Montag, 4. Juli 2011

Dostluk Ne İşine Yarar Bu Çocukların...

İhsan Toy
İhsan Toy
En son diyeceğimi en başta söyleyeyim; Okumakta olduğunuz bu yazı üzerime düşen borcun ödenmesidir. Eğri gördüğünü ve yanlış bulduğunu eleştirmek kadar, doğru bulup takdir ettiğini övmek de yazarın sorumluluklarındandır.
Geçenlerde Türkçe Olimpiyatları ile ilgili Radikal Gazetesi yazarı Hakkı Devrim'in "Bre insafsızlar!"nidasından sonra "Türkçe ne işine yarar bu çocukların" sualini okudum köşesinden
Doğrusu başta, dil ve kültür adamı Hakkı Devrim'in bilip bilmemezlikten gelme (tecahül-i ârif) yoluyla nükte yaptığını sandım. Yanılmışım, değilmiş.
Komşumuz Erkam Tufan Aytav Bey de 24 Haziran tarihli yazısını konuya ayırmıştı.
...
Yapmayın Hakkı Bey.
Anglosaksonların içinden birileri, ülkelerinin dışında lisanlarını yabancılara öğretirken "İngilizce ne işine yarar bu çocukların?" diye sormuş mudur?
Ya da bir zamanların popüler dili Fransızcayı sömürgelerinde yaygınlaştırıp arkalarında Frankafon (francophonie)topluluklar bırakan Fransızlar "Bu dil ne işine yarayacak şu veletlerin?" diye düşünme gereği duymuşlar mıdır?
Veya Fransızca konuşan elliden fazla ülkenin oluşturduğu uluslararası birlik olan La Francophonie üyeleri aynı suali soruyorlar mıdır kendilerine?
...
Yapmayın Hakkı Bey, insaf edin.
Fransız Dışişleri Bakanlığı, İstanbul'daki Fransız Kültür Merkezi gibi dünyanın her yerinde yüze yakın Fransız kültür kurumundan meydana gelen ağı spor olsun diye mi kurmuştur?
1991 yılında İspanyol Devleti tarafından İspanya'nın ve İspanyolca konuşan diğer ülkelerin dillerini ve kültürlerini öğretmek ve tanıtmak amacıyla kurulan Cervantes Enstitüsü, dört kıtada 40'tan fazla merkezde, şu sıralarda ekonomisi zorda olan İspanya'nın paralarını çarçur etsin diye mi faaliyet göstermektedir?
Veya Almanya'nın, 92 ülkede şubesi bulunan 149 Goethe Enstitüsü'ndeki istihdamı "laf olsun torba dolsun" kabilinden mi harıl harıl çalışmaktadır? Enstitü 50 yıldır ülkemizde "Almanca Türkiyeli çocukların ne işine yarayacak?" sorusunun cevabını mı aramaktadır?
...
Nihayet 2000'li yıllarda konunun önemini fark ederek kurulan ve amaçları arasında "Türkiye'yi, kültürel mirasını, Türk dilini, kültürünü ve sanatını tanıtmak"ın da bulunduğu Yunus Emre Enstitüsü'ne bu ülke boşuna mı emek veriyor?
Yani yaklaşık 22 yıldan beri Türkiye, yürüttüğü "Büyük Öğrenci Projesi" ile parasını çöpe mi attı?
Yapmayın Hakkı Bey, insaf edin. Vurun ama bari buradan vurmayın.
...
Aslında yazı başlığını "Kamu diplomasisi unsuru olarak dil" şeklinde atıp, dipnotlarını, alıntı ve aktarmalarını da ekleyerek aşağıdaki gibi uzunca bir "yumuşak güç" çözümlemesine de gidebilirdim:
"Öncesinde (1945) şekillenmiş soğuk savaş ile ifadesini bulan çift kutuplu dünya 1990'lı yıllardan sonra ABD tarafından hegemonyal tarzda tek kutuplu hâle sokulmaya çalışılmıştır. Ancak 2000'li yıllardaki sosyal, ekonomik ve siyasi gelişmeler çok kutuplu geleceğin teşekkül ettiğini göstermektedir.
Gelinen durum, askeri veçhesi NATO ve Varşova Paktı olan ABD ile SSCB'nin iki kutuplu dünyasının düaliteli doğasına göre merkezde bina edilip, çevre ülkeler tarafından da uyulan kapitalist-komünist, iyi-kötü, dost-düşman, biz-ötekiler gibi basit, düz ve kolay; siyah-beyaz politika yapma geleneği, yerini çevreden merkez ülkeye doğru önce siyah, gri ve beyaz politikaya, ardından da renkli yani çok boyutlu politika inşa etme anlayışına bırakmıştır.
1990'lı yıllara kadar uluslararası ilişkilere hâkim olan, bir kutuptaki devletin monolog ve buyurgan tarzdaki kararlarının ait olunan kutbun çekimindeki diğer devletler tarafından uygulanması geleneği/zorunluluğu yeni dönemde yerini, diyalog ve iknaya bırakmaktadır. Ufukta beliren çok kutuplu dünya inşasına, teknolojilerin sosyal hayat ve teknik alanlarda yaygın kullanımıyla hızını arttıran küreselleşmenin de eklenmesiyle yeni bir çağın belirtileri öne çıkmakta.
Her çağ, şekillenip somutlaşırken, kendisi ile birlikte kavramlarını, deyimlerini dolayısı ile dilini, sosyolojisini, ekonomisini, normlarını ve hukukunu da (yavaş yavaş) vizyona taşır. Tebellür eden her yeni, kaçınılmaz olarak önceki paradigmal çerçeveyi aşındırırken kendi paradigmasını inşa eder..."
Ama tarzı ve uzunluğu ne bu format kaldırır ne de okuyucu.
O yüzden birinci tekil şahıstan yazmayı sürdürelim.
Ekranda 9. Türkçe Olimpiyatları'ndaki horon tepen kızlı erkekli siyahi folklor ekibini görünce tuhaf bir duyguya kapıldım. Çünkü karşılaştığım tablo tam Karadeniz fıkrası gibiydi. Biraz komikti ama çokça içtenlik ve samimiyet taşıyordu. "Gara uşaklar" Afrika'nın Sahra Altı'nda horon tepip çalışmışlar ve başarılarını göstermek için ülkemize gelmişlerdi.
Üstelik tanışıklıklarıyla barışıklığı besliyorlardı.
Sadece bizim dilimizi öğrenmiyorlardı ki. Lisanımızda siyahileri ifade eden "zenci" kelimesinin hiçbir kullanımında ırkçılık ve aşağılama içermediğini, dolayısıyla ırkçılığın bu coğrafyada ve kültürümüzde Batılı anlamıyla kök salamadığını da öğreniyorlardı.
Türkiye ile çıkarları çatıştığı için Fransız propagandası olarak yayılmaya çalışılan "Afrika'da köleliği ilk başlatanlar Osmanlı Leventleridir" tezinin propagandadan ibaret olduğunu da anlıyorlardı.
...
Anadolu'nun birçok yerinde, illerin fedakâr insanlarınca finanse edilen Türkçe Olimpiyatları profesyonel kamu diplomasisi faaliyeti ya da kapitalist kültür ihracı çabası değil aksine içten-özden gelen ve paylaştıkça artan dostluk-kardeşlik seremonisidir.
Önümüzdeki on yıllarda, dil - kültür eksenindeki bu çabaların kelebek etkisini, çarpan etkisini ve çığ etkisini göreceğiz. Birincisine sadece 17 ülkenin katıldığı Türkçe Olimpiyatları'na bu yıl 130 ülkenin katılmış olması bunun en güzel ispatı.
Sevgili Hakkı Devrim hâlâ "Türkçe ne işine yarar bu çocukların?" diye sorarsa da "Biz yabancı dil öğrenemiyoruz. Bari dünyaya dilimizi öğretelim ve problem ortadan kalksın" diyeceğim.
İhsan Toy, Haber7