Montag, 4. Juli 2011

Güzel Bir Rüya Gibi...

Çetin Altan
Çetin Altan
Bizim Göztepe'deki dubleks dairenin alt salonu, birden Afrika'dan Malili, Nijerli; eski Yugoslavya'dan Makedonyalı, Bosna-Hersekli gencecik kız ve erkek sanatçılarla doluverdi.
* * *
Dubleks dairenin üst katından alttaki salona, tahta merdivenlerden ağır aksak inmeye başladığımda; hepsi birden, yaşıma hürmeten ayağa kalkmışlardı...
* * *
Bendeniz; ne "resmi tavırlı" rutinleşmiş, protokolümsü hareketlerden hoşlanırım, ne de onun uzantısında yapay ve yapıştırma konuşmalardan...
* * *
Önce:
-Oturun be oturun, diye bağırdım; sonra da Afrikalı ve Makedonyalı güzel mi güzel gencecik kızların bellerine sarılarak, yanaklarından birkaç kez öptüm.
* * *
Böylece resmiyet de, bir anda kayboluverdi.
* * *
Erkam Tufan Aytav'ın, 130 ülkenin katıldığı "9. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları"ndan lütfedip getirdiği 6 kişilik grup, gerçekten gönül denizlerine vuran birer güneş ışığıydı.
* * *
Makedonyalı Aida, sopranoları kıskandıracak bir sesle o kadar güzel okudu ki "Sarmaşık gülleri" şarkısını...
Sanki yüreğim kanatlandı, şarkısıyla birlikte uçup gitti ufuklar ötesine...
* * *
Malili Kadiatou Coulibaly'yi görecektiniz; kıpır kıpır cilveli, sıcacık Afrikalı bir kızdı.
Hiç tavrını değiştirmeden okuduğu "Gül pembe" şarkısını; peş peşe yüz kez daha okusa, yine de bir kez daha dinlemek isterdim.
* * *
Kadiatou Coulibaly'nin yanında oturan, Malili Sanata Thera ise; düzgün mü düzgün bir Türkçe ile Tanrı'ya dönük mistik bir şiir okumaya başladı.
Şiirin adı, Türkçeleştirilmiş bir dua başlangıcı gibiydi; "Beni yalnız bırakma"...
* * *
Vekas, Bosna-Hersekli bir delikanlıydı.
Okul müdürünün karşısındaki bir öğrenci gibi, sessiz sakin, kendi halinde oturuyordu...
* * *
Ona takılmaya başladım:
-Neden öyle hiç gülmüyorsun, hadi gül konuş sen de biraz...
Sonunda dayanamadı, neşeli ortama katıldı o da...
* * *
Arada bendeniz de, bet sesimle okuldan kalma şarkılar söyledim 4-5 saniye...
* * *
Abdurahman ise Nijerliydi, bir doktorun oğluydu; upuzun boylu ve yakışıklıydı; Türkçe de öğrendiği okulunu anlattı.
* * *
Makedonyalı Fzolla, en küçük torunum Tuğçe gibi ufak tefek, ama çok sevimli ve güzeldi.
"Benim" diyen bir edebiyatçıya, nal toplatacak kadar harika bir tonlamayla şiir okuyordu.
Okuduğu şiir, bir anneye hitap ediyordu ve adı da; "Bu bayram da gelemedim"di...
* * *
Ona da takıldım:
-O "hasret" şiiri, anneden çok bir sevgiliye daha yakışıyor, dedim.
Ve Faruk Nafiz'den bir "aşk" şiiri okudum ona ben de...
* * *
Solmaz, sanatçı misafirlerimizden kendi ana dillerinde de şarkılar söylemelerini rica etti...
* * *
Afrikalı genç dostlar, o kadar içten söylediler ki kendi yerel şarkılarını...
Bir refleks olarak, alkışladık da alkışladık...
* * *
2 saate yakın bir süre, "dünya vatandaşlığı"nın iyice benimsenmiş olduğu 22'nci yüzyılı yaşadık sanki...
* * *
Sanatçı genç misafirlerle, bol bol da resim çektirdik...
Erkam Tufan, onları benim mütevazı yazı odama da getirdi.
Kitaplıktaki kitaplara baktılar.
Bendenizinkilere ait bir rafı görünce de, hafif bir sesle sordular:
-Bunların hepsini siz mi yazdınız, diye...
* * *
Kabahatini affettirmek ister gibi, gülümsemeye çalıştım:
-Evet, dedim.
* * *
Erkam Tufan Aytav lütfedip, geçen yıl da yine genç bir grup getirmişti "Türkçe Olimpiyatları"ndan...
* * *
Erkam'la, ne kadar da çabuk geçtiğini konuştuk koca bir yılın...
* * *
Afrika da, "uzay çağı"nın, füzelenmiş bir mucizesi olmaya aday...
Kenyalı bir aile kökeni olan Barack Obama'nın ABD Başkanlığı; tarihte rastlanmamış bir devrimin, ilk müjdesi...
* * *
Ankara'dan yansıyan siyasal haberler, sürdüre dursun zotuna zotluğunu...
* * *
Birkaç saatliğine de olsa; kendi evinin küçümen sayılacak bir salonunda, 22'nci yüzyılı yaşamak; o kadar da güzel bir rüya ki...
Çetin Altan, Milliyet