Dienstag, 26. Juli 2011

Avrupa Ülkelerinin Radikalizmle İmtihanı

Avrupa Ülkelerinin Radikalizmle İmtihanı
Norveç'te aşırı sağ yanlısı İslam karşıtı bir gencin öfke nöbeti ile gerçekleştirdiği saldırılar neticesinde 90'ı aşkın kişi hayatını yitirdiği olay bana Batı'daki politikacıların ruh halinin vatandaşlarını hangi noktalara getirdiğini düşündürdü. Avrupa ülkelerinde gittikçe artan bir eğilimde insanlar her olumsuzluğun nedenini bir gruba yıkma eğilimindeler. Bu grup göçmenlerden başkası değil. Zira göçmenler, ekonomik açıdan en ileride olan birçok ülkenin zenginleşmesini sağlayan kesim olmasına karşın, bilhassa ekonomik zorluk dönemlerinde, sık sık günah keçisi ilan edilmeye alıştılar.
Ancak şu günlerde durum daha endişe verici. Çünkü en demokratik ülkelerde dâhil tüm Avrupa'da göçmen karşıtlığı, ayrımcılıklar ve göçmenlere karşı şiddet eğilimi kaygı veriri boyutlarda. Esasında Avrupalılar, kısa bir süre öncesine kadar farklı inançları toplumlarına uyarlama konusunda çok başarılıydı. Avrupalılardaki kısa süredeki bu değişimin hikâyesi göçten duydukları hoşnutsuzluğun son dönemde güvenlik algısı ve ekonomik sorunlarla da yakından ilişkili: Uzun bir dönem dünyanın en mühim meselelerini kendileri açısından önemsiz gören Avrupalılar, kültürel bir kibre sahipti ve kendi iç süreçlerinden başka birşeyi de gözleri görmüyordu. Sözgelimi göç karşısında duydukları hoşnutsuzluk, bu göçte kaynak olan ülkedeki sorunlara el atmanın göçü durdurabilecek yegâne adım olabileceğini değil göçe karşı kendi sınırlarını yükseltmenin çare olacağını sanan bir uygulamaya itibar ediyorlardı.
Göç küresel dünyanın iç meselesiyken, yanlış bir biçimde birçok Avrupalı ülke için salt kendi iç meselesi olarak görülüyordu. İşte bu nedenle Avrupa ülkelerine yasal biçimde göç etmek gittikçe imkânlaşmaya bundan ötürü de yasadışı göç daha fazla itibar görmeye başladı.

Barış Dilinin Önemi

Bunun yanında gittikçe artan bir biçimde göçmenler, şiddet yanlısı radikal hareketlere itibar etmeye başlıyor. Bunun tek sebebi olmasa da Avrupalıların dışlayıcı politikalarının büyük etkisi olduğu yadsınamaz. Göçmenleri, mültecileri dışlayarak nefret ve şiddete çağıranların kucağına itmek Avrupa için intihardan farksız. Şunu kesin bir dille söylemek gerekir ki, AB göç politikasını sertleştirip yasal göçü imkânsız hale sokarak nasıl yasadışı göçü teşvik ediyorsa, göçmenleri dışlayarak da nefret ve şiddet çağırıcılarının kucağına itiyor. Her iki durumda da sorundan kurtulmak bir yana aynı sorun daha da katmerleşiyor.
Göçmenler konusunda koparılan sunî fırtınalarla sığınan Batılılar, ciddi bir kumar oynuyorlar. Buna karşılık, savunma konumuna geçen ve gördükleri işgalci muamelesini artık kabullenmeye başlayan göçmenlerin tuttukları saflar da son derece tehlikeli. Avrupa'daki radikal ve göç karşıtı sağın oylarındaki ciddi artışla eşdeğer biçimde göçmenler de gittikçe bu kamplaşmada kolaylıkla nefret yanlısı olanların tarafında yer almayı tercih ediyor. Radikallerin oynadığı bu rolün giderek tek sesleşmesi ve yegâne ses algısının oluşmasına karşı az sayıda sağduyulu sesin varlığı da üzücü.
İşte tam bu noktada Gülen Hareketi'ne değinmek gerek. Çünkü Gülen Hareketi, göçmenlerin gittikçe daha çok itibar etmeye başladığı nefret ve şiddet yanlısı radikal hareketlere karşı Batı'ya çok önemli fırsat sunuyor ve radikallikten medet uman aşırı dinciliğe karşı ciddi bir alternatif oluşturuyor. İnsanlığı evrensel barışa çağıran Fethullah Gülen, her fırsatta nefret ve şiddet yanlılarına karşı çıkarak diyalogu teşvik ediyor ki bu da birbirini anlama ve yerine koyabilme yetisi kazandırıyor. Avrupalıların haklı olarak endişe duyduğu şiddeti ve terörizmi, diyalog ve barış çağrılarıyla mahkûm eden Gülen Hareketi, Batı'nın kapanmasına neden olan fundamentalizme karşı ciddi bir alternatif. Kalpleri ve samimiyeti kaybetme savaşının had safhaya ulaştığı bu dönemde hümanizm ve demokrasiye dayalı değerleriyle Batı'nın İslam'a karşı bakışında dengeleyici bir unsurdur. İslam'ın geri-kalmışlıkla, yobazlıkla, cehaletle bağdaştırılmaya her zamankinden daha çok itibar edilmeye başlarken, Hocaefendi'nin ve Gönüllüler Hareketi içinde yer alanların eğitime, gelişmeye ve modernleşmeye verdiği önem böyle bir dönemde daha da anlam kazanıyor.

Dışlama Değil Güven Gerek

Dinsel hoşgörü çerçevesinde dinler arasında diyalog geliştirme fikri, Gülen Hareketi'nin en değerli özelliklerinden biridir ki bu fikir sayesinde Batılılar, pek de tanımadıkları, tanımadıkları için de korku duydukları Müslümanları daha yakından tanıma ve kaygılarının ne derece haksız olduğunu anlayabilme olanağı yakalayabilmektedir. Batı'daki kimi siyasetçilerin toplumlarına dayattıkları bedbin kaygılar, Gülen Hareketi içerisinde yer alan diyalog çabaları sayesinde geçersiz kalabilmektedir. Terörizmi kesinlikle reddeden ve hoşgörüye dayanan Gülen Hareketi'nin Batılı ile kurduğu temas, sadece İslam toplumu için değil Batılıların hoşnutsuzluk duymaya başladığı tüm yabancı topluluklar için anlamlıdır. Gönüllüler Hareketi kendini anlatamayan Doğulu, Güneyli insanlara da tercüman olmaktadır.
Son olarak ifade etmek gerekir ki, göçmenler, Avrupa bütünlüğüne karşı bir tehdit değil bizzat o bütünlüğün parçasıdır. İkinci derece vatandaşları değil AB'nin sorumlu üyeleridir; işgalciler değil Avrupa'nın hep övündüğü değerlerine sığınmaya gelenlerdir. Bugün mücadelesi verilmesi gereken esas mesele hukuksal silahlara sarılarak dışlamaya dayalı politikaların nasıl uygulanabileceği değil dışlamaya dayalı karşılıklı güvensizliğin giderilmesi olmalıdır. Bu nedenle de diyalog çabasında olan Gülen Hareketi tarzı fundamentalizme karşı ciddi alternatif olan hareketler desteklenmelidir. Belki de tek çözüm bu.

Yeni Safak