Donnerstag, 30. Juni 2011

Fethullah Gülen'in Nazım Hikmet vefası...

Fethullah Gülen'in çalışmalarını uzun zamandır izliyorum. Türkiye Sevdası'nın bu kadara büyük olduğunu tahmin etmiyordum. Hele insan sevgisinin tüm insanlığı kuşatacak kadar büyük olduğunu hiç düşünmemiştim. İzmir'deki Türkçe Olimpiyatları törenine gidene kadar da farklı düşünüyordum. Genel Yayın Yönetmenimizin gönderdiği davetiyeyele gittim. Atatürk Stadı'na yıllar önce bir kez gelmiştim. Bir daha geleceğimi hiç sanmıyordum ama Türkçe aşkım nedeniyle biraz da meraktan geldim.

Çok şaşırdığımı söylemek istiyorum. Gerçekten çok şaşırdım.
 Atatürk Stadı'nın doldurulacağına inanmamıştım, tıka basa dolu görünce inanamadım. Genç bir kadın kucağındaki bebeğiyle saatlerce önümde ayakta izledi. Ben de protokol davetiyesi ile ayakta kaldığım için yerimi veremedim! Zaten kimsenin kimseyi gördüğü de yoktu. Hani kıyamet diyorlar ya işte öyle bir şey...

İnsanlar aileleriyle birlikte gelmişler. Evin dedesi var, ninesi var, babası annesi var, kardeşler komşular akrabalar var. Yetmişlik dede töreni ayakta izledi. Yanımdan bir kalkışı var ki, 18'lik delikanlı sanırsınız.

İnanılmaz manzaralardı. 

İzmir Valisi Cahit Kıraç konuştu, Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu konuştu, bakanlar konuştu İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş konuşmadı. Ben ce Ekrem Demirtaş'ın konuşması gerekiyordu. Ekrem Demirtaş bu manzarayı kimse hayal bile edememişken bir yıl önce gördü ve bu işleri yapan adamın elini öperim dedi. Bir rakı tüccarının gördüğünü bir çok hoca kılıklı adam göremedi. 

Bende görememiştim. O nedenle Ekrem Demirtaş'ın bu törende konuşma hakkı vardı ama olmadı. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu konuştu ama danışmanlarının hazırladığı kağıttan...

Kocaoğlu'nu kendi haline bıraksalardı çok daha güzel konuşurdu. Fethullah Gülen'i İzmir'e davet etmeye cesaret edemese de daha sıcak mesajlar verebilirdi...

Bir daha ki sefere...

Amaaaaaaaaa.... Ekrem Demirtaş'a söz verilseydi büyük ihtimalle Fethullah Gülen'i İzmir'e davet ederdi.

Ekrem Demirtaş akıllı adam.

İzmir'de EXPO masalı anlatılırken Fethullah Gülen'in dünya çapındaki şöhretinden yararlanmayı düşünebilir. Hatta tüm dünyadaki okulların başarılarını referans göstererek EXPO 'nun İzmir'de yapılmasını sağlayabilir.

"Bu deha adam tüm bu okulların temelini İzmir'de attı" diyebilir. Ama Ekrem Demirtaş'ın kıymetini bilen yok!

Ben esas Nazım Usta'nın şiirini dinlediğimde bittim. Kendimi o kayın ormanının içinde hissettim. Nazım Usta bile bugünleri görmüş. Birgün Rusya'da birilerinin “amca sen de gel” diyeceklerini hatta mezarını ziyaret edeceklerini hissetmiş.

Ülkesinden uzakta, gurbette kalmış Nazım'ın halinden yine gurbette kalmış Fethullah Gülen'in anlaması doğal...
Bu kadar vefa çok değil mi Sayın Gülen?


Beni kendine hayran bıraktın...

Bir insanın sinesi bu kar mı büyük olur?
Hiç mi kırgınlık olmaz?
Hiç mi kimseyi dışlamaz?

Bu nasıl bir akımdır ki, kimse dışarıda kalmıyor. Sinan Çetin'e kendisini içeride hissettiren tılsım nedir?

Bir rakı tüccarı nasıl olur da seninle aynı dili konuşur? Bu nasıl bir dildir ki, herkese tesir ediyor?

Bu nasıl ilaçtır ki her bünye kabul ediyor.

Bu nasıl bir düşünce ki tüm dünya halkları anlıyor?


* * *

Nazım Usta artık üzülme oralarda yalnız değilsin... Mezarından kulak versen Rus Çocukları'nın "amca" seslerini duyacaksın...


Karlı kayın ormanında
yürüyorum geceleyin.
Efkârlıyım, efkârlıyım,
elini ver, nerde elin?

Ayışığı renginde kar,
keçe çizmelerim ağır.
İçimde çalınan ıslık
beni nereye çağırır?

Memleket mi, yıldızlar mı,
gençliğim mi daha uzak?
Kayınların arasında
bir pencere, sarı sıcak.

Ben ordan geçerken biri:
'Amca, dese, gir içeri.'
Girip yerden selâmlasam
hane içindekileri.

Eski takvim hesabıyle
bu sabah başadı bahar.
Geri geldi Memed'ime
yolladığım oyuncaklar.

Kurulmamış zembereği
küskün duruyor kamyonet,
yüzdüremedi leğende
beyaz kotrasını Memet.

Kar tertemiz, kar kabarık,
yürüyorum yumuşacık.
Dün gece on bir buçukta
ölmüş Berut, tanışırdık.

Bende boz bir halısı var
bir de kitabı, imzalı.
Elden ele geçer kitap,
daha yüz yıl yaşar halı.

Yedi tepeli şehrimde
bıraktım gonca gülümü.
Ne ölümden korkmak ayıp,
ne de düşünmek ölümü.

En acayip gücümüzdür,
kahramanlıktır yaşamak:
Öleceğimizi bilip,
öleceğimizi mutlak.

Memleket mi, daha uzak,
gençliğim mi, yıldızlar mı?
Bayramoğlu, Bayramoğlu,
ölümden öte köy var mı?

Geceleyin, karlı kayın
ormanında yürüyorum.
Karanlıkta etrafımı
gündüz gibi görüyorum.

Şimdi şurdan saptım mıydı,
şose, tirenyolu, ova.
Yirmi beş kilometreden

İşte amca diyen bir ses...

http://www.youtube.com/watch?v=b0HtCtuzZQA 


Meltem GÜRSOY, Yerel Gündem

Dienstag, 28. Juni 2011

İbrahim Tatlıses Türkçe Olimpiyatlarına Telefonla Bağlandı

İbrahim Tatlıses Türkçe Olimpiyatlarına Telefonla Bağlandı (Ayrıntıları)



28 Haziran 2011 Salı - 11:31 - Beyaz Gazete Özel

İbrahim Tatlıses Türkçe Olimpiyatlarına Telefonla Bağlandı (Ayrıntıları)

İstanbul'da Beyaz Tv'de yaptığı program sonrası başından yaralanan Şanlıurfalı ünlü türkücü İbrahim Tatlıses GAP Arena Stadyumu'nda düzenlenen Türkçe Olimpiyatları'na telefonla bağlandı.

VİDEO İÇİN TIKLAYIN

Hastanede tedavi altında bulunan ünlü türkücü hem hemşerilerine seslendi, hem Nur Cemaati lideri Fethullah Gülen’e saygılarını ileterek “Canım hemşerilerim, hepinize saygılarımı iletiyorum. Bu organizasyonun manevi lideri değerli büyüğümüzün ellerinden öpüyor, saygı ve sevgilerimi sunuyorum.” dedi.

9. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları'nın Şanlıurfa etkinliklerine katılan Şanlıurfalılara İbrahim Tatlıses sürprizi yapıldı. Stadyumda bulunan 30 bin kişi, hemşerileri İbrahim Tatlıses’in telefonla bağlanmasıyla coşku dolu anlar yaşandı.

FETHULLAH GÜLEN’İ KAST ETTİ
"Sevgili hemşehrilerim, saygılarımı iletiyorum. Canım hemşehrilerim benim." diyerek sözlerine başlayan Tatlıses, şunları söyledi:
"Şu anda aranızda bulunmadığım için çok büyük üzüntü yaşıyorum. Bana kalbi duygularınızla dua ettiğiniz için sizlere teşekkür ediyor, saygılarımı iletiyorum. Bu organizasyonda emeği geçen herkese teşekkür ediyor, özellikle bu organizasyonun manevi lideri değerli büyüğümüzün ellerinden öpüyor, saygı ve sevgilerimi sunuyorum."

HİÇ BİR ZAMAN KÜÇÜLTMEDİNİZ
"Aranızda olmadığım için beni lütfen bağışlayın. Seslerinizi buradan duyuyorum. Buradan hissediyorum dualarınızı. Feryadınız buraya kadar geliyor. Beni dünyaya tanıttınız. Beni her gittiğiniz yerde anlattınız, yücelttiniz. Hiçbir zaman küçültmediniz."

ALLAH BENİ BAĞIŞLADI
"Allah beni Müslüman alemine bağışladı. Ona şükrediyorum. Ben Allah'ın bir mucizesiyim. Kafasından Kaleşnikofla mermi yiyen ve ilk yaşayan insan benim diyebilirim. Bu da dualarınızla oldu. Bütün dua etti. Oradan sesimizi bütün dünyaya duyurdunuz. Bütün dünya çocuklarını kutluyor, saygılarımı iletiyorum." ifadelerini kullandı.

SİZLERİ SEVİYORUM
"Allahaısmarladık. En yakın zamanda görüşmek üzere. Miraç Kandilinizi şimdiden kutlarım. Devlet Bakanımız Sayın Faruk Çelik Bey, eşi ile beni ziyaret ettiler. Çok teşekkür ediyorum, kendilerinin milletvekilliğini de kutluyorum. Başbakanımız da telefon açtı. Sizlere verdiği sözü yerine getirdi. Allah hepinizden razı olsun. Sizleri seviyorum, sayıyorum. Ama hiçbir zaman rakam olarak değil. Sevgi olarak sayıyorum. Dualarınızı eksik etmeyin. Yürüyorum, sağlığım sağlığım yerinde. En kısa zaman oradayım."

BEYAZ GAZETE

Dünyanın Bütün Çiçekleri, İşte Şimdi...

Ali Çolak
Ali Çolak
Oşiiri kim bilir kaç kez okudunuz, belki daha çok dinlediniz... Törenlerde, salonlarda, köy okullarında...
Biraz da kabarmış, taşmaya meyilli bir duyarlıkla, tonu, ölçüsü kaçmışken bazen. Ama her defasında bir yerlerinde, mesela "Bütün köy çocuklarını getirin buraya / Son bir ders vereceğim onlara / Son şarkımı söyleyeceğim / Getirin, getirin... ve sonra öleceğim." dizelerinde ağlamaklı, bir iç çekişle...
Geçen akşam Haliç kıyısında, gölgeler denize vurmuş, bir yaşama sevincini rengârenk köpürtürken, sahneye dünya çocukları çıkıverdi. Sri Lanka'dan gelmişti biri, biri Etiyopya'dan, Gürcistan'dan, Moritanya'dan, Endonezya'dan, Kırgızistan'dan... Çocuktular, sevimli, güleç, neşeli ve hünerliydiler. Onlar, hep bir ağızdan 'Yeni Bir Dünya' şarkısını söylüyordu, "Bu dünyada" dediniz, "insan başka neyi görmek isteyebilir?" "Bu tablo yetmez mi? Böyle savaşlarda, böyle işgallerde, tankların paletleri gıcırdarken, baskılar, nefretler sürerken...130 ülkenin çocukları gülücükler saçarak sahnede, 'yeni bir dünya kuruyorlardı'... Başka ne görmek isteyebilir insan!" Siz bunu geçen yıl da dediniz, bir öncekinde de. "Bu çocukları böyle sevgiyle gülümser gördüm ya, ölebilirim artık!"
Çocuklardan biri, Ceyhun Atuf Kansu'nun o çok bilinen şiirini okurken, "İşte", dediniz, "şiir şimdi anlamını buldu, şimdi tamamlandı." "Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum / Bütün çiçekleri getirin buraya..." O yerli hatta yerel şiir, bir anda dünyayı dolaşıp geliyor; Vietnamlı, Kuzey Iraklı, Filipinli çocukların gözlerinde bir parıltı olup çoğalıyor. Bir Tacik kızı, sanırsınız Anadolu'da bir köy okulunun bahçesinden, "Şimdi sustum, örtün beni, yatırın buraya, / Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya." diyor. Şiir, burada, gölgelerin Haliç'e vurduğu bu akşam saatinde, Ceyhun Atuf Kansu'nun asla hayal etmediği, edemeyeceği dudaklardan dökülerek, rengârenk çocukların gülücükleri arasında, bir çiçek demetine dönüştürüyor dünyayı. İstanbul'da, Haliç kıyısında ve aslında bu manzarayı izleyen milyonlarca insanın gönlünde çoğalıp yürüyor. "O çiçekler, bu çocuklar olmalı..."
Dokuz yıldır, yaz başlarını güzelleştiren bir sevinç Türkçe Olimpiyatları. Onuncu yılın kapısında, artık kendi dilini, sembollerini ve izleyici kitlesini çoktan oluşturmuş. Her şeyiyle yeni ve özgün... Örnekleri kendinden. 'Sevgi dili Türkçe' tamlamasının ete kemiğe bürünüşü... Müziklerde, renklerde, şarkıların tonunda, şiirlerde, oyunların figürlerinde, el sallayışlarda, göz kırpışlarda uzansan tutacakmışsın hissini veren, cisimleşmiş sevgi, yürüyüp giden umut... Boşuna değil o şarkı, 'Yeni bir dünya kuruyorlardı'...
Çocuklar, gülücüklerle, ellerinde kendi ülkelerinin bayraklarını sallarken mütemadiyen iyilik, güzellik, barış ve sevgi dağıtıyor. El ele verip bir "Beşinci Mevsim" manzarası oluşturuyorlar. Karakışı, kâbusu, puslu günleri bahara çeviriyorlar. Bir huzurdur alıp yürüyor can suyu gibi, ağaçların dalına yaprağına. O sevinç ile salondan çıkıyor ve yüzünüzde denizden gelen bir akşam serinliği, güzel bir rüyadan uyanmış gibi, gönlünüzün yaktığı ışıklar altında yürüyorsunuz.
Hamiş:
Olimpiyatların şiir şölenini izledikten sonra, hazımsız bir yazı kaleme alan Radikal yazarı Hakkı Devrim'i mazur görünüz. Üstad, ne de olsa bu yüzyılın insanı değil. Zihni, geçen asrın ortalarında, Milli Şef'in hükümran olduğu zamanlarda donup kalmış. Ne hayali, ne de vizyonu bugünkü dünyayı anlamaya yetiyor. Yoksa, "Moritanya'da, Güney Afrika'da, Polonya'da Türkçe öğretilen çocukların bu dil ne işlerine yarayacak?" diye sorar mıydı? Hakkı Bey'den, oralarda Türkçe öğrenen çocukların, son yıllarda dış ticaretimizin köprüsü olduğunu, Türk şirketlerinde çalıştıklarını bilmesini beklemeyiniz. Hele Vietnam'da, Moritanya'da, Güney Afrika'da çocukların bir Türk şairini kendi dilinden okuyabildiğini, bunun da güzel bir şey olduğunu anlayamaz üstad. Onu kendi haline bırakınız!..
Ali Çolak, Zaman   

Bir Kamu Diplomasisi Örneği: Uluslararası Türkçe Olimpiyatları

Bir Kamu Diplomasisi Örneği: Uluslararası Türkçe Olimpiyatları
İletişim alanında yaşanan teknolojik gelişmeler, aynı anda hem küreselleşen hem de yerelleşen dünyamızda zaman ve mekân kavramlarını birer değer olarak karşımıza çıkartıyor, Soğuk Savaş döneminin tek boyutlu ikliminden sıyrılan uluslararası sistem, her geçen gün demokrasi, etnisite, din ve insan hakları odaklı taleplerle karşı karşıya kalırken, literatüre çok uzun zaman önce giren ama son dönemlerde çok sık zikredilen kamu diplomasisi kavramı; uluslararası arenada artık sadece devletlerin değil; kamuoyunun da önemli bir aktör olabileceğine, geleneksel diplomasi yönteminin yeterliliğini yitirdiğine, politik süreçlerin devletler arasında yaşanan bürokrasiye ek olarak, sivil toplum örgütleri ve halk kitlelerini de kapsadığına işaret etmektedir.
Kültür, enformasyon ve akademik faaliyetlerin tüm dünyaya yayılabilmesi, devletlerin iç ve dış politikada etkinliklerini ve çalışmalarını meşrulaştırmak için aktif bir kamu diplomasisi gütmelerine ve yerli-yabancı kamuoyu nezdinde imaj kaygısı taşımalarına neden olmaktadır. Kamu diplomasisinin yumuşak gücün bir kullanım alanı ve politikası olduğunu belirten "yumuşak güç" kavramının mucidi Joseph Nye, kamuoyunda hedeflenen diplomasinin, sonuçlar açısından, liderler arasındaki geleneksel küçük diplomatik iletişimlerden daha önemli hale gelebileceğini de eklemiştir.
Kamu diplomasisi çalışmalarında öne çıkan değerler ise; ülkenizin kültürü, siyasi değerleri, dış politikası, ekonomisi, eğitim düzeyi, medya, tanıtım ve tanıtma faaliyetleridir.
15 Haziran'da Dolmabahçe Sarayı'nda açılışı yapılan, "Gelin tanış olalım" sloganı ile 130 ülkeden bin öğrencinin katıldığı Uluslararası Türkçe Olimpiyatları; eğitim, kültür, tanıtım ve tanıtma faaliyetlerine etkili ve kalıcı bir örnek olarak ele alabileceğimiz önemli bir kamu diplomasisi faaliyetidir. Politik süreçlerin tıkandığı, yabancılaşma ve ötekileştirme sorunlarının yaşandığı dünyamızda, işbirliği ve ortak değerler için önemli bir örnek teşkil eden Uluslararası Türkçe Olimpiyatları, bundan tam 9 yıl önce Türk dili, kültürü, tarihi ve zenginliğini, ülkelerinde geleceğin önemli simalarından olmaya namzet binlerce öğrenciye ve ailelerine yansıtarak kültür ve dil alanında mevcut tek olimpiyat niteliğini haiz önemli bir çalışma olarak doğmuştur.
Türkçe şarkı, şiir, konuşma, özel beceri, genel kültür, dil bilgisi gibi 18 farklı alanda yeteneklerin sergilendiği olimpiyatlar, Uluslararası Türkçe Öğretim Derneği (TÜRKÇEDER) tarafından düzenlenmektedir.
Olimpiyat Düzenleme Kurulu ve Olimpiyat Jürisi'nde yer alan Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın, olimpiyatların, Türkçenin evrensel bir dil olmasına ve kültürel tanıtımına katkı sağladığını belirterek, Türkçenin dünyada 35 ülkede yabancı dil olarak öğretildiğini ve 87 ülkede de en az bir ortaöğretim kurumunda öne çıktığını söylemiştir.
Ek olarak katılımcı tüm ülkelerin kendi ülkelerini Türkçe tanıtan stantlar açması ve ödül törenlerinde Türk diline ve kültürüne hizmet eden ya da gönül veren devlet büyüklerinin, siyaset adamlarının, basın, eğitim ve sanat camiasından önemli kişilerin bulunması, olimpiyatlara gösterilen yoğun ilgiyi gözler önüne sermektedir.
Geçtiğimiz yılki olimpiyatta Karamanoğlu Mehmet Bey Türk Dili Ödülü'nü alan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, "Bir milletin dış politika hedefi o ülkenin dilinin yaygınlaşma hedefi ile aynıdır. Dilimizi dünyanın her tarafına yaydıkça Türkiye'nin dünyadaki yükselmesini kalıcı hâle getiririz. Hattı lisan yoktur, sathı lisan vardır, o satıh ise bütün dünyadır. Türkçemiz bütün dünyada yaygınlaşacaktır." diyerek hükümet dışı organizasyonların ve sivil toplum kuruluşlarının, gerçekleştirdikleri kamu diplomasisi faaliyetleriyle dış politikadaki manevra alanını genişlettiklerini ve ek bir çaba sarf etmeksizin gönüller arası kapıları araladığını vurgulamıştır.
Kamu diplomasisinin ana amacı, köklü ilişkiler inşa etmektir. Diğer ülkelerin ihtiyaçlarını, kültürlerini, insanlarını anlamak, bakış açılarını, yanlış algılamaları düzeltmek ve ülkenizin imajını ve bilinirliğini artırmak bu ilişkilerin geliştirilmesinde önemli süreçlerdir. Eğer kendi toplumumuzu, politikalarımızı ve kültürümüzü doğru bir şekilde anlatmak istiyorsak ilk elden onlarla iletişime geçmek, onların dilini ve kültürünü öğrenmek zorundayız. Keza tek taraflı, geçici ve güven zedeleyici bir propagandadan ziyade; kamu diplomasisinde şeffaflık, uzun vadeli ilişkiler, karşılıklı çıkar ve işbirliği, güvenilirlik ve ortak değerler ön plana çıkmaktadır.
Eğitim kalitesi, öğrenci değişimi, tanıtım ve tanıtma faaliyetleri, çok yönlü ve yaygın kullanımı ile gençler üzerinde olumlu bir etki yaratırken, medeniyetler arası etkileşim ve anlayışı da bu şekilde güçlendirmektedir.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki yıllarda, yaklaşık 700.000 insan, Amerika'nın kültürel ve akademik değişim programlarına katılmış ve Enver Sedat, Helmut Schmidt ve Margaret Thatcher gibi dünya liderleri bu programlar kapsamında eğitim almıştır. Ayrıca, 2001 yılında ABD eski Dışişleri Bakanı Colin Powell, Uluslararası Eğitim Haftası konuşmasında; "Ülkemiz için, burada eğitim gören, geleceğin dünya liderlerinin dostluğunu kazanmaktan daha iyi bir servet düşünemiyorum." diyerek öğrenci değişim programlarının kültürel bilgi paylaşımları bakımından oynadığı role vurgu yapmıştır.
ABD Houston'da noterlik yapan bir avukat olan Norma Munoz, "Oğlumun söylediği Türkçe şarkıları anlamak istiyorum." diyerek Türkçe kurslarına başladığını ve daha önce Türkiye hakkında hiçbir şey bilmediğini, Türkiye denince aklına sadece çöl ve çatışmaların geldiğini ama; Türk dili ve kültürüne dair izlenimler edindikten sonra bu önyargısından kurtulduğunu ifade etmiştir.
Uzun lafın kısası, Uluslararası Türkçe Olimpiyatları; Türkiye'nin ve Türkçenin tanıtımını yapıp, uluslararası arenada sürekli eksikliğini hissettiğimiz Türkiye lobisinin güçlenmesine yardımcı olacak siyaset üstü bir kamu diplomasisi faaliyeti olarak değerlendirildiğinde uzun vadeli ve stratejik bir işbirliği çalışması olma yönüyle 2023 Türkiye'sine giden yolda önemli kilometre taşlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bekir Aydoğan, Zaman   

9. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları Muhteşemdi

Yavuz Bülent Bakiler
Yavuz Bülent Bakiler
Uluslararası 9. Türkçe Olimpiyadı İstanbul'da, Sütlüce'de Haliç Kongre Salonu'nda yapıldı. Türkçe Olimpiyatlarının Şiir Yarışmasına ben de jüri üyesi olarak davetliydim. Çok büyük kongre salonuna girdiğimde, önce davetliler dikkatimi çekti. İstanbul'da, çeşitli belediyelerin hazırladıkları kültür programlarına 40-50 kişinin geldiğini gördüğüm-bildiğim için, bu son Türkçe Olimpiyatlarının 1.500 civarındaki dâvetlisi, beni hem çok şaşırttı, çok da sevindirdi. Program başlayınca, sahnenin de çok iyi hazırlandığını gördüm. Okunan şiirler, söylenen şarkılar-türküler, düzenlenen oyunlar ve takdimler kusursuzdu. Zaman zaman, gözlerimin yaşardığı da oldu. Yani gece, tek kelimeyle muhteşemdi.
Diyarbakır'ın büyük vatanperver evladı Süleyman Nazif'in bir tesbitini hatırladım: "Türkçe, milletimizin iskeletidir!" diyordu. Necip Fazıl da aynı kanaatteydi: "Bir milletin edebiyatı yoksa, o millet de yoktur!" inancındaydı. Bu mütefekkir şairlerimiz, neden böyle söylüyorlardı? Çünkü edebiyatın temel malzemesi dildir. Dil olmazsa edebiyat olmaz. Bir milletin edebiyatı yoksa, o millet yok hükmündedir. Dil ve millet olmazsa din de olmaz. Dil, millet hayatımızda her zaman bir şahdamardır.
Biz, tarih boyunca, büyük devletler, büyük imparatorluklar kurduk. Dünkü devletlerimizin zamanla yıkılıp gitmelerinin sebepleri arasında, Türkçemizin, edebiyatımızın yeterli miktarda yaygın hale gelmeyişi de vardır.
Uluslararası 9. Türkçe Olimpiyatları dolayısıyla, yurdumuza 130 ülkenin Türk okullarından bin öğrenci geldi. Dünyanın 130 ülkesinde Türk okullarının açılması, tamamen Fethullah Gülen hocaefendinin gayretleriyle oldu. Kabul etmeliyiz ki, İmparatorluk devrimizde de, Cumhuriyet hükümetleri zamanında da dünyanın 130 ülkesinde Türk okulları açılmadı. Türkçe bugünkü gibi yaygın hale getirilmedi. Bu mükemmel gelişmeyi, milletimize, devletimize Fethullah Gülen Hocaefendi kazandırdı.
Ben, Türkiye'de ve Türkiye dışında, bilhassa yeni kurulan Türk Cumhuriyetlerinde, bu okulları büyük bir dikkatle inceledim. Bu okullar üzerine, TV ekranlarında 5 ayrı program sundum. Onlardan Işığın Gülleri diye bahsettim. Işık, müsbet ilimlerdir; o okullar da milletimizin yüz akı olarak müsbet ilimlerin gülleridirler.
Bizim inancımıza göre Fethullah Gülen Hocaefendinin sevap defteri, ebediyyen kapanmayacaktır. Onun, etrafındaki arkadaşlarıyla birlikte, devletimize, milletimize, Türkçemize kazandıklarını yarınki tarihler yazacaklardır.
İstanbul'da yapılan Türkçe Olimpiyatlarının 9.'sunda Gürcistan asıllı bir kız öğrenci, Mehmet Akif Ersoy'un bir şiirini çok güzel okuyarak birincilik kazandı. İkincilik, Arif Nihat Asya'nın bir şiiriyle, Azerbaycan Türklerinden bir kız öğrenciye verildi. Yarışmanın üçüncüsü Necip Fazıl Kısakürek'in şiiri ile Belarus okullarından gelen bir erkek öğrenci oldu.
Türkçemizi, dünyanın 130 ülkesine yayan ve dünyanın en güzel bayrağını 130 ülkede dalgalandıran Fethullah Gülen Hocaefendiye minnettarlığımı ifade ediyorum.
Yavuz Bülent Bakiler, Türkiye   

Bir Yanda Türkçe Olimpiyatları, Diğer Yanda...

Ali Ünal
Ali Ünal
Bu, bir ülke değil, bir insanlık tarihi manzarası.
Merhum Necip Fazıl, Sakarya şiirindeki Aziz Nesin'in yanlış anlayıp, "Böyle gitmez!" diye karşıladığı bir mısraında "Aldırma, böyle gelmiş bu dünya, böyle gider." diyordu. Yani, meselâ nasıl günler mahiyetçe birbirinin aynı fakat kimlikçe birbirinden ayrı günlerse, nasıl geçen yılın baharında ağaçlarda açan çiçekler ve yapraklar ile bu yılın baharında aynı ağaçlarda açan çiçekler ve yapraklar mahiyetçe birbirinin aynı ama kimlikçe tamamen farklı, yani ayrı çiçekler ve yapraklar ise, tarih de böyle, aynıyla değil de misliyle tekerrür edip duran hadiseler yumağıdır. Necip Fazıl, "Aldırma, böyle gelmiş bu dünya, böyle gider!" derken bunu kastediyor ve bu dünyanın ahvalini de aynı şiirinde yine bir mısra ile özetleyiveriyordu: "Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir!"
Şu anda dünyaya, bilhassa Türkiye'ye bakanlar farklı bir şey söyleyebilir mi? Bir yanda şu tarihin en muhteşem birkaç medeniyetinden birine merkezlik yapmış ülkede komplolar, şiddet, küfürler, kavgalar, çekişmeler, yobazlık, yozlaşma, ahlâksızlık, diğer yanda, yine bu ülke insanının inancına, gayretine, diğergâmlığına Cenab-ı Allah'ın nisan yağmurlarından daha yoğun rahmetiyle mukabelesinin neticesinde dünyanın her tarafında açan bahar çiçeklerinin salınışı, zemzemesi, demdemesi... Başbakan yardımcımız sayın Bülent Arınç, yine merhum Necip Fazıl'dan naklen aynı fevkalâde yorumu yapmadı mı? (Biraz değiştirerek:) "Bu çocuklar (her yılın baharında) kömür tozlarının üzerine rengârenk çiçekler gibi yağıyor, saksağanların arasına bülbül gibi düşüyorlar." Meclis Başkanımız sayın Mehmet Ali Şahin de görünen manzarayı çok güzel özetlediler: "Yeni bir dünya kuruluyor."
Kendileri kabûl etmese de, herkesin kabûl ettiği bir gerçek olarak, akranlarının oyunla yorgun düştüğü daha beş yaşında elindeki tesbihin danelerini çevirirken böyle bir dünya nasıl kurulur diye kafa yoran ve ömrü boyunca bu dünyanın rüyasını gören, fikrî, ilmî ve manevî haritasını çizip temelini atan Fethullah Gülen Hocaefendi, yıllar ve yıllar önce, hem bu dünyayı, hem harıl harıl onu kuranları şöyle tasvir ediyordu: Gördüm nurlu geleceği rüyamda bir gece / Işıklar yağıyordu her tarafa sessizce... Âhenkle işleyen bir saat gibiydi işler / Bir bir silinip gitmişti asırlık teşvişler. Herkes biri birine yürekten bakıyordu / Somaki musluklardan kevserler akıyordu. Tertemiz çehreleriyle geçerken kudsîler / Ümitlerimize birer fer salıp geçtiler. Yeni bir dünya kuruyorlardı, harıl harıl / Her taraf gökle yarışır gibi, pırıl pırıl! Geçtikçe tekmil bu şimşek bakışlı yiğitler / Anladım, muştusu verilen zamanmış meğer. Civanlar gördüm yüzlerinde gariplik rengi / Hükmettim ki bunlar, o ilk kudsîlerin dengi. Dolaştım her tarafı usanmadan, bezmeden / Ziyâ içenlere erdim bir kadîm çeşmeden...
"73 yıllık hayatımda iki dakika bile kendim için yaşamadım." demişti bir defasında. Ve sanki maddesiz güneş gibi tecellisine bir ân-ı seyyalede şahit olduğum bir anda da çok derin bir şefkatle, "Her birinizin bir günlük hidayetiniz için günde elli defa ölüp dirilmeye razıyım." demişti. Bu dünyanın sırrı bu iki cümlede yatıyordu: Sadece Allah için ve Hakk'a hizmet halka hizmettir anlayışı ve inancıyla yaşamak. Bunu çokları anlamaz, anladıklarını zannedenler de ancak sözünü eder. Bazıları da vardır ki:
Erzurum'da üniversite öğrenciliğim yıllarında bir profesör, konferansında "Faiz hadleri ne kadar düşükse enflasyon da o kadar düşük demektir." deyince, dinleyicilerden bir öğrenci, "Hocam, o zaman faiz hadlerini sıfırlayıversek!" der. Profesörün cevabı, işte bu bazılarını tarif eder: "Yoksa sen, Erbakancı mısın?" Merhum Erbakan, faizlerin kaldırılmasından yana idi ya.
Keşke bilseler ki, keşke bilsek, Fethullah Gülen Hocaefendi, onlar için de yaşadığı için Fethullah Gülen Hocaefendi'dir.
Ali Ünal, Zaman   

Sinan Çetin'den Mektup Var

Tuna Kiremitçi
Tuna Kiremitçi
Sinan Çetin, cumartesi yazdıklarıma cevaben mektup göndermiş. Racon gereği, virgülüne dokunmadan aktarıyorum. Şimdi mikrofonlarımız Plato Stüdyoları'nda, cevabımsa yarına.
"Tunacım, yazını okudum; haklısın söylediklerimde kızacak bir şey yok çünkü şunları söyledim: 'Burada olmayan, hangi nedenle burada olmadığını bilmediğim büyük bir düşünür, büyük bir din adamı ve altın kalpli büyük bir insana teşekkür ederim. Ona teşekkür etmemin en önemli tarafı bize bu ülkeyi, bu insanları, bu dili sevdirdiği için, milliyetçiliği Hrant Dink'in katillerine, Orhan Pamuk'a 'seni öldüreceğiz' diyenlere bırakmadığı için. Bu ülkede, bu ülkeyi sevmenin bu insanları sevmenin bir suç olmadığını hatta gurur verici olduğunu gösterdiği, bütün bir dünyaya Türkiye'nin dünyaya ait olduğunu bu ülkenin dünya ile bütünleştiğini haber verdiği için bu büyük vizyonere adı da Fethullah Gülen, büyük bir gururla söylüyorum teşekkür ediyorum.'
Ben hayatım boyunca doğru bildiğim şeyleri söyledim.
Kim iyi bir iş yapmışsa onun yanında oldum. Sen iyi bir roman yazınca seni beğendim. Başbakan'ın ülkeyi iyi yönettiğini gördüğüm zaman bunu söyledim.
Fethullah Gülen de iyi bir iş yapıyor onu takdir etmemek açıkçası ahlaksızca geldi. Eğer bu ülke sivilleşip, normalleşecekse tabii ki ülkesine dönmesi lazım. Ayrıca şunu bil ki hiçbir gruba dahil olmadım, olamadım. Herhangi bir kalabalıkta kendime yer bulamadım. Hiç şüphen olmasın ki Fethullah Gülen cemaatinde de olmayacağım, bir çıkar ilişkim de olmayacak.
Omurga kalabalıkların arasına dahil olmaksa ben hep bu kalabalıkların en güçlü olduklarında aralarından ayrıldım. Bütün reklam ajansları solcuların elindeyken solculuktan istifa ettim. Filmciler devletten para dilenince onlara karşı çıktım, toplanıp beni aralarından attılar. Ayrıca çıkar hesabı diyorsun ya ben doğru bildiklerimi söyledikçe hep zarar gördüm.
Kokuyu alıp yönümü değiştirdiğimi söylüyorsun ama benim bu durumlarda hep başım belaya girdi.
Tansu Çiller'den umutlu oldum bir iki ay Ankara'ya gittim az daha Plato batıyordu. Tayyip Erdoğan'ı beğendim bütün arkadaş çevremi kaybettim. (bu arada AK Parti filmlerini de ben çekmedim) Dindar biri de değilim dolayısıyla dindarların arasında da yerim yok.
Senin omurga dediğin şey eğer Hrant'ın katillerinin, Orhan Pamuk'u tehdit edenlerin yanında olmaksa ben omurgasızlığı tercih ederim. Omurga hep aynı şeyi söylemekse ben hiçbir zaman papağan olmadım, kendime ait cümleleri seslendirdim. Emin olabilirsin ki, kendi doğrularımı söylerken hesap yapan bir adam değilim. Hiç kimse bana zorla bir şey söyletemez zaten bu belli de olur.
Ben düşündüğümü, hissettiğimi hiç hesap kitap yapmadan söylerim. Bundan da hiç gocunmam. Bu durum bana zarar getirecek olsa da (ki hep zarar getirdi) bunu hesap etmem.
Kendini toplumun öğretmeni zanneden modernler o kadar gerici ki muhafazakar diye tanımlananlar yanlarında ilerici kalıyor. Ben de çaresiz hayattan yana olan muhafazakarları destekliyorum.
Tunacım her cümlenin arkasında bir hesap aramak yerine benim sözlerimin samimiyetle söylendiğini düşünmek niye aklınıza gelmiyor? Ama seni de anlıyorum bir okur kitlen var onlara mal satıyorsun. Sen de beni anlarsan mesele yok.
Gözlerinden öperim."
Sinan Çetin.

Türkçe Olimpiyatları

Yılmaz Öztuna
Yılmaz Öztuna
Uluslararası 9. Türkçe Olimpiyatları, 2011 Türkiye gösterilerini tamamladı. 130 ülkeden Türkçe konuşan 1000 yabancı öğrenci katıldı. Türk millî kültürü şahlandı. Bu sütun aktüel dış ve iç politikaya tahsis edilmiştir. Nadir de olsa kültür konularına girdiğim için bahtiyarım.
Eleştirmek için değil, iftihar vurgulaması yapmak için yazmanın sevinci içindeyim. Ömrümü Türk kültür ve san’atına verdim. Meşakkatli bir alandır. Ancak milletler, kültür ve san’atları ile vardırlar. Kültür ve san’atı olmayan toplumlar, millet vasfını yitirir.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin dünyanın her ülkesinde açtığı ilk okuldan üniversiteye kadar her derecedeki Türkçe öğretim yapan okulları, Türk kültür ve öğretim tarihimizin en başarılı, inanılması zor derecede başarılı eserleridir. 130 devlette Türkçe öğretim veren okul açabilmek, yakın zamanlara kadar hayal bile edilemezdi.
Bu okullarda Türkçe, İngilizce ve o ülkenin dili olmak üzere 3 dilde öğretim yapılıyor. Öğretmenler ve yöneticiler Türkiye’den gidiyor. Devletimizin dış ülkelerde okul açmak beceriksizliği, artık telâfi edildi. İmparatorluk ve cumhuriyet dönemlerimizde Türkiye’nin her yerinde yabancı okullar açılması, o dillerde öğretim yapılması başarısını biz de kazandık.
Bu muazzam işi başaran Fethullah Hocaefendi, yıllardır Birleşik Amerika’da oturuyor. İnkılâp yobazlarının şerrinden bu suretle masûn kalıyor. Zira ülkemizde sıra dışı iş yapanlar, hele kültür alanında, kötü muamele görmüşlerdir. Hoca’nın Amerika desteğini elde etmekteki mahareti de, beceriksizlerimizin hasedini çekiyor.
Türk dili, edebiyatı, musikisi, kültürünü yaymak, büyük devlet çizgisine erişebilmemiz için şarttır. Atatürk’ün muâsır medeniyet seviyesi deyip hedef gösterdiği çizgidir. Bütün reformlarımız, zaten bu çizgiye erişmek için yapıldı ve başka bir maksat için yapılmadı. Fethullah Hoca’nın derin Türk kültürünü şahlandırması, Ecevit’ten Demirel ve Özal’a ve günümüz devlet adamlarına kadar yaygın takdir kazandı. Türk kültüründen nefret eden, bu kültürden mahrum zihniyet ise, Hocaefendi’yi aşamadığı için rahatsızdır.
Yılmaz Öztuna, Türkiye   

En Büyük Milliyetçi Fethullah Hoca

Rıza Zelyut
Rıza Zelyut
Türkiye'deki en önemli milliyetçi kuruluş; MHP gibi görünse bile bu biraz aldatıcıdır. Çünkü; MHP; siyasal milliyetçidir. Halbuki kültür milliyetçiliği; modern devletleri oluşturan ana damardır. İşte o kültürü yeniden yaratan ve taşıyan güç de dildir.
Bugün Avrupa havzasında var olan modern devletler ile Birleşik Amerika; belli bir dili temel alarak kurulmuş devletlerdir. Çünkü dil; bir milletin bütün manevi değerlerini geçmişten geleceğe aktararak toplumu bir arada tutar. Fransa, Almanya, İngiltere, İspanya, İtalya gibi büyük devletleri; bu milletlerin dilleri yaratmıştır. Fransa, 6 etnik dili tek dil haline getirerek devletleşebilmiştir.
Millet olmak, milli varlığı sürdürmek o milletin dilini kuvvetlendirmekle mümkündür.
Türkçe Mücahidi
İşte bu açıdan bakıldığında Fethullah Gülen'in ve onun topluluğunun (Orası artık bir cemaat olmanın da ötesine geçmiştir) Türk Milleti'nin kimliğinin yaşatılması ve geleceğe aktarılması açısından öneli bir hareketi yıllardır yürüttüklerini görmektesiniz. Bu hareketin başlangıcını uluslararası nitelikte kurulan okullar oluşturmuştur.
Pek çok Gülen karşıtı; bu okulların siyasi bir amaç için kurulduğunu söylemektedir. Olabilir... Görüntünün bir bölümü de öyle bir izlenim veriyor.
Amma bu okullar sayesinde, dünyanın pek çok ülkesinde bölgesel anlamda bile olsa Türkçe, okullardaki eğitim dilinin bir parçasını oluşturuyor.
İş bununla da kalmıyor.
Şimdi Türkçe Olimpiyatları düzenletiyor Sayın Gülen. Bu seneki olimpiyatlar Türkiye'nin birçok şehrinde sergilendi. Bu etkinlikler; anadilimize olan ilgiyi kuvvetlendiriyor.
Muarız Olarak...
Ben ki bir Fethullah Gülen muarızı olarak ne yapacağımı şaşırdım...
Yapılan iş gayet güzel amma yaptıran ile aramızda karakedi var...
Yazsak; "Bak bu da Fethullahçı oldu!" diyecekler.
Zaten bu konudaki sicilimiz iyi değil.
1997 yılında Kazakistan ve Rusya'daki Türk okullarını gezmişiz, "Bir Tuğla da Benden" başlığı altında Akşam Gazetesi'ndeki köşemizde övmüşüz.
Kendilerinden en iyi yazar ödülü bile almışız. Ammaaaa! 1998'de Hoca'nın malum kaseti ATV'de yayımlanınca ipleri koparmışız...
Ve gelmişiz bugüne...
Milli Günah
Sayın Gülen; Türkçe Olimpiyatları için gönderdiği mesajında demiş ki:
- Türkçe'yi güzel kullanmamak milli günahtır.
Sadece bu cümle bile onun gerçek bir milliyetçi olduğunu gösteriyor.
Maalesef, bugün Türkler'in önemli bir bölümü, "Türkçe'yi bilmemeyi biliyor" Sonunda da karşımıza da gerçekten komik laflar çıkıyor.
Örnek mi birkaç tane buyurun:
Cuma günü Vatan yazarı Ruhat Mengi köşesindeki yazılarından birisine şöyle bir başlık atmıştı: "Bir Bebek Kedi Elinizde Öldü mü Hiç?"
Eğer arızayı anlamadı iseniz yüksek sesle okuyun; kulağınıza takılacaktır. Sayın Mengi; "bebek kedi" diye bir şey icat ediyor. Onun doğrusu "kedi yavrusu"dur.
Başka bir örnekte; tv muhabiri bir çiftlikten haber aktarıyor. "Koyunlar doğum yaptılar."
Doğum yapmak insana özgüdür; koyunlar ancak ve ancak "kuzular"
At; kulunlar, koyun kuzular, inek buzağılar... Bu hayvanların doğurmasını anlatan terimler; onların yavrularına verilen isimlerden türetilmiştir.
Başka bir köşe yazarı, "bahçeme bu sene meyve fidanları ektim." diyor.
Efendim; fidan ekilmez; dikilir; ancak tohum ekilir.
Köşe yazarı arkadaşlar! Millet sizi okuyor, sizden öğreniyor; böylece yanlışlarınız yaygınlaşıyor. Lütfen takıldığınız Türkçe konularında "ana"nıza sorun; o size nasıl söyleneceğini öğretecektir.
Dilimizin hızla kısırlaştığının bir başka örneği daha.
Dizi filmde yakışıklı oğlan; evin kapısı önünde durmuş; kız yanından ayrılıyor. Kız, elini hafiften sallayıp "Hoşça kal!" diyor. Oğlan cevap veriyor: "Hoşça kal!"
Ayıptır ayıp ey senaryo üstadları! Ayrılan insan, kalana "Hoşça kal!" der; kalan ise ona "Güle güle!" veya "Selametle git!" gibi bir şey söyler.
Artık en basit görgü kurallarını bile dillendiremez hale gelen şu Türkiye'de, Fethullah Gülen'in yürüttüğü Türkçe hamlesi; gerçekten de önemlidir. Bu yüzden de biz onu en büyük milliyetçi ilan ediyoruz.
Güneydoğu'da Gülenci kuruluşlara yapılan saldırıların altında bu gerçek yatıyor olmasın?
Rıza Zelyut, Radikal