Montag, 23. Januar 2012

Gülen, asimilasyona nasıl bakıyor?

Aziz İstegün
Fethullah Gülen'in Kürt meselesine yaklaşımında kardeşlik ekseni ağır basıyor. İslami düsturların vazettiği farklılıkların zenginliği prensibini öne çıkarıyor. Türkiye'nin ilk özel Kürtçe televizyonu olan Dünya TV'nin kurulmasını teşvik etmesi son derece önemlidir. 24 saat Kürtçe yayın yapan Dünya TV'de haftanın belirli günlerinde Kürtçe de eğitimi programı yayınlanıyor. Kürtleri asimile etmek isteyen biri, televizyondan Kürtçe dil eğitimi verir mi?
Gülen, temelde ayrışmaya karşı çıkıyor. Birlikten, dirlikten taviz verilmemesini istiyor. 2005 yılı Eylül aynıda yaptığı açıklama, bu konuya ışık tutuyor: "Aslında Türkiye'de ne Türk-Kürt kavgası var, ne de Alevî-Sünnî kavgası. Aynı kaderi paylaşan insanlarız. Üzerimize gelip çullandıklarında hepimizi birden ezmişler; savaş ilan ettiklerinde hepimiz tek cephe olmuş onların karşısında savaşmışız. Çanakkale'deki şehitleri kaldırıp konuşturma imkânı olsa, çok farklı ağızlar kullanacaklar, farklı farklı lehçeler kullanacaklardır. Ve biz onların hepsini şehit oldukları mülahazasıyla tebcil ediyoruz, takdirle karşılıyoruz, kendilerine düşen vazifeyi yapmışlar diye alkışlıyoruz. Sizin geçmişiniz buysa şayet, kaderiniz buysa, bence bugün o kelimeleri telaffuz etmek doğru değil; öyle bir Kürt-Türk ayrımı hiç doğru değil."
Fethullah Gülen, insan hakları ihlallerine, faili meçhullere, işkencelere, baskılara şiddetli karşı çıkıyor. Hukuk dışına çıkanları, derin devleti eleştiriyor. 2005 yılında yayınlanan 'Kırık Testi 5; İkindi Yağmurları' isimli kitabında tam da bu konuya işaret ediyor: "Bazı işleri hukuk dışı yollarla halletmeye kalkanlar, başkalarını da hukuk dışı bir kısım oluşumlara sevk etmiş olurlar. İster devlet isterse de kendini devlet yerine koyan ve devlet yanlısı görünenler, meseleleri hukuk dışı yollarla halletmeye kalkıştıkları zaman daha ciddi problemlere ve komplikasyonlara sebebiyet verirler. Bir hukuk devletinde devlet içinde devletten ya da derin devletten bahsetmek de mümkün değildir. Fakat, maalesef, "Devletin nizam ve intizamını, asayiş ve güvenliğini temin etmek maksadıyla öldürmem istenen insanları öldürdüm" diyen kimseler çıktı bizim ülkemizde. "Devletim bana 'vur' dedi, ben de vurdum" diyenler oldu. Onlara belki şöyle denebilirdi: "Devlet sana "zina et" derse, zina mı edeceksin! Hırsızlık yap dediğinde hırsızlık mı yapacaksın?"

"Neden Kürtçe öğretilmiyor?"

Gülen, Kürt meselesiyle ilgili çözüm reçetesinde önce hepimize ıstırap çağrısı yapıyor. Meselenin çözümü için yeterince dertlenmediğimizi, çözüm üretecek nispette kafa yormadığımızı söylüyor. İkinci olarak, üretilmiş çözümlerin dikkate alınmayışına sitem ederek, "Herkesin kendini yeterli gördüğü, her şeyin hakkından geleceğine inandığı bir dünyada siz en doğruları bile kimseye duyuramaz ve hiçbir şey kabul ettiremezsiniz. Bu da önemli bir handikaptır; çok ciddi stratejiler ve çareler üretsek de maalesef bugün kimse dinlemez." diyor.
Üçüncü olarak, Kürtçe geçmişten bugüne yaşanan problemin nirengi noktası. Yasaklamak, yok saymak, 'anlaşılmayan bir dil' olarak kayıtlara geçirmek çözüm değil. Gülen, Kürtçe'nin yasaklanmasını eleştiriyor. Kürtçe'nin öğretilmesini istiyor. Bediüzzaman'ın hâlâ geçerliliğini koruyan ve maalesef hâlâ hayata geçirilememiş projesini bu minvalde zikredebiliriz. 1911'de Sultan Reşat ve İttihatçıları ikna etmek için çırpındığı Medresetüz Zehra'yı yani doğuya kurulacak Darül-funun'u, 1922'de Büyük Millet Meclisine de anlatmıştı. Yıl 2011 ve daha o ufku yakalayamadık. 'Kürtçenin caiz' olduğu üniversiteyi tam manasıyla kuramadık. Mardin Artuklu Üniversitesi Kürt Dili ve Edebiyatı bölümüne öğrenci alarak bir tabuya ilk kazmayı vurdu. Hocaefendi tam burada can alıcı soruyu soruyor: "Neden okullarda Kürtçe'nin de öğretilmesine fırsat verilmedi? Yurtdışındaki okullarımızda, hatta Amerika'da bile Türkçe seçmeli ders olarak okutuluyor ve kimse buna mani olmuyor. Büyük devlet olmanın hususiyeti budur."
Dördüncü önemli husus, şiddet sarmalından kurtulmaktır. Hocaefendi'nin Bediüzzaman'a atıfları Kürtçeyle sınırlı değil. 1925'te Şeyh Sait hadisesi bahane edilerek başlayan sürgün ve hapis hayatı yaklaşık 30 yıl süren Üstad, 'ömrüm memleket hapishanelerinde, mahkemelerde geçti' derken mübalağa etmiyordu. Çektiği onca sıkıntıya rağmen 'müspet hareket' tarzından zerre taviz vermemiş ve böylece Türk-Kürt kardeşliğinin sembol isimlerinden biri haline gelmiştir. Hocaefendi, toplumu bir dönem esir alan şiddet sarmalının her iki yönüne de eleştirisini dile getiriyor. Şiddeti 'hak arama vasıtası' olarak kullanmaya kalkanların da, 'bölücülüğe karşı çare' diye sunanların da yanlış yolda gittiğini yaşayarak gördük.
Güneydoğu'daki insanlara hamasi destanlarla yaklaşmak, 'hepimiz kardeşiz' demek kolaydır. Beşinci bir faktör sayarsak, Fethullah Gülen 'gönül köprüleri' kurulmasını istiyor. 2007 yılında herkul.org sitesinde yayınlanan sohbetinde, nazarî Müslümanlığı amelî Müslümanlığa çevirmek gerektiğinin altını çiziyor: "Anadolu'nun yiğit insanları. Doğu ve Güneydoğu'da mahrumiyetler içinde yaşayan kardeşlerini ne kadar sevdiklerine inandıracaklar. Gitmek suretiyle gelmelerini sağlayacak, arada yıkılmayan sağlam köprüler kuracaklar. Bu vesileyle onların hâllerini görecekler. O bölgenin insanı çok civanmerttir. Sadece Doğuya gitmek meselesi de değil, şimdi İstanbul, Mersin, Antep gibi yerler Güneydoğu'dan gelen insanlarla dolu. Belki önce buralara da açılmak gerekir. Bölgemizde okuma imkânı verme ile daha çok kimseye imkân sağlamak ve bizi kardeşliğimize götürecek başka şeylere yelken açmak lazım."
Altıncı maddeye de belki kalkınmayı koymak lazım. Gülen, gazeteci Mehmet Gündem'in "Fethullah Gülen ile 11 Gün" kitabında bölgenin mutlaka kalkınması ve imrenilir bir bölge haline getirilmesi gerektiğini vurguluyor." Güneydoğuyu öylesine mamur haline getirelim ki, herkes halinden memnun olsun. Batı'ya doğru göçün önü alınsın. Yatırımlar yapalım ve orayı bir cennete çevirelim. Eski Mezopotamya gibi olsun, yeniden bir medeniyet merkezi haline gelsin." diyor. Bölgede eğitimin cazip hale getirilmesi gerektiğinin altını çizen Gülen, Kürtlerin geçmişte önemli medeniyetlere beşiklik yapmış zeki insanlar olduğunu vurguluyor.
Son olarak Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 9 Ocak'ta yayınlanan sohbetine göz atalım: "Hakkı ikâme etmek müminlerin en önemli vazifelerinden biridir. "Hak" kelimesi, aynı zamanda Esmâ-i Hüsnâ'dan bir isimdir. Evet, bütün hakların biricik kaynağı Hak ismi şerifidir ve maddî-mânevî, âfâkî-enfüsî bütün haklar onun değişik dalga boyundaki tecellîlerinden ibarettir. İşte bu sebeple gerçek bir mümin, Hak isminin değişik tecellileri sayarak bütün haklara karşı saygılı davranır, hakkı tutup kaldırma cehdiyle oturup kalkar, ne zulmeder ne zulme boyun eğer; hak ve salâhiyetleri yerine getirmeye çalışır ve onları yaşatmak için çırpınır durur... Hakkı ikame etmede kullanılan vasıta ve esasların da hak olması gerekir. Canavarlıklara bağlı kalınmak suretiyle şimdiye kadar dünyanın hiçbir yerinde en küçük bir bölgede bile hak ikame edilememiştir... Kinler kin, nefretler de nefret doğurur. Sertliğe sertlikle, şiddete şiddetle, hiddete hiddetle mukabele ederseniz, öyle fasit daireler oluşur ki, sonra sizi de boğar, altından kalkamazsınız... Faziletli insan, kendisine kin duyanlara bile hilm ü silm ile mukabelede bulunur. Birisi size bir kötülük yapıyor, gayz ve nefretle muamelede bulunuyorsa, siz öfkenizi yutmak ve affedici olmakla mukabele etmelisiniz."