Dienstag, 6. September 2011

Türkiye’nin Dindar Eliti


Isvicreli Yazar Thomas Fuster yüksek trajli "Neue Züricher Zeitung"- Gazetesinde Fethullah Gülen Hocaefendi ve çevresinde birleşen Hizmet Harekatı hakkında geniş bir haber yayınladı. Haberin geniş özeti:

Thomas Fuster, Istanbul
Fethullah Gülen – İslami hoşgörü ve sevgi vaizcisi tartışmalara yol açıyor.
  
Türkiye’de, İslami dindarlık ve modernitenin tarafını tutma ile çelişmeyen yeni bir elit kendini kabul ettiriyor. Bu elit kesimin zihni oryantasyonunu ise kendi hareketinin de tartışmalara yol açtığı Fethullah Gülen sağlıyor.

İstanbul’un Ümraniye semtindeki Anafen Okulu öğrencilerinin yapacak çok işi var.  Zira, bir kaç hafta sonra gerçekleşecek olan ülke çapındaki bilim olimpiyadında alınacak çok sayıda derece var. Laboratuvardaki çalışmaları na da buna uygun olarak  konsantre oluyorlar. Özel okulun ünü mükemmel. 550 öğrenciye sahip okul milli karşılaşmalarda aldığı mükemmel sonuçlarla düzenli olarak parıldıyor. Sadece bilim ve müzik ağırlıklı derslerde değil. rahat spor üniformaları içindeki öğrenciler yurtiçi masa tenisi karşılaşmalarında elde ettikleri zaferle gurur duyuyor.

’Fethullah Gülen seni çağırmadı, sen ısrar ettin’



Turgut’un Habertürk’teki yazısında Gülen’le yaptığı görüşmeye dair kullandığı bazı ifadelere Haber 7’den ilginç bir itiraz geldi.

05 Eylül 2011 Pazartesi, 22:51:16




Eskiden Genelkurmay'dan akredite olan gazeteciler bunu bir 'fors' olarak yazılarında belirtmeyi severlerdi. Şimdi ise Pennysilvania'da Akredite olmak daha forslu oalcak ki, as sayıdaki bu 'şanslı' gazetecinin arasında yer alamk için büyük bir rekabet var.

Habertürk yazarı Serdar Turgut da 'Gülen'in davet ettiği önemli gazeteci' forsunu kullanmak istedi ama jet düzeltme kısa süre içinde geldi.

Haber7.com yazarı Erkam Tufan Aytav'dan Serdar Turgut'a Fethullah Gülen uyarısı geldi! Aytav, Turgut'un Habertürk'teki yazısında Gülen'le yaptığı görüşmeye dair kullandığı bazı ifadeleri önce eleştirdi sonra düzeltti.

'GÖTÜRÜLMEDİN, ISRARLA SEN GÖRÜŞMEK İSTEDİN'

Serdar Turgut'un Gülen'le yaptığı görüşmeyi anlattığı yazısında ‘Fethullah Gülen ile konuşmaya götürüldüm’ ifadesini kullanmasını eleştiren Aytav, aynı görüşmeden kendisinin de olduğunu söyledi. Görüşmenin nasıl ayarlandığını da bildiğini kaydeden Aytav, Turgut'un konuyu yanlış yansıttığını, Gülen'le görüşmek Serdar Turgut'un için ısrar ettiğini söyledi.

Aytav, "Serdar Turgut'un Fethullah Gülen yanılgıları" başlıklı yazısında şöyle demiş:


"Sevgili Serdar Turgut;
....

Müsaade edersen yazındaki yanlış anlaşılmaya sebebiyet verebilecek bir iki ifadeyi tashih etmek isterim.

1- Fethullah Gülen’i ziyarete bir grup gazeteci ile birlikte gitmiştik hatırlarsan. Yazının başında ‘Fethullah Gülen ile konuşmaya götürüldüm’ ifadesini kullanmışsın, bunun doğrusu pek çok gazeteci gibi uzun bir zamanı içine alacak şekilde ısrarların sonucunda randevu gelmişti. Dolayısı ile aşırı ısrarlı taleplere karşı bizim de ricalarımızla çok sınırlı bir görüşme gerçekleşmişti. Yani götürülme yok ısrarlı talep karşısında kabul var."

Montag, 5. September 2011

Ramazanlaşanların Bayramlaşması


Ahmet Kurucan
Ahmet Kurucan
Hocaefendi'nin bayram sabahı yaptığı, bayram mesajını sunduğu sohbete ve o sohbet ortamına götüreceğim sizleri bugünkü yazıda.
Anlatılan şeyler arasında kendi değerlendirmelerime göre takdim-te'hir yapacak ama manzaranın bütününü sunmaya çalışacağım.
"Ramazanlaşmayı gerçekleştiren insanlar ancak bayramlaşabilir" dedi sözlerinin arasında. Ben yazıya bununla başlamayı uygun gördüm; çünkü çok önemli bir mesaj içeriyor bana göre bu cümle.
Önce bu cümlede yer alan ve yanlış anlaşılmalara medar olabilecek "bayramlaşma" tabirinin manasını kısaca izah edeyim. Hocaefendi'nin burada kullandığı bayramlaşma, telefon, tebrik kartı veya bizatihi ziyaretlerle gerçekleşen el öpme, bayram harçlığı verme ve hediyeleşmelerin olduğu karşılıklı bayram tebriği değil, aksine "bayramla bütünleşme" manasını taşır. Onun için yazının geri kalan kısımlarında bu manayı taşıyan "bayramlaşma" tabirlerini tırnak içinde yazacağım.
Fethullah Gülen
Bir; "Ramazanlaşma" tabirinin münakaşası yapılabilir diyor Hocaefendi çünkü literatürümüze bunu hediye eden bizzat kendisi. Sadece bu mu? Hayır; daha önceleri "namazlaşma" demişti; şimdi de "bayramlaşma" diyor. Bunların hepsi de, yani namazda namazla, Ramazan'da Ramazan'la ve bayramda bayramla bütünleşme, onları hakkıyla idrak etme ve yaşama manalarını taşıyan ve aynı çizgi üzerinde yerlerini alan kavramlardır.
İki; bu cümleden anladığımıza göre Hocaefendi "bayramlaşma"yı Ramazan'da Ramazanlaşmaya, bir başka tabirle Ramazan'ı hakkıyla edebilmiş olmaya bağlıyor. Te'vil, tabir, tefsir istemeyen bir düşünce bu. Hocaefendi bunu söylerken bir taraftan kendi anladığı ve yaşadığı şekliyle Ramazanlaşmayı ve Bayramlaşmayı anlatıyor, diğer taraftan çevresine hedef gösteriyor. Böylece olanla yetinmeyip olması gerekli olan ufka insanları yönlendiriyor.
Yalnız burada dikkat edilmesi gerekli bir husus var; o da şu: Ramazan ayının bitimini takip eden güne din "bayram" adını vermiş. Bayramı bir gün ile de geçiştirmemiş, süre vermiş ve bu süreyi üç gün ile belirlemiş. O üç günün ilkinde oruç tutmayı yasaklamış. 30 gün boyunca Allah'ın sunduğu nimetleri iradi olarak günün belli zaman dilimlerinde kendilerine haram kılan müminler bunun mükâfatını en az üç gün yaşasın demiş.
Ayrıca bayram denince akla gelen ilk şey neşe, huzur, dünyadan kam almaya yönelik beşeri hisleri tatmin. Nitekim Efendimiz (sas) dönemindeki fiili uygulamalar da bunu gösteriyor. Öyleyse bayramlarda neşe peşinde koşmak gayrimeşru bir şey olmasa gerek. O zaman "bayramlaşma" buna mani değil mi?
Bu sorunun cevabı alabildiğine net; hayır, değil. Bir tek şartla; peşinden koşulan neşe, meşru çerçevede olacak. "Bayramlaşma"ya asıl mani olan, bayramı gayrimeşru vesileleri kullanarak "vur patlasın çal oynasın" cinsinden eğlencelerle geçirmek. Kaldı ki bu zihniyeti sadece bizde değil İslam dünyasının birçok yerinde görmek mümkün. Delil isterseniz; TV programlarına bakmanız yeterli.
Hocaefendi sohbetin ilerleyen dakikalarında buna da açıkça değindi ve dedi ki: "'Oruç, O'nun hakkı, bizim de vazifemizdir' diyen, bu şuur içinde orucunu tutan insanlar Ramazan'ın bitmesiyle kutsal bir hüzün duyarlar, içlerinde bir burukluk yaşarlar. Fakat beri tarafta da madem din buna bayram demiş der, bayramın da hakkını vererek onu yine dinin verdiği ölçüler içinde neşe ve sevinç içinde kutlarlar."

'Neyin Bayramı?'

Bu cümleleri söyledikten sonra bir müddet durdu ve neşenin çerçevesini belirlememizde yardımcı olabilecek enfes bir tahlilde bulundu. Bir soru sordu önce; "İyi ama bu neyin bayramı?" dedi.
Evet, biz de soralım bu soruyu kendimize ve cevabını arayalım; neyin bayramı bu? Oruç gibi beşeri zaviyeden bakılınca 16-17 saat aç ve susuz durmadan kurtulmanın bayramı mı? Her istediğini her istediği zaman yeme ve içme özgürlüğüne kavuşmanın bayramı mı? Yoksa Ramazanlaşan insanların Allah'tan mükâfatını alma, O'nun sonsuz mağfiretine ermesinin bayramı mı? Tabii ki sonuncusu. İfadeleri aynen şöyle: "Allah'ın mağfiretine ermenin bayramıdır bu. Öyleyse bayram günlerini bazılarının yaptığı gibi hoplama-zıplama olarak değil kalb ve ruhun ulaşmış olduğu ufukta kutlamak lazım."
Pekâlâ, bu nasıl olacak? Zaten işin en çetin yanı da burası. Hele günümüz nesilleri için iradelerini zorlaması gereken bir imtihan meselesi. Çünkü arka plan şartları ne siyasi, ne ekonomik, ne dinî, ne kültürel alanda Hocaefendi'nin belirttiği ufku yakalamaya müsait. Bırakın müsait olmasını tam aksine çevremiz, kendini suyun akışına kaptıran insanları bambaşka vadilere sürükleyecek, aşağıları aşağısı derekelerin içine atacak, dünyevî ve uhrevi pişmanlıklar yaşatacak şartlarla çevrili.
İşte bunu aşmanın yolu adına da şimdiye kadar defalarca anlattığı bir hususa değindi Hocaefendi: "İmanda yenileme ve yenilenme; imanı her gün yeniden duyma, hissetme, onu şuur ve irfan seviyesine yükseltme." Sözleri şöyle: "Ramazan'ın ve bayramın değerini kavramak biraz inanmaya; inancında sürekli kendini yeniliyor olmaya bağlı. İnsan düşünce ve imanı itibarıyla sürekli kendini yenileyebiliyorsa her şeyi taptaze duyabilir. Bizler 'aba an ced', dededen babadan bize intikal eden şekliyle Müslümanlığı yaşıyor olabiliriz; kültür Müslüman'ı diyorum ben ona; kültür Müslüman'ı olabiliriz, nazari bilgilerimiz çok derin olabilir; fakat önemli olan imanı yeniden duymaktır. Hadis kriterleri açısından tenkidi yapılsa da muhtevası doğru olan 'imanınızı Lailahe illallah ile yenileyin' hadisindeki manadır bu. 'İki günü müsavi olan aldanmıştır' hadisinin muhtevasına uygun bir hayat yaşama; işte bunlar bizim imanı yeniden ter ü taze duymamızı sağlayacak şeylerdir."
Bayramlaşma şekilleri, onların dindeki norm ve formları ile aldığı yer, bayramı beşeri münasebetleri geliştirmede vesile olarak kullanma ve dünya insanları arasında barış köprüleri tesis etme adına başka değerlendirmeleri de oldu Hocaefendi'nin o konuşmasında. Onları da bir başka yazıda dile getirmek ümidiyle, bayramınız mübarek olsun; nice bayramlara, nice "bayramlaşmalara".
Ahmet Kurucan, Zaman   

Hocaefendi'den Trafik Kazaları İkazı


Ekrem Dumanlı
Ekrem Dumanlı
İnsan hayatını ilgilendiren ve ucu vicdanlara dokunan her mevzuun dinî ve ahlakî prensiplerle ilgisi vardır. Trafik de öyle. Kurallara inadına uymayan ve kasten insan hayatını tehlikeye atan adamın kanun yakasına yapışmalıdır; ancak dinî prensipler de onu erdemli davranmaya (terğip ve terhip yoluyla) davet etmelidir. Nedense bu konularda yeterince açıklama yapılmıyor...
Fethullah Gülen Hocaefendi'den trafikle ilgili şu hayati satırları sizlerle paylaşıyorum; çok önemli: "Trafik kurallarına uymak bir vatandaş olarak, ondan önce de bir Müslüman olarak bizim görevlerimizdendir. Hatta meseleye fıkhî açıdan yaklaşacak olursak, trafik kurallarına uymanın vacip olduğunu bile söylemek mümkündür. Çünkü bu kurallar, uzun deneme ve araştırmalar sonucu elde edilen, 'iki kere iki dört eder' kat'iyetinde olmasa da yine de bir kesinlik ifade etmektedir. Meselâ, trafik kazalarına sebep olan âmillerin başında aşırı hız gelmektedir. Bu açıdan şehir içi ve şehir dışında belirtilen hız limitlerine uymanın vacip olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla, hız limiti aşılıp, bunun sonucunda ölümlü bir kaza meydana gelmişse bu kaza, cinayet hükmünde değerlendirilebilir. İslâm fıkhında buna şibh-i amd/kasta benzeyen öldürme denir... Ayrıca İslâm fıkhının özünde bulunan bir başka prensip de şudur: 'Başkasına zarar verici her fiilden kaçınması mümkün iken kaçınmayan ve ihmalkâr davranıp ihtiyatı elden bırakan kişi o işin sonucundan sorumlu tutulur.' Trafik kazalarına bu açıdan da bakıldığında kazaya sebebiyet verenlerin sorumlu olduğunu söylemek mümkündür."
Özetleyerek iktibas ettiğim bu satırlar bile trafik ile ilgili ne kadar büyük bir sorumluluk taşıdığımızı ortaya koyuyor. Ne dersiniz?
Ekrem Dumanlı, Zaman