Freitag, 30. Dezember 2011

Pırlanta Okumaları


Saygıdeğer Newsletter Abonelerimiz,

bloğumuzun yeni hizmeti olarak " Pırlanta Okumaları " bölümünü başlatıyoruz. Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendinin yazılı eserlerinden notları ve yazıları bu bölümden takip edebilirsiniz.

Saygılarımızla...

Mittwoch, 28. Dezember 2011

Cevap verilemeyen (!) sorular...

M. Fethullah Gülen
 Gönüllüler Hareketi'nin fikir ve aksiyon öncülüğünü yapan Fethullah Gülen Hocaefendi tarafından yıllardır defalarca cevaplanmış sorular tekrar tekrar gündeme getiriliyor ve kamuoyu nazarında sanki bu sorulara cevap verilemiyormuş intibaı uyandırılmaya çalışılıyor. Halbuki başta Fethullah Gülen Hocaefendi olmak üzere Gönüllüler Hareketi'nin temsilcilerince ilgili sorulara yıllardır defalarca verilen cevaplar farklı medya organlarında yer aldı. İnternet çağında yazılı ve görsel medya arşivlerinden bu cevaplara ulaşmak kolayca mümkün. Hatta fazla dolaşmaya da gerek olmadan sadece Fethullah Gülen Web Sitesi'nde Fethullah Gülen ve Gönüllüler Hareketi'yle ilgili soruların cevaplarını bulabilmek mümkün. Ancak önyargısızca, samimiyetle, vicdanla ve insafla meselelere bakabilmek ve öylece değerlendirebilmek şartıyla. Ama yine Fethullah Gülen Hocaefendi'nin ifadesiyle "Her şeye rağmen bize, asıl niyetimizi her fırsatta anlatmak, herkesle oturup kalkarak biricik hedefimizin Hak rızası olduğunu duyurmak ve doğrulara tercüman olmaktan asla bıkmamak düşüyor."
[1]

Kalbim Tunceli'de kaldı

Erkam Tufan Aytav
Erkam Tufan Aytav
Munzur Eğitim Kurumlarının daveti üzerine bir grup gazeteci ile Tunceli'ye gittik.
 Açıkça söylemeliyim ki Tunceli'ye gidişim ile dönüşüm arasında bu şehre olan bakışımda ciddi değişiklik oldu.
Evet, kalbim Tunceli'de kaldı ve ben bu şehri ve bu şehrin güzel insanlarını çok sevdim. Şehri gezerken ve tanışıp yeni dostluklar kurarken, 'niye ben bu şehre daha önce gelmemişim' diye hep hayıflandım.
Meğerse ne acımasız önyargılarla bugüne kadar şartlandırılmışız.
Tuncelili dostlar ile sohbetlerim esnasında hep bunun ezikliğini hissettim.
Çok acı çekmiş bir şehir burası.

Aydın Menderes için verdiği taziye mesajı

Yaptığı hizmetlerle milletimizin gönlüne taht kurmuş merhum başbakanımızdan Adnan Menderes Beyefendi'nin demokrasi yürüyüşünü ona yakışır bir çizgide devam ettiren güzide oğulları Aydın Menderes'in vefatını öğrenmiş bulunuyorum. Kendilerine Cenab-ı Hakk'tan merhamet ve mağfiret niyaz eder, başta muhtereme eşi Ümran Hanımefendi olmak üzere dost ve yakınlarına başsağlığı dilerim.
M. Fethullah Gülen

Alaaddin Kıdak için verdiği taziye mesajı

Tanıdığım günden beri sadakati, vefası ve neşri hak gayretiyle numune-i imtisal olmuş aziz kardeşim Alaaddin Kıdak Beyefendi'nin muvakkat ve âlâmla dolu bu fani dünyadan ebedî dostlukların yurduna yürüdüğü haberini teessürle öğrenmiş bulunmaktayım.
Merhuma Mevlâ-yı Müteal'den sonsuz rahmet ve mağfiret diler, evlatlarına, dost ve arkadaşlarına sabr-ı cemil niyaz ederim.
M. Fethullah Gülen

Fethullah Gülen Hareketi'nin diyalog çalışmalarıyla hedeflediği şey nedir?

M. Fethullah Gülen
Fethullah Gülen'in ve Gönüllüler Hareketi'nin diyalog hizmetleri başlangıcından bugüne yoğun eleştirilere muhatap olmuştur. Bunlardan bazıları anlamak için olsa da bazıları da yıpratıcı saldırı gayesini güttüğü izlenimi vermektedir. Gülen'in röportajlarından ve yazılarından diyalog meselesiyle ilgili sorulara cevaplar derleyerek anlamak isteyenlerin istifadesine sunuyoruz.

Diyalogun amacı, evrensel barış

"İnsanların birbirini sevdiği, kardeşçe bir arada yaşadığı, farklı inanç mensuplarının kendi konumunda kabul edip uzlaşarak, anlaşarak yaşadığı bir dünya özlüyorum" diyen Fethullah Gülen, din ve kültür temelli medeniyetler çatışmasından bahsedildiği ve Türkiye'nin bu çatışmanın merkez üslerinden biri olarak zikredildiği bir dönemde, Türkiye içinde ve dışında başka dinlerin temsilcileriyle, bazılarının ağır suçlamalarına maruz kalmayı da göze alarak, diyalog görüşmeleri yapmıştır. Fethullah Gülen, diyalog görüşmelerindeki amacını şöyle ifade etmiştir: "İslam'ın çatışmacı, kavgacı, şiddete ve teröre taraftar bir din olmadığını, tam aksine, sevgi, merhamet, af, müsamaha gibi esaslar üzerine oturduğunu anlatmaya, her dinin temelinde aynı esasların yattığını ve dolayısıyla dinler arasında tarihi kavgaların bırakılıp, sıcak bir diyalogun başlamasıyla, savaşlardan ve çatışmalardan bıkmış dünyamızın daha iyi, barışçı ve huzurlu yarınlara çıkmasında önemli katkıların yapılabileceğini göstermeye çalışıyorum."[1]
Fethullah Gülen Hocaefendi, evrensel barışa ulaşmanın dinlerin müntesipleri arasındaki diyalog sayesinde mümkün olacağını ifade ediyor: "Şu anda, İslâm ve Hıristiyanlık, dünyada en fazla müntesibi olan iki dindir. Budizm ve Hinduizmin de çok sayıda müntesibi vardır. Yahudilik, müntesiplerinin sayısı itibariyle küçük gibi görünse de, etkilidir. Dolayısıyla, âhir zamandaki evrensel bir dirilişin, sulhün ve barışın bu dinler arasında, önce ortak noktalarda başlayacak bir diyalogdan geçeceği bir vakıa olarak karşımızda durmaktadır. Böyle bir diyalogda geç kalındığı bile söylenebilir. Biz, kendi değerlerimizden şüphe etmiyoruz ve kimseye iltihak teklifinde bulunmadığımız gibi, kimsenin aklından da bize böyle bir teklifte bulunmak geçmiyor."[2]
"İster Vatikan'la ister başka din mensupları ile görüşmemizde onların niyetlerinin, maksatlarının ne olduğunu tabii ben bilemem. Neyi beklediklerini de bilemem. Sadece hüsn-ü zan ederim. İnsanlık adına iyi şeyler düşünüyorlardır. Ama biz herkesle temasımızda dinlerin insanları birbirinden kaçırmadığını, belki bir araya getirdiğini, uzlaştırdığını, bunları yapabileceğini ortaya koymak için kendi mülahazalarımız açısından değişik din mensupları ile görüşüyoruz."[3]

Papa neden Fethullah Gülen'i muhatap aldı?

"Bir insanın milleti adına, ülkesi ve ülküsü adına bir şey yapması için herhangi bir payeye sahip olmasına gerek yoktur. Ben bir vatandaşım. Milletimin adına yaptığım her şeyi de bir vatandaş olarak yaptım." diyen Fethullah Gülen, "bir vatandaş olarak burada diyalog ve hoşgörü adına teşebbüslerde bulunduğu gibi, Barthalemeos'la görüştüğü gibi, Ermeni patriğiyle görüştüğü gibi, Papa ile de görüştüğünü" ifade etmiştir.[4] Papa ile görüşmesinin kısa sürede sonuçlanmasına yönelik eleştirileri "Papa'nın kimin müracaatına cevap verip vermeyeceğinin kararı herhalde ona ait bir husustur ve bu, kendisine sorulmalıdır. Bu konuda karınca kaderince ortaya koyduğum gayretlerim Türkiye'de ve Türkiye dışında bazılarının dikkatini çekmiş ve bu da Papa ile görüşmenin yolunu açmışsa, böyle bir şeyle suçlu mu oluyorum?"[5] diye cevaplayan Fethullah Gülen, "Vatikan'da Papa ile görüşmeden evvel de değişik din mensuplarıyla sıcak münasebetlerinin devam ettiğini ve diyalog faaliyetlerinin tabii bir devamı olarak bu görüşmenin de gerçekleştiğini"[6] ifade ediyor; "Gitmeden önce, burada Barthalemeos'la geçen yaz da Amerika'dayken Papanın temsilcisi Kardinal O'Connor'la görüşmemiz buradaki bütün Hıristiyan ve diğer dinlerdeki ruhanîlerle çok iyi temasımızın olması, bizim için referans oldu. Vatikan'a gittiğimizde çok zorluk çekmedik."[7]

"Dinlerarası diyalog" ifadesi ve "İbrahimî dinler" ifadesi

Dinlerarası diyalog ifadesi de bazılarınca yanlış anlaşılabiliyor, bazılarınca ise kasıtlı olarak yanlış yorumlanabiliyor. Fethullah Gülen bu konuda şu izahı yapıyor: "Hem birtakım yanlış anlama ve suçlamalara, hem de diyalogla dinlerin kendi aslî gerçeklerinden feragat etmeleri gerektiği gibi bir yoruma meydan vermemek için dinlerarası diyalog ifadesinden çok 'din-mensupları arasında diyalog' tabirinin kullanılmasını şahsen tercih ediyorum. Çünkü dinlerarası diyalog derken, bir dine 'Şu şu esaslarından feragat et ve bana yaklaş' deme gibi bir şeyi asla kastetmiyoruz. Ama günümüz dünyasında dinlerin çatışma değil, anlaşma ve uzlaşma vasıtası olmasını istiyor, dolayısıyla dinler mensuplarının 'barış içinde bir arada yaşama' ideali etrafında birbirlerini tanımalarını, birbirleri ve dinleri hakkındaki tarihten ve doğru olmayan bilgilendirmelerden kaynaklanan yanlış bakış açılarını ve tutumlarını düzeltmelerini, birbirlerini kendi konumlarında ve inançlarında kabullenmelerini ve münasebetlerini buna göre tanzim etmelerini arzuluyoruz."[8]
"İbrahimî dinler" ifadesi, İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik için, bu dinlerin müntesiplerinin ortak atası olan Hz. İbrahim'e izafe edilerek kullanılan ve ortak buluşma noktası olarak Hz. İbrahim'i vurgulayan bir ifadedir. Mesela Fethullah Gülen Hocaefendi bir röportajda bu ifadeyi "İbrahimî dinler olan İslâm, Hıristiyanlık ve Yahudiliğin"[9] şeklinde kullanmıştır.

Dinlerarası diyalogun İslamî temelleri

Gülen, dinlerarası diyalogun İslamî temellerini şöyle izah ediyor:
"Kur'an, bütün insanları muhatap olarak alır. İslâm, asla ayrıştırıcı ve bölücü değil, her bakımdan kucaklayıcıdır. Kur'an, şerefin yegâne kaynağının Allah'a daha fazla yakınlık olduğunu açıkça beyan buyurur:
"Ey insanlar! Sizi bir erkek ile bir kadından yarattık ve (birbirinize karşı soy ve renginizle övünesiniz, birbirinize düşman olasınız diye değil, bilakis) birbirinizi (karakter ve kabiliyetlerinizle) tanıyıp kaynaşasınız (ve dostane münasebetler içinde yardımlaşasınız) diye ayrı kavimler ve kabileler haline getirdik. Bilin ki Allah katında en şerefliniz, takvada (O'na saygıda, iman ve itaatte) en ileri olanınızdır. Muhakkak ki Allah, her şeyi hakkıyla görür, her şeyden hakkıyla haberdardır." (Hucurât, 49/13)
Bütün insanları temelde bir ailenin fertleri gibi gören İslâm, bu fertler arasındaki münasebetlerin iyilik, lütufkârlık ve mürüvvet çerçevesinde olmasını (Bakara, 2/237); kötülüğün iyilikle savulmasını (Fussılet, 41/34) ve şahsımıza yapılan kötülükler karşısında mümkün olduğu sürece affedici olmayı (Şûrâ, 42/40-43) emir ve tavsiye buyurur. Bu davranış şekilleri sadece Müslümanlara karşı değil, mütecaviz harbîler dışında herkese karşı geçerlidir:
"Allah, dininizden dolayı sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilikte bulunmak ve mümkün olduğunca âdil davranmaktan sizi men etmez. Şüphesiz ki Allah, hak ve adalet konusunda titiz olanları sever."(Mümtehane, 60/8)
Bunların yanı sıra İslâm, dinde, yani dine girişte ve dinî ibadetleri yerine getirmede zorlamayı yasaklar. "Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğûtu reddedip Allah'a inanırsa, kopması asla mümkün olmayan en sağlam tutamağa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işiten ve hakkıyla bilendir." (Bakara, 2/256)
Kur'an'ın bilhassa kendilerine İlâhî Kitap verilmiş olduğu için Kitap Ehli olarak andığı Hıristiyanlara Yahudilere, Sabiîlere ve daha başkalarına karşı emrettiği davranış şekli çok dikkat çekicidir.
"İçlerinde, (saldırganlıkta ısrar ederek) zulme batmış olanlar dışında Kitap Ehli'yle ancak mümkün olan en güzel tarzda tartışın. Şöyle deyin onlara: "Biz, bize indirilen (Kur'ân'a da), size indirilen (kitaplara da) iman ettik. Bizim İlâhımız da sizin İlâhınız da bir ve aynı İlâh'tır; ve biz, O'na gönülden teslim olmuşuz." (Ankebût, 29/46) Kur'an, münakaşayı dahi yasaklar: "Rahmân'ın kulları o kimselerdir ki, yerde mütevazı ve nazik hareket eder; yol bilmez cahiller (cehalet ve karakterlerinden kaynaklanan bir tarzda) onlara muhatap olduğunda, onlara sağlık ve selâmet dileyerek geçip giderler." (Furkan, 25/63)
Bugün dünyanın çoğulculuğu aradığı, özellikle batı Avrupa ülkelerinin tarihlerinde tecrübeleri olmayan başka dinlerin mensuplarıyla, bilhassa Müslümanlarla bir arada yaşamayı öğrenmeye çalıştığı bir dönemde İslâm, on dört asırlık çoğulculuk ve başka dinlerin mensuplarıyla kardeşçe bir arada yaşama tecrübesine sahiptir. Papalığın 1963'te Yahudilere ve Müslümanlara karşı başlattığı diyalog ve dinî hoşgörü hareketini İslâm on dört asır önce, daha ilk tebliğ edildiği günlerde bir hayat tarzı, herkesle bir arada yaşama şekli olarak yerleştirmiş ve on dört asır bunun en güzel örneklerini sunmuştur. Mekke'de Müslümanlar sadece Bir Allah'a ibadet ettikleri için her türlü işkenceye maruzlarken bile "vurana elsiz, sövene dilsiz" davranmayı İslâm'ın bir şiarı olarak benimseyip tatbik etmişler, Peygamber Efendimiz Medine'ye hicret edince de ilk iş olarak orada yaşayan Yahudi ve müşrik Arap kabileleriyle çağdaş bazı âlimlerin yazılı anayasa olarak telâkki ettikleri bir arada barış ve kardeşlik içinde yaşama anlaşması yapmıştır. İslâm'ın bizzat öz karakterinde yatan diyalog, hoşgörü ve bir arada yaşama doktrin ve tecrübesinin 14 asrı dolduran misallerini zikretmek ciltler tutar. Fakat mevzumuz dahilinde bir-iki misal, bugün bir arada yaşamayı öğrenmeye çalışan insanlığa ışık tutacaktır ümidindeyim:
Peygamber Efendimiz'in vefatından önce Medine'ye 60 kişilik bir Necran Hıristiyanları heyeti gelir. Bunlar İslâm ve Hıristiyanlıkla ilgili olarak Peygamber Efendimiz'le mübahesede bulunurlar ve kendi dinlerinde kalmakta ısrar ederler. Mescid-i Nebevî'de yatıp kalkmalarına ve ibadetlerini de burada yapmalarına izin verilir. Nihayet kendileriyle bir anlaşma imzalanır. İslâm toprakları içinde kalan Necranlı Hıristiyanlarla yapılan bu anlaşmanın özünde yazan şudur:
"Onların mallarına, canlarına, dinî hayat ve tatbikatlarına, orada bulunanlarına, orada bulunmayanlarına, ailelerine, mâbetlerine ve az olsun çok olsun mülkiyetleri altındaki her şeye şâmil olmak üzere Allah'ın himayesi ve Rasûlullah Muhammed'in koruması, Necranlılar ve onlara bağlı etraftakiler için bir haktır ve vecibedir. Hiçbir piskopos kendi dinî vazife mahalli dışına, hiçbir papaz kendi papazlık vazifesini gördüğü kilisenin dışına, hiçbir rahip, içinde yaşadığı manastırın dışında bir yere alınıp gönderilmeyecektir… Onlar, ne zulmedecekler ve ne de zulme maruz kalacaklardır. Onlar arasında hiç kimse, bir başkasının işlediği suç ve yaptığı haksızlıktan mes'ul tutulmayacaktır." (İbn Sa'd, Tabakat, 1:287-288; İbn Hişam, Sire, 1-2: 573-575)[10]
"Kur'an-ı Kerim, alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz'e (sas) evrensel risalet vazifesini yerine getirirken, daima hoşgörü ve diyaloğu esas almasını emretmenin yanısıra, şu ayet-i kerime ile de Ehl-i Kitap'la hangi ortak paydada buluşulması gerektiğine işarette bulunur: "(Rasûlüm!) de ki: Ey Ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına ibadet etmeyelim; O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi rabler edinmeyelim..." (Âl-i İmrân, 3/64)
... Ve işte, sinesi inanç ve sevgiyle coşanlara, ahiret inancı olmayanlara bile af ve müsamaha ile davranıp onları sinelerine basmayı emreden; ayrıca neshedilmemiş ve dolayısıyla hükmü her zaman geçerli olan bir başka Ayet-i Kerime daha: "İman edenlere söyle: Allah'ın (ceza) günlerinin geleceğini ummayanları bağışlasınlar. Çünkü Allah her topluma yaptığının karşılığını verecektir." (Câsiye, 45/14)[11]

Dinlerarası diyalog dinler karması mı?

Dinlerarası diyalog meselesinde karşıt tavır takınanların ortaya attıkları eleştiri argümanlarından biri de dinlerarası diyalogun aslında dinler karması meydana getirmek için bir kılıf ve ön hazırlık olduğu şeklindedir. İslam haricindeki din mensuplarından diyalog yanlıları arasında böyle bir niyet taşıyan var mıdır bilemeyiz; ancak İslam'a tavizsiz bir iman ve inkıyat ile bağlı olan Fethullah Gülen'in böyle bir niyet taşıması imkansızdır. Dinler karmasını dinsizlik olarak gören Gülen'e göre diyalog başkadır, dinler karması başkadır: "Değişik diyanet mensuplarıyla, kültürlerle, medeniyetlerle diyalog başkadır, onlara bağrını açmak, onlarla geçinme, paylaşma, uzlaşma başkadır; fakat bir din karması, çorbası, dinler macunu yapma tamamen başka bir meseledir. Halt-ı edyan (dinler karması) dinsizlik demektir."[12]
"Günümüzde bazıları, bütün dinlerin ortak noktalarını ortaya koyup bundan bir din meydana getirelim ve insanları onun etrafında toplayalım düşünce ve çabası içindeler. İlim dünyasının, hiç de yabancı olmadığı bu düşünce ve faaliyetlere karşı uyanık olunması gerektiği kanaatindeyim. Zira, bu sözde düşünce, en azından ateizm kadar, özellikle İslâm dinine zarar verebilecek mahiyettedir. Bana göre bir anlamda orijinalite yapma, popülarite kazanma gibi sâiklerle ortaya atılan bu düşüncelere isabetli cevap verebilme, İslâm'ın evrensel esaslarına göre hareket etmekle mümkündür."[13]

Çağın gereği olarak diyalog

Gülen, diyalogu çağın gereği olarak görür: "Çağımız, medeniyet, ilim ve burhan çağıdır. Bu çağda, ikna, ilim ve müsbet harekat hükmeder. Bilhassa haberleşme ve ulaşım vasıtalarının alabildiğine gelişmesinin neticesinde dünya bir köy halini almış bulunmaktadır. Böyle bir dünyada düşmanlıklara ve çatışmalara yer olmamalı, insanlar insan olma ve aynı dünyayı, aynı hava ve atmosferi paylaşma gibi asgari müştereklerde birleşerek ve bu asgari müştereklerini artırarak barış içinde bir arada yaşamanın yollarını bulmalı, bunun için de bir hoşgörü ve diyalog ortamı meydana gelmelidir. Çatışma, savaş, kirlenme ve acımasız rekabetten yorgun yaşlı dünyamızın - eğer ömrü tamamlanmamışsa - bu çizgiye geleceğine inanç ve ümidim tamdır."[14]
Gülen, "bütün insanları kucaklamak gerektiğine, ferdiyetçiliğin olabildiğince hâkim olduğu ve insanları birbirinden kopardığı bu maddeci dönemde, insanlar arasında hoşgörü, diyalog ve herkesi kendi konumunda, ne ise o şekilde kabul etmenin zaruretine inanmaktadır. Diyalog, hoşgörü ve herkesi olduğu gibi kabullenmenin; toplumda bölünmelerin ve kavganın önüne geçmek için de gerekli olduğuna inanır."[15] Ayrıca "global bir köy halini alan dünyada diyalogun mecburi bir süreç olduğu ve insanların mutlaka birbirleriyle yardımlaşma yolları aramaları gerektiği kanaatine vardığı"[16] için ve diyalogu dinler arası ve medeniyetler arası çatışmalara karşı dalgakıran[17] olarak gördüğü için ısrarla küresel çapta diyalogun tesisi üzerinde durmaktadır.

Farklı din ve millet mensupları neden sempati duyuyor?

Hoşgörü, diyalog ve herkesi kendi konumunda, ne ise o şekilde kabul etmek, insana insan olduğu için saygı göstermek, Gülen'in ve dolayısıyla Gönüllüler Hareketi'nin başkalarıyla münasebetlerinde ve muamelelerinde esas teşkil eden prensiplerdir. Bu prensipler insanların saygı ve sempatisine vesile olmaktadır. Böylece Fethullah Gülen'in fikirleri ve Gönüllüler Hareketi'nin hizmetleri dünya çapında farklı milletlerden, farklı dinlerden, farklı ırklardan insanlar tarafından kabul görüp benimsenmekte, bunlara sempatiyle bakılmakta ve iştirak edilmektedir. Nitekim Fethullah Gülen Hocaefendi de bunu şöyle izah ediyor: "Bu eğitim, hoşgörü ve diyalog faaliyetlerinin dünyanın farklı dinlerin, farklı dillerin, farklı renklerin, farklı gelenek ve kültürlerin hakim olduğu yüzü aşkın ülkesinde kabul görmesi ve bizzat bu ülkelerden pek çok insanın da aynı faaliyetlere gönüllü olarak iştirak etmesi, herhalde bir kişi veya bir grupla açıklanacak bir hadise olmasa gerektir. Belki insanları bu faaliyetlere çeken, en temel bir insanî ihtiyaca veya insan varlığının en temel bir buuduna, yani eğitim ve öğretime verilmesi gereken ehemmiyeti vermek, bunu yaparken hiçbir menfaat beklentisine girmemek, ferdî bencilliğin çok yaygınlaştığı bir zamanda bunu aşarak yaşatmak adına yaşama sevdasından vazgeçmek, insanlığın savaşlarla sarsılageldiği bir dönemde 'Durun kalabalıklar, bu sokak çıkmaz sokak!' diyerek barışı, uzlaşmayı, hoşgörüyü, diyalogu öne çıkarmaktır. Demek ki bunlar, insanî ortak paydalara hitap ediyor ki, dünyanın hemen her ülkesinden, her toplumdan ve toplumların her kesiminden insanlar bu örfaneye gönüllü iştirak ediyorlar."[18]
Farklı dinlerden ve milletlerden insanların Fethullah Gülen'e ve Gönüllüler Hareketi'ne sempati duymasını bazıları "İslam'ın emperyalizme peşkeşi" olarak yorumlama çabasına giriyorlar. Halbuki Fethullah Gülen'in ömrü İslam'ın ve Müslümanların yüceltilmesi uğruna vakfedilmiş bir ömürdür. Yazılı, sözlü ve fiilî bütün eserleri bunun şahididir. Önyargısız olarak samimiyetle, vicdanla, insafla inceleyenler bu hakikati teslim edeceklerdir. Ayrıca Fethullah Gülen, asırlardır dünyanın hemen her bölgesinde zulümlere, gadirlere maruz kalan bütün mazlumların, mağdurların ızdırabını bütün varlığında hisseden bir muzdarip gönül olarak bunları yazılarında ve konuşmalarında ifade ettiği gibi, aynı zamanda çözüm çareleri için her fırsatı değerlendirerek fiilî gayretlerde bulunmuştur. Mesela "Sözün de bittiği an" başlıklı Kırık Testi yazısını okuyan vicdanlı ve insaflı herkes bunun bir örneğini görmüş olacaktır.
Gülen'e göre; "Küreselleşen ve artık büyükçe bir köyü andıran, dolayısıyla herkesin herkese komşu olduğu bir dünyada Müslümanlığın çok önem verdiği komşuluk düsturlarına göre davranmak, İslâm'ın âlemler için rahmet olduğu, Peygamber Efendimiz'in (sas) âlemlere rahmet olarak gönderildiğinin şuuru içinde birer rahmet insanı olmak ve İslâm'ın lekesiz ve ak yüzünü karartacak her türlü davranıştan uzak durmak, dünyanın her yerindeki Müslümanların vazifesidir ve hayrınadır."[19]

[1] Akşam Gazetesi, 9 Şubat 1998
[2] Aksiyon Dergisi, 14.02.1998
[3] "Dinlerarası diyalog ve Papa görüşmesi", İtalyan Haber Ajansı'ndan (ANSA) Giulio Gealibter'la röportaj, 13.05.1998
[4] NTV'de Taha Akyol ve Cengiz Çandar'la röportaj, 27.02.1998
[5] Aksiyon, Fethullah Gülen'in bazı iddialara verdiği cevaplardan, 6 Haziran 1998
[6] "Dinlerarası diyalog ve Papa görüşmesi", İtalyan Haber Ajansı'ndan (ANSA) Giulio Gealibter'la röportaj, 13.05.1998
[7] "Kaç çeşit İslâm var?", Fransız Le Monde'da Nicole Pope'la röportaj, 28 Nisan 1998
[8] "Türkiye'de ayrışmış iki gruptan söz edilemez", Deutsch Türkische Nachrichten haber sitesi röportajı, 16.06.2011
[9] "Kaç çeşit İslâm var?", Fransız Le Monde'da Nicole Pope'la röportaj, 28 Nisan 1998
[10] "Türkiye'de ayrışmış iki gruptan söz edilemez", Deutsch Türkische Nachrichten haber sitesi röportajı, 16.06.2011
[11] Hoşgörü ve diyalog iklimi
[12] "Kerbelâ ve iftirak", ABD sohbetleri, fgulen.com
[13] Fasıldan Fasıla - 4; ayrıca bakınız "Dinlerin tevhidi (!)", Prizma - 1
[14] Milliyet'te Hakan Yavuz'la röportaj, 12.08.1997
[15] "Kaç çeşit İslâm var?", Fransız Le Monde'da Nicole Pope'la röportaj, 28 Nisan 1998
[16] "Ateist terörist değildir", Hürriyet'te Sefa Kaplan'la röportaj, 21.04.2004
[17] "Kaç çeşit İslâm var?", Fransız Le Monde'da Nicole Pope'la röportaj, 28 Nisan 1998
[18] "Türkiye'de ayrışmış iki gruptan söz edilemez", Deutsch Türkische Nachrichten haber sitesi röportajı, 16.06.2011
[19] "Türkiye'de ayrışmış iki gruptan söz edilemez", Deutsch Türkische Nachrichten haber sitesi röportajı, 16.06.2011

Mittwoch, 21. Dezember 2011

Hocaefendi de cemaatten rahatsızmış(!)

Duy da inanma. Şimdi moda tespit(!) bu. Yıllardır cemaati, gizli hesapları olan, çıkar için alicengiz oyunları çeviren, komplolar kuran, gerekirse tehdit eden, şantaj yapan bir topluluk gibi göstermeye çalıştılar.

Bu oyunlar tutmadı. Şimdi, sağdan yaklaşıyorlar. Geçmişte cemaate yamamaya çalıştıkları bütün kirli işleri cemaat içindeki bir grubun yaptığını söylüyorlar. Neymiş efendim, aslında cemaatin fikriyatı sağlammış, cemaattekilerin çoğu temiz insanlarmış. Ama içlerinde bir grup varmış ki, onlar ne Hocaefendi dinliyormuş ne de kanun hukuk.

***

Nereden nereye?

Dün Millete Komplo Planıyla cemaatten sadece bir kişiye necaset bulaştırabilselerdi, bugün Hocaefendi kırmızı bültenle aranıyor, onu seven milyonlarca insan da terör suçundan yargılanıyor olacaktı. Şimdi bir ayaklarını kaldırıp, “yiğidin hakkı yiğide” diyorlar… Ama cemaati illa bir köşesinden suça bulaştırma gayretinden de vazgeçmiyorlar.

Anlaşılan o ki tamamını kötüleyerek sonuç alamayacaklarına, vatandaşı inandıramayacaklarına kanaat getirdiler şimdi grup grup itibarsızlaştırmanın, parça parça bitirmenin peşindeler. Bunu da olur olmaz suçlamalarla yapmaya çalışıyorlar.

Mesela Şike Operasyonu’nu cemaatin “laf dinlemez” grubuna mal ediyorlar. Tıpkı Ergenekon, Balyoz ya da Askeri Casusluk Operasyonlarını engellemek için yaptıkları gibi…

MHP’li vekil adaylarının gayr-ı meşru ilişkilerinin günahını da onlara kesmişlerdi. En son da Cübbeli operasyonunu yine o “Hocaefendi’yi bile rahatsız eden” sözde cemaatçi ekibin hanesine yazdılar.

Büyük gazetecilerimiz moda tespitler yapıp, olayların arkasından “hepsi değil ama cemaatin içinden bir grubun” çıkmasını bekliyorum dedi. Hala da bekliyor muhakkak…

****

Yavaş gelin beyler…

Bu ülkenin her çocuğu ana babalarından, vatana millete hayırlı evlat ol, doğruluktan, dürüstlükten ayrılma, kul hakkı yeme, yedirme nasihatleriyle yetişir. Arsıza, namussuza, soyguncuya vurguncuya, hırsıza-yalancıya, haddini bildirmek için illa da cemaat mensubu olması gerekmez.

Dünyanın her yerinde askerin, polisin savcının hakimin işi, vatanı milleti, hak ve hukuku korumak değil midir? Hangi helal süt emmiş görevli, kendi milletini düşman gören, başına balyoz indirmek için bahaneler üreten cuntacılara göz yumabilir?

Hangi dürüst memur, milleti enayi yerine koyan şikeciyi ya da Cübbeli’yi görmezden gelebilir, bu çirkefe dur demek için yetkisini kullanmaz?

****

Beyler;

Türkiye, söz verip tutmayan yalancı siyasetçiden, cuntacı askerden, vesayetçi yargıdan, rüşvetçi polisten, ahlaksızdan, namussuzdan, haram helal bilmeyenden, hak gaspçılarından çok çekti.

Adam gibi adamları ise çok bekledi. Ve şimdi siz, işini namus bilen, canı, malı, makamı pahasına milletinin hak ve hukukundan vazgeçmeyen o insanları, bir kere daha saf dışı bırakmaya çabalıyorsunuz.

Bunu da, gıyabında “bitirme planları” hazırladığınız Hocaefendi’nin adını, dün “irticacı, yobaz” diye fişleyip hedef haline getirdiğiniz halkın desteğini kullanarak yapmak istiyorsunuz.

Lakin bu topraklar “Himmeti Millet” olanı bugüne kadar hiç zayi etmedi. Şike’de, Ergenekon ya da Balyoz soruşturmalarında olduğu gibi yine yarı yolda bırakmayacak. Baskı kimden gelirse gelsin boyun eğmeyecek. Siz de sırf cemaat husumetiyle sahip çıktıklarınız yüzünden, daha çok maskaraya döneceksiniz.

Nadir Kılıç, Zaman

Tokat gibi cevaplar...

Arhan Kardaş
Arhan Kardaş
Geçen hafta çok yoğun bir çalışma gündemi vardı. Sıcağı sıcağına sizlerle paylaşmak mümkün olmadı. Fakat dün ziyaretimize gelen soyadı bizde mahfuz Prof. Christoph'un ziyaretiyle bu gündem yeniden ısındı, sizlerle paylaşmak adına bir imkan doğdu.

Meseleye dair soyadları bende mahfuz iki profesörden bahsedeceğim. Birincisi Dr. Jürgen; geçen hafta bir e-maille Hocaefendi'nin Doğu ve Güneydoğu meselesine dair 45 dakikalık konuşmasını sordu. Sol Parti'nin bir bardak suda fırtına kopardığına değindi. O konuşmayı baştan sona dinlemiş idik derhal kendisini aradık ve durumu olduğu gibi izah ettik. Rahatladı ve 'zaten bir komplo olduğunu tahmin etmiştim aksi halde dünyaya hoşgörü ve diyaloğu ders veren bir öğretmenden böyle şeyler sadır olmayacağını ben de biliyorum. Sadece tasdik ettirmek istedim!' dedi.

Dün itibariyle de Dr. Christoph bizleri ziyarete geldi. Hocaefendi hakkında yeni basılan kitapta tebliği bulunun bu Hristiyan din alimiyle iki buçuk saat oturduk ve meseleleri konuştuk. Dr. Christoph diyor ki: 'Hocaefendi'nin sözde Kürtlerin katledilmesine dair konuşmasını duyunca derhal gen soruyu veren ve bu haberleri yayan Sol Parti milletvekillerini aradım. Kendilerine Hocaefendi'nin konuşma metninin tamamını istedim. Bana parça bölük bir kaç şey gönderdiler. Sonra da kendilerine dedim ki: bir konuşma önüne arkasına bakılmadan anlaşılamaz. Bizler bilim adamıyız, ayrıca sayın Fethullah Gülen'in Allah'a bir tür yakarışını, hükümete ve devlete yöneltilmiş direktifler gibi göstermişsiniz. Bu tavır bir Alman milletvekiline yakışmıyor!. Dr. Christoph bizlere dönerek devam ediyor: Alman hükümetine verdiğiniz gensoruların cevabı yüzünüze bir tokat gibi indi (ein Schlag ins Gesicht) fakat hala ısrar ediyorlar!

'Evet Hocaefendi o konuşmasında ne bir millet ismi ne de bir örgüt ismi telaffuz ediyor. O konuşmada 'Kürt', 'PKK', 'KCK' gibi ifadeler yok. Hocaefendi gibi evrensel bir din adamının siyasi söylemlerle konuşması da düşünülemez. Hele hele mazlum halklara bir kasdı hiç bir biçimde olamaz. Peki böyle profesyonel iftiraları kim pişiriyor? Elbette Almanlar değil. Bunu Sol Parti içinde pişirenler yine bizim ülkemizin insanları. Orasını burası yamultarak melekten şeytan çıkarmaya çalışıyorlar! Alman milletvekillerini de alet ediyorlar' diyorum. Dr. Christoph bu açıklamamdan tatmin olmuyor. 'Tüm Alman halkına karşı sorumlu olan bir milletvekilinin konuşmanın önünü arkasını bilmeden, okumadan, bir kaç kişiye okutmadan dolduruşa gelmesinin hiç bir mazereti olamaz! Bana bunun normal olduğunu hiç bir mantık inandıramaz' diyor. Biraz sonra da; 'Gerçi bir Hristiyan incil müfessiri olarak eski ahitte geçtiği gibi kahr dualarını da hoş bulmuyorum. Yine de bir kulun Allah'a yakarması nerede, hükümetlere fetva vermesi nerede? Bu düpedüz iftira! diyor.

Evet Alman entellektüelleri Hocaefendiyi anlıyor. Darısı bazı siyasilerin başına...
Arhan Kardaş, Zaman   

Amerikalılar Fethullah Gülen'i de elimizden almış

Yusuf İnan
Yusuf İnan
Geçtiğimiz hafta İzmir Kültürler Arası Diyalog Merkezi - İZDİM'den bir davetiye geldi. İzdim, 2011 İzmir Türkçe Olimpiyatları'nı başarılı bir şekilde organize eden İzmir'in en önemli sivil toplum kuruluşu.
 İşte o İZDİM, bu sefer de Prof. Dr. Scott Alexander adında Amerikalı bir Profesörü "Gönüllüler Hareketi" adlı panelde konuşması için İzmir'e davet etmiş. Davetiye bana gelince: "Amerikalı'dan başka getirecek adam bulamamışlar mı" diye içimden geçirdim.
Davetiyenin üzerinde "Gönüllüler Hareketi" yazıyordu. "Amerikalı Profesör biz Türklere Gönüllüler Hareketi'ni mi anlatacak" diye küçümsedim. Gidip gitmeme konusunda da kararsızdım. Ofisteki dolabıma baktım, bir takım elbise hazır duruyor, gömlekler de ütülü, hal böyle olunca gitmekten başka çare yok dedim ve yola çıktım.
Balçova'daki Kaya Prestige Otel'e geldim. Aracı park edecek yer yok, tüm otoparklar dolu. Otelin önü insan kaynıyor. Lobisi de aynı şekilde kalabalık, salona girdim salon da tıklım tıklım dolmuştu. Şaşırmadım desem yalan olur. Bu şaşkınlık içinde gazetecilere ayrılan bölüme geldim ve oturdum.

Fethullah Gülen, Nazım'ın Hasreti'ni dindirdi

Binlerce sinema filmi izledim. Binlerce insanla tanıştım. Binlerce insanın önünde yürüdüm. Yüzlerce konsere ve konferansa katıldım. Dünyanın bir ucundan Zülfü Livaneli'nin, Cem Karaca'nın konserlerine geldim.
Hayatımda kimsenin elini öpmedim.
İlk defa İzmir'de Türkçe Olimpiyatları'na katıldım, daha sonra da Allah'ın Sadık Kulu adlı sinema filmini izledim.

Mittwoch, 7. Dezember 2011

Fethullah Gülen'in Türkiye'deki ceza süreci ve ABD göçmenlik davası

Fethullah Gülen'in Türkiye'deki ceza süreci ve ABD göçmenlik davası
Ilımlı bir Türk din lideri olan Fethullah Gülen'in siyasi yargılanması Türkiye'de insan haklarının büyük ölçüde genişlemesine ve demokrasinin güçlenmesine katkı sağladı. Dava, 2000 yılında Ankara'daki bir devlet güvenlik mahkemesinde başladı ve 2008'de Gülen'in lehine sonuçlandı. Bu kitap Gülen'in davasını araştırıyor, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne giriş çabalarının gelişen süreçlerini inceliyor, AB'nin Türkiye'deki insan haklarının genişletilmesi ve yargı sisteminde reform yapılması konusundaki ısrarlarının Gülen davasının sonucunu nasıl etkilediğini tartışıyor. Son olarak kitap, Türkiye'de siyasi davasının sürdüğü günlerde Gülen'in Amerika Birleşik Devletleri'ne bir din alimi olarak göçmen statüsünde başvurusunun engellenmesiyle ilgili başarısız girişimleri ele alıyor.

1971

  • Askeri Darbe (12 Mart 1971)
  • Fethullah Gülen tutuklandı. (3 Mayıs 191)
  • Gülen serbest bırakıldı: Askeri mahkemede yargılanma devam etti. (9 Kasım 1971)

1972

  • Askeri mahkemede hüküm giyme (20 Eylül 1972)

1973

  • Askeri Yargıtay kararı bozdu. (24 Ekim 1973)

1974

  • Af yasası geçti. (18 Mayıs 1974) Gülen'in yargılanması sona erdi.

Dienstag, 6. Dezember 2011

Türkiye'nin liderliğini isteyen pek çıkmadı...

Mehmet Ali Birand
Hafta sonunu Gaziantep'te Zirve Üniversitesi'nin davet ettiği Abant Toplantıları'nda geçirdim. Ortadoğu'daki gelişmeler ve tabii Türkiye'den beklentiler konuşuldu.
Toplantıya katılmamın en önemli nedeni, yeni birşeyler öğrenebilmekti. Zira, Mısır, Fas, Tunus'tan son derece önemli isimler davet edilmişti. Olayları Tahrir Meydanı'nda izleyenlerden tutun da konuya akademik analizle yaklaşanlara kadar, Arap konuşucular arasında çok ilginç gözlemciler vardı. Aynı şekilde, İngiltere, ABD ve diğer batı ülkelerinden de uzmanlar gelmişti. Türkiye' den de konuya merak duyan ve benim gibi yeni açılar arayan yazar ve akademisyenler katılmışlardı.
Anlayacağınız Türk, Türk'e hava basmadık.
Özetle şu iki gözlemimi paylaşmak isterim:
- Gelişmeleri ne oranda BAHAR, ne oranda SONBAHAR; ne oranda REFORM ne oranda AYAKLANMA veya BAŞKALDIRI diye nitelemek gerektiğinden başlayarak, olayların nereye gideceği konusunda dahil kimsede sağlıklı bir görüş ya da genel bir görüş birliği yok. Kafalar karışık ve her konuşma -eğer kahve falına bakmak istenmiyorsa- sonunda "Bakalım göreceğiz" cümlesiyle bitti.
- Bilinen ve herkesin görüş birliğinde olduğu tek nokta, bu gidişin geriye dönüşü olmadığı ve bu bölgedeki ülkelerin eninde sonunda demokratikleşecekleriydi.
Konu Türkiye'ye gelince, toplantıya katılanların bir bölümü herhalde şaşırmıştır. Zira bizdeki genel medya pompalamasıyla kabartılan "Bölgenin lideri biz olacağız, hepsi Türkiye'yi model olarak benimsiyor. Demokratikleşmenin ateşini bizler yaktık. Ekonomik başarılarımız, TV dizilerimizle Arapları kendimize hayran bıraktık" söyleminin ne kadar içi boş olduğu anlaşıldı.
Arap uzmanlar, ne Türkiye'nin liderliğini ne de model olmasını kabullendiler. Aksine, "Bırakın bizi, artık kendi ayaklarımızın üstünde duralım. Kendimize göre bir demokrasi kuralım. Kendi modelimizi oluşturalım" diyenler çoğunluktaydı.
Bu konu etrafında çok tartışıldı. Türkiye'nin resmi politikasının ne liderlik ne de modellik olduğunu ısrarla tekrar eden Cumhurbaşkanlığı Ortadoğu Danışmanı'nın çırpınışı bile işe yaramadı.
Toplantıyı düzenleyenler çok iyi bir iş yaptılar. Bizleri (medya ve akademi dünyasını) uyandırdılar. Boş sloganların peşinde koşulmaması gerektiğini gösterdiler.
Arapların bizden beklentilerini de şöyle özetleyebilirim:
-Ağabeylik- model ihracı yerine, bizimle deneyimlerinizi paylaşın, yeter.
Bu kadarını bilenlerimiz vardı, ancak galiba birilerinin bire bir duyması gerekiyormuş.
Konferansın ev sahipliğini yapan Zirve Üniversitesi'nden önümüzdeki günlerde söz etmek istiyorum, zira ağzım açık kaldı. "Gülen Hareketi"nin, Ortadoğu'yu da içine alan, en son ve en iddialı projesi.
Mehmet Ali Birand, Posta

Montag, 5. Dezember 2011

Vaizi vurun !!!!


Gittiler; ama yine gelecekler!
28 Şubat dönemindeki medya linçlerine karşı kalemiyle mücadele veren Gazeteci Ferhat Barışson kitabıyla yine meslektaşlarına yükleniyorBarış'a göre medyanın eski refleksleri değişmedi ve saldırı için pusuda bekliyor.
Gazeteci-yazar Ferhat Barış ismini ilk olarak, 1999 Haziran ayındaki 'kaset komplosundaduymuştu kamuoyuFethullah Gülen Hocaefendi'nin montajlı kasetleriyle dindar kesim üzerinde sallandırılan Demokles'in kılıcı ve medya yargısız infazına karşıZaman'daki bol apostroflu yazıları ile mücadele vermişti yazar. Türkiye'de örneklerine yakın tarihte çok fazla rastladığımız yargısız infazlardan biriydi yaşananAncak bu kez ülkedefikir namusuna sahip çıkan gazeteciler de vardı ve karanlık senaryolar boşa çıkarılmıştıFerhat Barışverdiği mücadeleyi daha sonra 'Maskeli Balonadıyla kitaplaştırdıÇalışmakısa sürede en çok satan kitaplar listesine girdiTürkiye'de medyanın  yüzünü deşifre etmesi açısından da önemli bir kilometre taşıydı. O günlerden günümüze medyada çok şey değiştiancak bazı hastalıklar hâlâ iyileşmediElbette Ferhat Bey'in deşifre süreci de devam ediyorYazar bu kez 'Vaizi Vurunadlı son kitabıyla sahnedeKarakutu yayınlarından piyasaya çıkan Vaizi Vurun'daTürk medyasına etkili bir projektör tutuluyor ve kusurlar ortaya dökülüyorMedya üzerine çalışmasına rağmen medyada görünmekten fazla hoşlanmayan Ferhat Barış'ı ikna ettik ve son kitabını Aksiyon okurlarına anlattırdıkSözü artık ona bırakalım.
Ferhat Barış'ı 1999 Haziran'ında medyanın tertiplediği infaz kampanyasından hatırlıyoruz. O süreci, 'Maskeli Balonadıyla kitaplaştırdınız. O günden bu yana medyada neler değişti?
Maskeli Balon'u okuyanlar hatırlayacaktır, 'Yine Geleceklerbaşlıklı bir yazıyla bitiyordu kitapYazıdadönemin infazını yapanların insafsızlığına dikkat çekerekgitmiş gibi görünseler bile sadece kılık değiştirebileceklerini ama tekrar geleceklerini söylemiştik. Ne yazık ki haklı çıktık.
Haklı çıktık derken neyi kastediyorsunuz?
Ülke medyasının neredeyse Cumhuriyet tarihi kadar eski klasik refleksleri var. Bu refleks inanca ve bu ülkenin değerlerine karşı yabancılaşmayla başladı ve bir süre sonra onlara karşı nefrete dönüştüKendi kimliğimizden duydukları utancıkendileri gibi olmayana düşmanlık yaparak kapatmaya çalıştılar her dönemYeni bir özelliği değildi bu medyanınAidiyetsizlik hissiçok ciddi bir fobiyi yerleşik kılmış ne yazık ki bizim medyamızda.