Isvicreli Yazar Thomas Fuster yüksek trajli "Neue Züricher Zeitung"- Gazetesinde Fethullah Gülen Hocaefendi ve çevresinde birleşen Hizmet Harekatı hakkında geniş bir haber yayınladı. Haberin geniş özeti:
Thomas Fuster, Istanbul |
Fethullah Gülen –
İslami hoşgörü ve sevgi vaizcisi tartışmalara yol açıyor.
Türkiye’de,
İslami dindarlık ve modernitenin tarafını tutma ile çelişmeyen yeni bir elit
kendini kabul ettiriyor. Bu elit kesimin zihni oryantasyonunu ise kendi
hareketinin de tartışmalara yol açtığı Fethullah Gülen sağlıyor.
İstanbul’un
Ümraniye semtindeki Anafen Okulu öğrencilerinin yapacak çok işi var. Zira, bir kaç hafta sonra gerçekleşecek olan ülke
çapındaki bilim olimpiyadında alınacak çok sayıda derece var. Laboratuvardaki
çalışmaları na da buna uygun olarak konsantre
oluyorlar. Özel okulun ünü mükemmel. 550 öğrenciye sahip okul milli
karşılaşmalarda aldığı mükemmel sonuçlarla düzenli olarak parıldıyor. Sadece
bilim ve müzik ağırlıklı derslerde değil. rahat spor üniformaları içindeki
öğrenciler yurtiçi masa tenisi karşılaşmalarında elde ettikleri zaferle gurur
duyuyor.
Dünyaya açık İslam
Okul müdürünün
odasında ödüller ve kupalar düzenli bir şekilde dizilmiş. Beş yıldır faaliyette
olmasına rağmen okul, modern altyapısı itibariyle Batı Avrupa ülkelerindeki
özel okullarla boy ölçüşebilecek durumda. Müdür, okul parası için yıllık 9 bin
Euro gibi yüksek bir miktara rağmen sınıfların büyüklüğü düşünülerek tespit
edilen 25 öğrenci sayısını arttırmayı gerektirecek kadar çok sayıda öğrenci
alınmasında pek tabii ki okulun başarılarının bir rol oynadığını, ancak okulun
başarılarından daha önemli sebebin verilen ahlaki değerler olduğunu
söylüyor. ‘İstiyoruz ki, her çocuk toplumun
değerli bir üyesi olsun. Biz; geleneği, kültürü ve inancı koruyan bir serayız’
Okul müdürü, bu değerlerin kökünün İslam’da olduğunu saklamıyor.
Anafen Okulu,
Fethullah Gülen’in düşünce varlığından ilhamla yapılmış bir okul. Türkiye’nin
doğusundaki Erzurum ilinden gelen vaiz ve yazar
1998 yılından bu yana ABD’de, Pensilvanya’da yaşıyor. Aynı zamanda da
Türkiyenin en etkin şahsiyetlerinden biri. Neredeyse hiç mülakat vermeyen
mütevazı ve münzevi yaşayan imam, memleketindeki sosyal gelişmlere ilişkin bazen
görüşlerini açıkladığında yerel gazetelerin ilk konusu haline geliyor. 70
yaşındaki adamın sözünün ağırlığı var. Ve bu ağırlık onun adıyla tanınan ve
onun düşünce varlığına karşı kendini sorumlu hisseden hareket ve okullar
üzerinden milyonlarla çarpılıyor.
Gülen, İslam’ın ilerlemeci okumaya tabi tutulmasından yana. Modernite ve İslam inancının Türkiye’de bugüne kadar laikler tarafından resmedildiği üzere tezat oluşturduğuna inanmadığı gibi ‘Kültürlerin Çatışması’ tezine de inanmıyor. Tasavvuf ve maneviyatçılık izleri taşıyan fikirleri hümanist idealler temelinde bir inancı salık veriyor. Bu inancın merkezinde sevgi ve hoşgörü, dinlerarası diyalog, topluma gönüllü hizmet, insan sevgisi ve bilhassa eğitim bulunuyor.Gülen bu fikirlerini 60’lı yılların başında Türkiye’nin batısındaki İzmir ilinde imam olarak yaymaya başladı ve o gün bugündür taraftarları giderek artıyor.
Hiyerarşi yok
Gülen’in 60’ı
aşkın kitabını karıştıran ve içinde onun dayanışma, barış ve –protestanvari-
azim çağrısı bulanlar, konuşmalarında sık sık gözyaşlarına boğulan bu hassas
din adamının etrafında dönen kavgayı zor anlar. Ne var ki, kemalist çevreler,
daha çok demokrasi, piyasa ekonomisi, azınlıkları koruma, Türkiye’nin AB
üyeliği lehine taraf olan bu alime güvenmiyor.Dışarıdan bakınca uyumlu izlenimi
bırakan hareketin kendi içinde çok daha iktidar bilincine sahip ve daha
misyoner olduğunu ileri sürüyorlar. Şüpheler, hareketin gizli bir tarikat gibi
sessizce ve komplo ile kendi temsilcilerini önemli mevkilere yerleştirerek en nihayetinde
devletin kontrolünü ele geçirmeye çalıştığı yönünde.
Gülen bu
suçlamayla yıllardır karşı karşıya. Kalp
ve şeker hastası olan vaizin ABD yolculuğu da biyografisinin resmi anlatımında
olduğu gibi sadece hastalık sebebiyle değil, siyasi baskı neticesinde
gerçekleşti. Zira Türkiye’de katı laik devlet düzeninin geleneksel savunucusu
olan ordu, 1997 yılında başbakan Erbakan’ı islamcı zihniyete sahip olması
dolayısıyla geri çekilmeye zorlarken, şartlar Gülen için de zorlaşmıştı. 1999
yılında gizlice kayda alınmış olan ve Gülen’i taraftarlarını devletin yapısını
değiştirmeye çağırdığını gösteren bir video henüz yayınlanmadan Gülen ABD’ye
gitti.
Gülen’e göre
anlamları birbirinden koparılarak montaja tabi tutulan video, 90’lı yılların
sonlarındaki siyasi iklimde şüphesiz devlet düşmanı faaliyetlerden dolayı
tutuklamayı beraberinde getirebilirdi. Bu eleştiriciler tarafından bugüne kadar
hareketin gizli ajandası olduğuna dair bir ispat olarak dillendirilegeldi.
Ancak güvensizlik hareket ağının zor anlaşılıyor olmasından da kaynaklanıyor.
Zira Gülen Hareketi taraftarlarının ‘hizmet’ olarak adlandırdıkları yapı her
türlü hiyerarşik yapıdan yoksun. Ne resmi bir isim be bir adres ne de bir
sekreterlik söz konusu. Hareket ağını neyin bir arada tuttuğu dışarıdan biri
için bir muamma. Hareketi eleştirenler bazan katolik örgüt Opus Dei ile
kıyaslamalarda bulunuyorlar.
Binden fazla okul
Binden fazla okul
İlk elden bilgi almak için kapısı çalınabilecek tek adres Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı (GYV) Vakıf 1994 yılında içinde Gülen’inde bulunduğu bir grup tarafından kuruldu. Gülen vakfın onursal başkanlığını yürütüyor. Hareketin asıl temsiliyetini sağlayan vakıf, örneğin Gülen onuruna düzenlenen bir törende bulunamadığında vakfın temsilcileri devreye giriyor. Vakıf, İstanbul’un doğu yakasındaki Üsküdar semtinde bulunuyor. Hareket Türkiye’yi de aşıp her kıtada yayılmasına rağmen ne Türkiye’de ne de başka ülkelerde başka merkezi bulunmuyor.
Ahmet Muharrem Atlığ üç yıldır GYV’de çalışıyor. 40 yaşındaki ilahiyatçı, Gülen Hareketi’inin büyüklüğüne dair net hiç bir şey söyleyemiyor. 130 ülkede Gülen’den ilhamla kurulmuş okullar varmış, dünya çapındaki okul sayısı bini aşıyormuş. Bu özerk organizeli okullar arasında doğrudan ilişki olmadığı gibi herhanhgi bir çatı örgütü de söz konusu değilmiş. Taraftarların sayısı hakkında ise sadece spekülasyon yapılabileceğini söylüyor. Bununla birlikte iki sene önce yapılan bir anket dört Türkten üçünün Gülen’i memnuniyetle karşıladığını ortaya koymuş. Bu yüzden kitapları da bestseller imiş.
Bu vakıf için önemsiz değil; zira vakıf giderlerinin yarısını iddia edildiğine göre kitap satışıyla, diğer yarısını ise bağışlarla karşılıyor.Atlığ, bir İmam-Hatip Lisesi mezunu. Başbakan Erdoğan’ın da okuduğu devletin imam yetiştirmek için açtığı bir okul. Gülen’in şahsi bir görüşmeleri esnasında verdiği öğüdü üzerine başka ülkeleri ve dinleri tanımak üzere bir kaç yıl Londra’da imam olarak çalışan ilahiyatçı, geri döndüğünden beri vakıfta dinlerarası diyalog projelerinde yer alıyor. Türkiye’nin bir zamanlar sahip olduğu bir çok zenginliği kaybettiğini söyleyen Atlığ, bir zamanlar bu ülkede çok sayıda Hıristiyan, Yahudi ve diğer dinlere mensup insanları bir arada yaşadığını, ancak bugün durumun farklı olduğunu, bir çok Türkün diğer dinler hakkında çok az bilgiye sahip olduğunu ifade ediyor.
Köprü kurucu
Gülen dinlerarası diyaloga onyıllardır büyük önem veriyor. 1998 yılında Papa 2. Paul tarafından şahsi görüşmeye davet edilen entelektüel, Ortodoks Hıristiyanların veya Yahudilerin liderleri ile de sıkı irtibat içinde. 11 Eylül saldırılarını ise amerikan gazetelerinde ilan vererek kınadı. Komplo teorilerinin daha bir bol filiz verdiği Türkiye’de bunlar ona sadece dost kazandırmıyor.
Aşırı laikler
tarafından İslamcı ve Kaide’nin müttefiki olarak suçlanırken, köktenci
İslamcılar ise onu gizli kardinal ya da görevi İslamcıları gemlemek olan ABD
ajanı olarak görüyor. Eğer bir insan dini yelpazenin iki aşırı ucu tarafından
aynı şekilde reddediliyorsa, herhalde onun da ölçülü İslam’ın orta yolunda
hareket ediyor olması gerekir. Bu tahmini GYV’nin mekanlarında Türkiye’de
polemiğe yol açan başörtüyü taşıyan ve taşımayan kadınların yanyana çalışıyor
olması uyuyor. Gülen hayata dair somut meselelerde olduğu gibi bu meselede
depragmatik bir yaklaşım sergiliyor. Başörtüsüyle üniversite okumak yasak
olduğu için, başörtüsü ile iyi bir eğitim arasında seçim yapmak zorunda
olanların eğitimi seçmesi gerektiğini dile getiriyor.
Bu tarz bir pragmatizm
Fethullahçılar olarak tanımlanan Gülen taraftarlarının etrafındaki tartışmanın
kısa süre önce sivirilmesini pek fazla etkilemedi. Tartışmanın sivrilmesinde bu
yılın ilk aylarında gazeteci Ahmet Şık’ın Ergenekon Davası çerçevesinde
tutuklanması rol oynadı. Gazetecinin hükümeti devirme planlarına karışma
suçundan tutuklanması saçma bir görüntü arzedince, Erdoğan’ın yönettiği hükümet
ile Fethullahçılar arasında sıkı irtibat olduğunu tahmin eden hükümet
muhalifleri Gülen Hareketi’ne eleştirel yaklaşan bir kitabın tutuklamada etkili
olduğunu ileri sürdüler. Şık, ‘İmamın Ordusu’ adlı kitabında Türk polisinin
Gülen’i temsil edenler tarafından ele geçirildiği ve dindar güvenlik
kuvvetlerinin adeta devlet içinde devlet oluşturma aşamasında olduğu tezini orta
atıyordu.
Laikliğe eleştiri
GYV’nin araştırma merkezinden Ümit Göker, bu tarz suçlamaları çok iyi biliyor. Gülen’İn kimseye yaranamadığını, kimilerinin gözünde çok dindar, kimilerinin gözünde az dindar, bazıları için çok milliyetçi, bazıları için az milliyetçi olduğunu söyleyen Göker, bu sonsuz suçlamaların arkasında en nihayetinde dini tehdit olarak algılayan bir devlet ideolojisinin olduğunu belirtiyor. Türkiye’nin maalesef ABD’de olduğu gibi devletle dinin kesinlikle birbirinden ayrıldığı pasif laikliği tanımadığını dile getiren Göker, Türk laklik yorumu devletin daha ziyade dini katı bir kontrol altında tutmasını öngörüyor. Göker, bu ‘Halk için iyi ne ise ona biz karar veririz’ söylemiyle hareket eden anti demokratik konsept için cumhuriyetin kurucusu Atatürk’ün de sürekli baş tanık olarak istismar edildiğini dile getiriyor.
Laikliğe eleştiri
GYV’nin araştırma merkezinden Ümit Göker, bu tarz suçlamaları çok iyi biliyor. Gülen’İn kimseye yaranamadığını, kimilerinin gözünde çok dindar, kimilerinin gözünde az dindar, bazıları için çok milliyetçi, bazıları için az milliyetçi olduğunu söyleyen Göker, bu sonsuz suçlamaların arkasında en nihayetinde dini tehdit olarak algılayan bir devlet ideolojisinin olduğunu belirtiyor. Türkiye’nin maalesef ABD’de olduğu gibi devletle dinin kesinlikle birbirinden ayrıldığı pasif laikliği tanımadığını dile getiren Göker, Türk laklik yorumu devletin daha ziyade dini katı bir kontrol altında tutmasını öngörüyor. Göker, bu ‘Halk için iyi ne ise ona biz karar veririz’ söylemiyle hareket eden anti demokratik konsept için cumhuriyetin kurucusu Atatürk’ün de sürekli baş tanık olarak istismar edildiğini dile getiriyor.
“Gülen bu eğri
lakilik anlayışı karşısında insanların gözünü açtı ve onları sivil toplum isteği
konusunda hassaslaştırdı” diyor Göker. Ancak ilerleme çabasındaki bir orta tabaka
birden bire demokratik haklarını talep edince ve iyi eğitim imkanı söz konusu
olduğunda bu artık sadece ince bir üst tabakanın önceliği olmayınca eski devlet
eliti sinirleniyormuş. ‘Resmi Türkiye’de dindarlık onyıllarca gerilikle eş
tutuldu.’ Gülen’in ise taraftarlarını çalışkanlığa, sürekli öğrenmeye ve
eğitime çağırdığını belirten Göker, inanç ve bilimin sadece uyumlu değil, aynı
zamanda tamamlayıcı olduğunu Gülen’in vurguladığını söylüyor. Bu anlayış sadece
Gülen okullarında hayat bulmuyor. Bunun yanında Gülen Harektinde uzun zamandır
hastaneler, bankalar, sigorta şirketleri, şirket birlikleri, medya holdingleri
var. Bu kuruluşların Gülen’in düşünce varlığına olan yakınlığı Anafen okulunda
olduğu gibi çoğunlukla saklı tutuluyor. Vaizin fotoğrafını sınıflarda aramak
boşuna, ders planında dini dersler yok, kızlar ve erkekler aynı sınıflarda ders
görüyor. Özel okul sıkı bir şekilde devletin eğitim planını takip ediyor ve bu
plan din dersini yasaklıyor. Peki bu şartlarda farklı olan nedir?
‘Öğretmenlerin fedakarlığı’ diyor okul müdürü.Burada hiç kimse sadece maaş için
çalışmadığını, daha yüksek hedeflerinin olduğunu söyleyen müdür, bu yüzden de
boş zamanlarında öğrencilerle ve velileriyle buluştuklarını, bunun okul
zamanını da aşan kalıcı bir bağı beraberinde getirdiğini ifade ediyor.