Freitag, 24. Juni 2011

Türkçe'nin Destanını Kim Yazacak?

Nadir Kılıç
Nadir Kılıç
Bir haftadır Türkiye'de Türkçe Olimpiyatları rüzgarı esiyor. Önceki gün şarkı, dün de şiir finali vardı. Dünyanın 130 ülkesinden, memleketimize gelen 1000 öğrenci, coşkularıyla heyecanlandırdı hepimizi.
Sevindik onları görünce, ayakta alkışladık avuçlarımız acıyana dek kabiliyetlerini, performanslarını. Hele hele şarkı finali çok keyifliydi, hep birlikte eğlendik, güldük.
Meğer ağzımıza sürülmüş bir parmak balmış o şarkı türkü. Bizim anlama eşiğimize ulaşabilmenin, anladığımız dilden seslenmenin kapısını aralamaya çalışıyorlarmış güldürerek, eğlendirerek.
Herkes aynı fikirde mi bilmiyorum. Ama bir yandan şarkı türkülerle eğlendirirken, diğer yandan da bir şey daha yaptılar bize farkettirmeden. Şiir finali, ölü toprağı ile içimize gömdüğümüz, günlük koşuşturmacalarla uyuttuğumuz insanı sarstı.
Bu yüzden olsa gerek şiir finali ağır geldi biraz. Bir gün önce şen şakrak olan çocuklar, bir gün sonra yüzümüze vurdular tokat gibi, unuttuğumuz duyguları, geçmişimizi, kim olduğumuzu, neler yapabilecekken, neler yapmadığımızı...
Şiir dalında birinci olan Gürcistan'lı Leyla, Mehmet Akif'in duygularıyla seslendi ruhumuza.
“Ey dipdiri meyyit, 'İki el bir baş içindir.'
Davransana... Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.”
Mehmet Akif destansı şiirler şairiydi aslında. Kalemine kahramanlık şiirleri yakışıyordu en çok. Her dizesi bir top güllesi gibi ağır, her kıtası bir akıncı birliği gibi dört nala, her şiiri bir fetih kadar coşkulu…
Ancak o son baharında yetişmişti destansı devrin. Dünyayı abad eden bir saltanatın kırık döküklerini toplamak düşmüştü payına. Kah ağladı, kah öfkelendi, kah anlamayanları azarlayıp, uyandırmaya çalıştı.
Adı kahır şairi kaldı bu yüzden.
“Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş...
Sesler de: 'Vatan tehlikedeymiş... Batıyormuş! '
Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından,
Tek kol da yapışsam demiyor bir taraftan!”
Onun sarsıcı bu dizelerine rağmen, devrinden ona layık bir destan çıkmadı ne yazık ki. O da geleceğe ısmarlamıştı Asım’ın Neslini... Dualar ve ümitle...
“Ye's öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.
Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!”
Demişti onlarca yıl önce. Gürcü bir kızdan duyduk bu şiiri. Birçoğumuz hala Akif'in bıraktığı yerdeydi. Televizyonlarda “vatan tehlikede”, “devlet batıyor”, “ülke bölünüyor” uğultuları devam ediyordu.
İki el bir baş içindi de, biz elbirliğiyle Baykuşların fısıldadığı uğursuz ötüşleri gerçekleştirmek için, birbirimizin gırtlağına sarılmayı beceri zannediyorduk.
Gürcü bir kız ve ona benzer 1000 çocukta seyrettik ümide sarılanların neler yapabildiğini. Sevgiye sahip çıkmanın değerini, aslımızın ne olduğunu. Çoğumuz görmek istemese de anladık Asım'ın Nesli'nin çoktan yollara düşüp, inançla, ümitle, nasıl bir nesil inşaa ettiğini...
Ey destanlar şairi! Sen de gördün mü şiirini okuyan Leyla'yı? Ya onun ardındaki Asım'ın Nesli'ne mecnun olan öğretmeni, emeği, hareketi....
Biliyor musun henüz bu destanın şiirini yazan çıkmadı ve biliyoruz ki sessiz sedasız büyüyen bu sevdanın şiiri en çok senin kalemine yakışırdı.
Nadir Kılıç, Samanyolu Haber