Montag, 4. Juli 2011

Biz ki Mü'miniz Aldanırız, Aldatmayız

Ahmet Kurucan
Ahmet Kurucan
"Kimin himmeti millet ise o tek başına millettir." İçinde yaşadığımız küresel dünya ve kullandığımız kavramlar itibarıyla bu sözü "kimin himmeti bütün insanlık ise gerçek insan dolayısıyla gerçek Müslüman odur" diye değiştirebiliriz sanırım. Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) bütün insanlığa peygamber olarak gönderilmesi de bu yaklaşımın delilidir diyebiliriz.
Güzel de; bu kim, kim? Bu kimin, kim olduğunu nasıl anlayacağız? Emareleri nedir, özellikleri nelerdir? Siz anlamsız bulabilirsiniz ama bana göre çok anlamlı bir soru bu. Şahsen ben anlamlı bulduğum bu soruya şöyle cevap verebilirim: Şahsı, şahsi dünyası, istikbali adına hiçbir şey düşünmeyen, bunu sözleri ile değil bizzat yaşayışıyla, yakın-uzak, dost-düşman çevresinin şahadetiyle ispat eden ve nihayet rüyalarını bile idealleriyle her daim süslendiren insan, himmeti millet, himmeti insanlık olan insandır. O, 24 saatinin her bir saniyesini duyguda, düşüncede ve pratikte kendisini adadığı iyilik, güzellik ve doğruluk adına harcar. Düşünürken onu düşünür, hissederken onu hisseder ve tabii ki ete kemiğe bürünen amelleri de hep o istikamettedir.
Bu söylediklerimi örneklendirme ve temellendirme adına sizleri yine bir sohbet ortamına götüreyim. Kahvaltı sonrası "gurbette kurbetini" değil "gurbette gurbetini" paylaşmak isteyen üç-beş insan salona girdi. Keşke kurbetini paylaşabilsek, ortağı olabilsek o kurbetin. Heyhat! Bu ayrı bir fasıl. Onun tabiriyle ifade edeyim; geçelim!
"Kemmiyet planındaki çoğalma ölçüsünde keyfiyet planında derinleşme yok." Şimdiye kadar defalarca dile getirdiği bir gerçek bu Hocaefendi'nin. Ben rahatlıkla diyebilirim, belki 15 yıldır defalarca duydum bu tespitleri onun ağzından. Dolayısıyla yeni değildi benim için ve zannediyorum onun düşünce dünyasını takip eden insanlar için. Hemen peşinden söylediği şu sözler de yeni sayılmaz: "Aksine sığlaşma var, içe kapanma var. Böyle bir toplum büyük ideallerin altından kalkamaz. Sabır, cehd, gayret ve uzun zaman isteyen işlerde başarılı olamaz." Fakat bütün bunları müteakip sarf ettiği bir cümle benim için yeni: "Bu tip insanlardan müteşekkil toplum 'kavga toplumu' olur."
Şöyle düşündüm: Ya biraz önce özeti verilen Türkiye haberlerinden ya rüyasında gördüğü bir şeyden ya da kafasına takılan bir hadiseden dolayı bunları söylüyor. Aksi takdirde ne diye böyle başlayacaktı ki sözlerine. Ortada ne bir mevzu ne de bir soru vardı çünkü. Tahmin ettiğim gibi de çıktı; üslup bozukluğuna dikkat çekiyordu yine. "Samimiyet çok önemli ama muhatapların hissiyatlarına vâkıf olma ve onları zedelememe de en azından onun kadar önemli. Dile getirdiğiniz şeyler makul olmalı ama hitabınız hisleri de hesaba katmalı." Beş-on nefes alımı kadar bir müddet durdu ve devam etti: "Yakın şeritlerde yan yana yol alan insanlar, gruplar buna daha çok dikkat etmeli. Bunlar birbirlerinin hissiyatlarına derinlemesine vâkıf olmalı, münasebet tarzlarını ona göre belirlemeli. Yoksa kavga olur, çatışma olur."
Siz bu sözleri alın ve ülkemizde siyasi, dini, ekonomik, kültürel vb. alanlarda yapılanan grupları merkeze alarak düşünün. Sanıyorum ne denmek istediğini daha net bir şekilde anlayacak ve örneklendirmeleri de kendiliğinizden yapacaksınız.
Pekâlâ, bunu aşmanın yolu nedir? Hocaefendi, kendisine Hocaefendi dedirten alanı, bilgisi, tecrübesi ve ufku ile şu cevabı veriyor: "Samimi olmalı insanlar; fakat..." İşte bu 'fakat' sonrası söyledikleri günümüze ayna tutması açısından çok önemli: "Şahsi istikbali adına beklentisi olanların samimi olmaları düşünülemez. Ellerinin tersi ile dünyaya ait her şeyi itecek şekilde milletine, mefkûresine bağlılığı olmayanlar bu samimiyeti gösteremez."
Gelin burada ateşten bir kor, bir köz gibi bağrına düştüğü sineyi ılgım ılgım yakacak bu sözleri endam aynası yapalım, aynada hem içimize hem de dışımıza bakalım ve soralım kendimize, herkes sorsun kendisine; biz neredeyiz, ben neredeyim? Sahiden neredeyiz biz? Dünyaya ait beklentilerimizde neredeyiz? Mefkûremiz, milletimiz, insanlığımız adına hangi ölçüde ve hangi seviyede samimiyiz?
Bu ara fasıl bir kenara, yukarıdaki "samimiyeti gösteremez..." cümlesi biter bitmez mecliste bulunanlardan biri 10 yıl öncesine ait bir hadiseyi dile getirdi. Amacı Hocaefendi'nin de taraflardan biri olduğu o hadisede muhataplarının samimiyetsizliğini vurgulamaktı. Doğruydu söylediği şey. Hadiseyi anlatma değil sadece hatırlatsam, yakın geçmişe şahit olan herkes evet doğrudur, diyecek o tespite. Hocaefendi misafirinin sözlerini kesmeden sonuna kadar dinledi ve dedi ki: "Biz ki mü'miniz; aldanırız, aldatmayız."
Ben anladığımı söyleyeyim; dediğin doğru olabilir ama ben meseleye onun zaviyesinden değil kendi zaviyemden bakıyorum. Yapılan vaatlere, söylenen sözlere aldanmamalıydık! Nitekim hemen peşi sıra söylediği sözler benim yorumumu haklı çıkartacak niteliklere sahip. "Bir kere yalan söyleyen her zaman yalan söyleyebilir. Bir kere başkalaşan, her zaman başkalaşabilir. Bir kere inhiraf eden, her zaman inhiraf edebilir. Bir kere kandıran, her zaman kandırabilir."
Bu sözlerden sonra sizin de tasdik edeceğiniz gibi bir aldanma söz konusuydu. Nitekim bu sözlerinin ardından okuduğu hadis, "Biz ki mü'miniz, aldanırız, aldatmayız." sözünü temellendirdi. Hadiste diyor ki Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): "Mü'min aldanan bir civanmerttir. Fâcir aldatan bir leimdir."
O hadisenin üzerinden on yıllar geçti. Muhataplardan bazıları ahrete intikal etti. Kim bilir belki de o dönemde yaptıklarının hesabını vermekle meşguller. Ama geride kalanlar adına değişen bir şey yok. Bazıları yanlışlığını kabul edip çark etse de, bazıları yanlarına aldıkları yeni takviye güçlerle aynı istikamette imrar-ı hayat ediyorlar.
"Anlatsak mı?" dedi birisi. Acı bir gülümseme ile karşılık verdi ve "Anlatsan da anlamazlar ki?" dedi.
Bu söz sıradan bir söz değil; tarihi dayanağı var. Bu, Kadisiye'de 120 bin kişilik orduya, komutanlıktaki maharetine güvenerek Müslümanlara karşı savaşa çıkan Rüstem'in söylediği bir sözdür. Rüstem ve emsali komutanlar savaş stratejisini yanlış buluyor ve muhalif görüş beyan ediyorlar. Ama Yezducurd gözü dönmüş bir kişi olarak hiçbirisini kale almıyor. Savaş Rüstem'i haklı çıkarınca birisi "anlatsak mı" diyor Kral'a bu durumu. Amaç, strateji değişikliğine gitmek; çıkmaz sokaktan en az zararla dönmek. Rüstem işte o zaman söylüyor bunu: "Anlatsak da anlamaz ki?" Niye çünkü gözü dönmüş; gerçeklere karşı kapalı; Müslümanları yok etme, tarih sahnesinden silme tek ideali.
Aşağıdaki Nail-i Kadim'e ait şu dizeler 'anlatsan da anlamayanlara' armağan olsun: "Yıkanlar hatır-ı nâşâdımı ya Rab şâd olsun.
Benim için nâmurâd olsun diyenler bermurâd olsun."
Ahmet Kurucan, Zaman