Montag, 23. Januar 2012

‘Mürşid’in hâl dili

Ahmet Kurucan
Ne kadar çabuk geçiyor günler; buradan ayrılalı tam 17 gün olmuş. Bu süre içinde beni içten içe kavuran hasret ateşini söndürmek için ab-ı hayat limanına yeniden koştuğumda, gündelik hayatın aynı şekilde saat gibi tıkır tıkır işlediğini müşahede ettim.
Namaz vakitleri üzerine kurulu sistem, sohbetlerle kendini besleme ve yenilemeye, yemeklerle de nefes almaya ayarlı. Hâlbuki dışarıda?..
Her neyse; yaşadığım ilk hadise hediye edilen, isminin nakşedildiği bir havlunun kendisine gösterilmesiydi. Havluyu eline aldığında derin bir nefes aldığını müşahede ettim; "Lafza-i celal bu, şakası olmaz bu işin." dediğini duydum. Hadisenin ne olduğunu bilmediğim için ne derin nefese, ne de bu söze bir anlam verebildim. Sonra havluyu bana verdiklerinde lafza-i celalde yer alan "le" harflerinden birinin havluya zarar vermeden kazındığını görünce anladım. Günlük hayatta kullandığımız bir eşya üzerine bilvesile bile olsa lafza-i celalin yazılmasına gönlü razı olmamış. Tabii ki bir hassasiyet bu. Rivayetler doğruysa Bişri Hafi'yi Bişri Hafi yapan hassasiyet hem de. Menkıbe malum; sarhoş iken üzerinde lafza-i celal yazılı kâğıt parçasını yerden alıp cami duvarında harcı dökülen bir yere sıkıştırıyor Hazret. Allah da kendi ismine karşı gösterilen bu saygıya karşılığı, önce ona hidayet buyurarak, ardından yaşadığı salih hayat sebebiyle ismini yücelterek veriyor. Kaldı ki Hocaefendi, hayatının şahadetiyle sabit ki O'nun yüce adının yüceltilmesinin ötesinde bir gaye-i hayale sahip değil. Belki çoklarına sembolik gelebilecek bu hassasiyet de o manzarayı tamamlayan ayrı bir kare bana göre.
Tefsir dersindeyiz. Elmalılı okunuyor. Hocaefendi merhum Elmalılı'nın yorumları etrafında yer yer düşüncelerini dile getiriyor. Bazı ayetlere işaretler koymasını söylüyor arkadaşlara. "Yarın Bikai'den buna bakalım... Zemahşeri bu sahada sözü sazı dinlenecek insandır. Ayetler arasındaki irtibatı en iyi anlatanlardan biridir. Unutmayın; yarın Zemahşeri ne diyor mütalaa edelim vs." Daha önce de bir vesile ile bahsettiğim gibi önce Elmalılı'dan okunan yer, ertesi gün 20'yi aşkın tefsirle takip ediliyor. Halkada yerini alan her bir talebe ilgili yerin özetini sunuyor ve müzakere bu zemin üzerinde gerçekleşiyor.

'En selametli yol: Hüve'
İlk defa dikkatimi çeken bir manzarayı sunayım sizlere. Elmalılı okunan ayet ile alakalı tefsirini yapmış; sonra görüşünü temellendiren hususları anlatıyor. Şöyle de diyebilirim; söyleyeceği son sözü söylüyor, ardından nedenini açıklamaya duruyordu okunan yerlerde. İhtimal o görüşe katılmadığı veya ilave bir şeyler söyleyeceği zaman Hocaefendi'nin yerinde duramadığını müşahede ettim. "Bir an önce şu açıklama bitse de söylesem söyleyeceğimi" diyen ve oturduğu koltukta sürekli hareket halinde olan bir Hocaefendi vardı karşımda. Hocaefendi'nin ateşîn fıtratı ile tam bire bir uyum içinde bulunan bir manzara bu.
Burada dikkatten kaçmaması gereken şey; söyleyeceği sözü olan insanın yerinde duramamasıdır. Enes Ergene'nin tesbitleri içinde vaaz ve sohbetlerde çok hızlı, çok seri konuşmasını da bununla birleştirebilirsiniz. Sanki bir şeyleri kaçırmış da onu telafi etme ihtiyacı ve arzusu içinde bulunan insanın hali var üzerinde her zaman. Ya hizmet modeli? Aynı şey orada da geçerli. İnsanlığa sunacağı mesajları sunmak için bir yerde oturup insanları ayağına çağırmak yerine, onların ayağına gitmesi. Hâsılı; sözü olan insan yerinde duramaz ve onun bu hali hayatının tüm karelerinde kendine bir şekilde yer bulur.
Dersten sadece bir anekdot aktararak yazıyı noktalamak istiyorum. Enfal Suresi 48. ayette insanları yaptıklarını güzel göstermek suretiyle yoldan çıkaran şeytanın bir ara, "Ben sizden uzağım. Ben sizin görmediklerinizi görüyorum, ben Allah'tan korkuyorum; Allah'ın azabı şiddetlidir." dediğini anlatır. Ayeti okuyunca akla gelen ilk şey "şeytanın Allah'tan korkuyorum" demesi. Zira şeytan yapıp ettikleri ile hiç de Allah'tan korkan bir varlık gibi davranmıyor. Hocaefendi bu ayet ile alakalı yaptığı uzun açıklamada bir şeyin üzerinde ısrarla durdu: "Şeytanın fıtratı." Dedi ki: "Şeytanın tabiatını bilmeyince bu sözleri anlamakta zorlanabilirsiniz. İnsanoğluna karşı kine, nefrete, öfkeye kilitli bir fıtrata sahip şeytan." Daha önceleri de "halk tabiriyle burnundan soluyan" teşbihini yapmıştı şeytan için.
İnsan burada düşünmeden edemiyor; şeytanın genel manada insanlığa karşı sahip olduğu bu fıtratı, insanlar içinde Müslümanlara karşı taşıyanlar nerede duruyor? Bence şeytanla yan-yana, iç-içe, omuz-omuza. "İnsî şeytanlar" derken kastedilenler de herhalde bunlar olsa gerek. Kendilerinin de içinde bulunduğu insanlık gemisi hayrına yapılan en hayırlı işleri bile inkâra, tekzibe ve baltalamaya duran ve her şeyin arkasında başka şeyler arayan bu insanları bu izahtan sonra anlamak daha kolay oluyor. Nitekim Hocaefendi, "Bunlar Allah'ın inayetine hiç inanmıyorlar." dedi. "Onların yanılma noktası burası." diye de ilave etti. "Bu kadar çaplı, bu kadar büyük işler bir insanın kafasının altından çıkmaz diyorlar. Doğru. Biz de aynı şeyi söylüyoruz. Çünkü bütün bunları yapan Allah. Ama onlar Allah'ı tanımadıkları, bilmedikleri, inanmadıkları için, yapılan her şeyi insanlara havale ettikleri için akıl erdiremiyorlar ve..."
Hocaefendi'nin bir sözüyle bağlıyorum. "Ene insanları boğan bir girdap. Nahnü yüzme bilenler için bir yol; ama bilmeyenler için, o da bir girdap. En selametli yol; hüve."