bu gönüllü barış ve fahri Türk elçilerini, kısır döngüleri ve ufuklarının darlığı yüzünden kabul etmeyenlere karşın; onları seven, bağırlarını açan, Türk'ün misafir perverliğini onlara gösteren bizler, bu pırıl pırıl, tertemiz dünya çocuklarına hoş geldiniz, sâfâ geldiniz, sâfâlar getirdiniz diyor ve onları kuçaklıyoruz.
Selahattin Eyyubi'yi, Alpaslan'ı, Kılıçaslan'ı, Osman Gazi'yi, Murat Hüdavendigar'ı, Sultan Fatih'i, Selim Yavuz'u, Muhteşem Kanuni'yi, Atatürk'ü ve nice Türk hükümdarlarını; Farabi, İbni Sina, Uluğ Bey, Ali Kuşçu, Akşemsettin, Zenbilli Ali Efendi, İbrahim Hakkı, Mimar Sinan gibi nice Türk bilim adamlarını; atları ile İstanbul Boğaz'ını geçen, korkusuz Türk erlerini, gemileri karadan yürüten komutanı, elbiselerdeki kırışıklığı gidermek için "ütü" benzeri bir araç kullanan atalarımızı, Sina Çölü'nü, ordusuyla bir haftada geçerek harp tarihinde rekor kıran veli padişahı; İzmir'in üzümünü, Bursa'nın şeftalisini, Aydın'ın incirini, Amasya'nın elmasını, Alanya'nın muzunu, Malatya'nın kaysısını, Anzer ve Şemdilli balını; Urfa'nın çiğ köftesini, Van'ın kelecoşunu, Bitlis'in biryanını, Bursa'nın iskenderini, Erzurum'un kadayıf dolasını; Trabzon'un horonunu, Elazığ'ın çayda çırasını, Silifke'nin yoğurdunu, Ankara'nın Seymen'ini, Ege'nin Efe'sini, Konyanın hoyratını, doğunun Dadaş'ını; Boğaz Köprülerini, Selimiye ve Süleymaniye Camilerini, Atatürk ve Keban Barajlarını, Çifte Minareli Medrese'yi, Ahlat tarihi mezarlıklarını, Diyarbakır'ın surlarını, Divriği Ulu Camii vb. yüzlerce büyük Türk kültürünü hem öğrencilerine hem dünyaya tanıtan ve öğreten bu yüce öğretmenlerimize şükranlarımızı sunuyoruz.
Johan Vandewalle "Türkçe'deki karmaşık cümle yapısı, beni büyülemektedir. Bazen kendime, 'keşke Chomsky de gençliğinde Türkçe öğrenmiş olsaydı...' diyorum. Eminim o zaman, çağdaş dilbilim İngilizce'ye göre değil, Türkçe'ye göre şekillenmiş olurdu." diyor.
İnşâAllah bu gerçekleşecek ve güzelim Türkçe, dünyada ilim dili haline gelecektir. Bunun emarelerini görüyoruz.
Büyük Türk Hakanı, Karamanoğlu Mehmet Bey'in, 1277'de söylediği "Bu günden sonra divânda, dergâhda, barigâhda, mecliste, meydanda,Türkçe'den başka dil kullanılmayacaktır." güzel sözü de İnşâAllah gerçekleşecek ve zengin Türkçemiz bir dünya dili olacaktır.
Rahmetli Alpaslan Türkeş ve Fethullah Gülen Hocaefendi, 1996 yılında, Fatih Üniversitesi'nin açılışında, birbirlerine içten sarılıp yine birbirlerine samimi iltifatlarda ve samimi sohbetlerde bulunmuşlardır.
Yine rahmetli Türkeş, 09.01.1997 tarihinde, Hocaefendi'ye gönderdiği mektubunda:
" Çok Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi Hazretleri'ne, Efendi Hazretleri, Zat-ı âliniz, milletimizin hayatında, çok yararlı hizmetlerin yapılmasını sağlamış bulunmaktasınız..." diyerek yaptığı hizmetleri anlatmış, bundan Türk milleti olarak büyük bir mutluluk duyduklarını belirtmiş ve kendisine selam, saygı ve sevgilerini sunmuştur.
Rahmetli Bülent Ecevit de 01.04.1998 yılındaki bir beyanatında, Fethullah Gülen Hocaefendi'ye destek vermiş, açılan okullarda laikliğe aykırı eğitim verilmediğini ve Gülen Hocaefendi' nin de laiklik için tehdit oluşturmadığını, aksine güvence olduğu yönünde açıklamalarda bulunmuştur.
Yurt dışından ve yurt içinden, birçok bilim ve devlet adamı, sanarkârlar, sivil toplum kuruluşları vb. hep Muhterem Hocaefendi'yi övmüşler, hizmetlerinden dolayı onu, tebrik ve tahsin etmişlerdir.
Muhterem Hocaefendi, ülkemizde ve yurt dışında milyonlarca insanın takdirini kazanıp övgü ve dualarına mazhar olmaktadır.
İranlı büyük veli, Ebu İshak Şirazi Hazretleri, "Allah, bir kulunu severse ona iki nimet verir. Birincisi; sevdiği kulunu tanıtır ve sevdirir. İkincisi; insanların dünya ve ahiretine faydalı olan bir işte çalıştırır." buyurmaktadırlar.
ABD'li yazar sosyolog, Prof. Helen Rose, " Türkiye'de ve yurt dışında, 7 ile 10 milyon insan, gelirlerinin % 10 'unu cemaate bağışlıyor . Bu oran, kişinin maddi durumuna göre yükseliyor" diyor.
Türkiye'de 1000, yurt dışında 1000, toplam 2000 okulun olduğunu belirterek yapılan bağışları da; "Türk kültüründe var olan değerler, İslamiyet'te almak yerine vermek konsepti, sadaka, vakıf sistemindeki temel islami değerler, misafirperverlik gibi değerleri insanlar benimsedikleri için bu fedakârlığı yapıyorlar, bu insanlar bu kurumlara ve okullara sahip çıkıyorlar." diyor.
Okey taşının ve kağıtın göbeğine vurup parkta masada, sigarayı boğumlayıp ahkam kesen gafil; sen, eşini çocuklarını alıp mesire yerlerinde mangal sefası sürerken İzlanda'nın -30 derece dondurucu soğuğunda; sen Çeşme, Bodrum ve Marmaris'te, yatlarla deniz sâfâsi sürerken Angola'nın +40 derece kavurucu sıcağında her türlü imkandan mahrum; sen, sayfiye yerlerinde yabancı turistlerle, elinde kadehle köpük banyosu yapıp altında, 300-400 milyarlık son model otomobillerle âlem yaparken Etyopya'nın bakımsız ve tozlu şehrinde; sen hafta sonunu tatilini, Paris'in gözde mekanlarında, Kanarya Adaları'nda, Canberra, Everland, Tokyo Disneyland, Eure Park vb. mekanlarda, keyf çatıp katıla katıla eğlenirken Vietnem, Mali, Moğolistan, Özbekistan vb. ülkelerde, ağır sıkıntılar çekerek fedakârca, büyük Türk Medeniyeti'ni, güzel ve zengin Türkçemizi, dünyaya tanıtan ve oralarda birer fahri elçilik görevi yapan bu asil, yüce, kahraman Türk öğretmenlerimizi övmek, kutlamak, takdir etmek gerekir.
Bütün bu fedakârca çalışmaları görmek istemeyip gözündeki siyasi taassup gözlüğüyle bakan ve her şeyi onunla değerlendiren, sefahat ehli zavallı!..
Bari bu halis hizmetleri, rahmetli Türkeş ve Ecevit'in, yüce Türk milletinin, bakış açılarıyla gör ve değerlendir. Elini vicdanına koy, gafletten uyan, gözünü aç.
Gölge etme, başka ihsan istemiyoruz. Kin tutmakla, miskin miskin yatmakla, dedikodu yapmakla, tembellikle, bu büyük hizmetler yapılmıyor. Çalışmak lazım, fedakârlık lazım...
Yunus Emre'nin "Giderdim gönlümden kini / Kin tutanın yoktur dini" güzel sözüne bari kulak ver. Bunu kendine rehber edin. Bari diken olma, gül ol, bu gönül erenlerinin yolunda.
Unutma ki "Mısır'a sultan olmanın yolu, kuyudan geçer."
Mevlânâ, "Nasıl olur da deniz, köpeğin ağzından pislenir, nasıl olur da güneş üflemekle söner?" dememiş midir?
Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi !..
Zat-ı âlinize, bu hizmet kervanında, maddi ve manevi katkısı olanlara, yurt içi ve yurt dışında görev yapan fedakâr gönül erleri öğretmenlerimize, sizi ve bu hizmeti, halisâne destekleyen tüm dostlarınıza, en kalbi saygı ve sevgilerimizi sunuyoruz. Allah'a emanet olunuz, Allah yardımcınız olsun. Yolunuz açık olsun. Âmin, Âmin, Âmin !..
Mustafa Damlarkaya, Erzurum Gazetesi