Mittwoch, 22. August 2012

‘Yeni Durum’: ‘Spiegel’ bir eleştirmeni nasıl ava dönüştürdü?

Hamburg’da çıkan haber dergisi ‘Der Spiegel’ Deutsch Türkische Nachrichten tarafından yapılan özel mülakattan kaynağını belirtmeden pasajlar kullandı. Dahası var: Der Spiegel, kısa süre önce Heribert Prantl gibi alıntılanan kişiyle şahsen görüşülmüş intibaı uyandırdı. Meslektaşlarımıza bu hatayı hatırlattığımızda Der Spiegel saldırıya geçti. Ortaya gazeteciliğin nasıl olmaması gerektiğine dair bir ders çıktı.

Geçen hafta bir DTN okuru bana Spiegel’in son sayısını okuyup okumadığımı sordu. İçnde DTN’in de geçtiği enteresan bir yazı olduğunu söyledi. Bu beni sevindirdi, Spiegel’i takdir ederim. Spiegel tarafından alınıtılanmak yeni bir medya organı için kabul görmüşlüğün işareti demek.

Ne var ki yazıyı okuduktan sonra hayal kırıklığına uğradım: Tartışmalı Müslüman alimi Gülen hakkında yazılan yazının tamamında DTN’den bahsedilmiyordu. Bu beni kızdırdı, çünkü biz geçmişte Alman dilinde yayınlanan gazete olarak Gülen ile ilk mülakatı gerçekleştirmiştik. Bunun dışında daha bir kaç hafta evvel onu ABD’de en sert eleştirenler arasında bulunan Harvard profesörü Dani Rodrik ile de mülakat gerçekleştirmiştik. Çok tartışmalı bir figür olduğu için Gülen ile çok defalar meşgul olduk: Kimileri onu bir Türk teokratik devletinin süper beyni ve Batı dünyasına şeriatı zorlayacak devasa ve görünmez bir ağın hakimi olarak görüyor. Kimileri de manevi yönü çoklarına şahsi hayatında örnek olacak bir dindar adam olarak tanıyor.


Yazarın Gülen Hareketi hakkında çizdiği resim realist bir tahmine uzak değil. Ancak herşeyden önce yazıda DTN’nin kurucularından Ercan Karakoyun’un büyük bir resmi bulunuyordu. Kendisi Berlin’deki Kültürlerarası Diyalog Plattformu ile Gülen admı olduğunu tasdik eden biri. Kendisiyle geçen kasım ayında DTN’deki yayıncılık kimliğini bırakması konusunda dostça anlaştık. Çünkü diğer bütün Türk hareketleri gibi Gülen hareketinin de aşırı derecede kutuplaştırdığını fark etmiştik. Geçtiğimiz aylarda sürekli Gülen hareketiyle irtibatlandırıldık. Ve komplo teorileri çoğunlukla iyi argümanlarla çürütülmediği için şunu anlamıştık: Hareketin resmi sözcülerinden biri prensip olarak kendini sıkı biçimde bağımsız olmakla sorumlu kılmış DTN’nin yayıncılarından olamazdı.

Spiegel’deki bir grafikte nihayet DTN’den bahsedilen kısmı gördüm. Gülen hareketi ağına dahil edilmiştik. Tam isabet! Ancak bu yanlış. Gülen’in amiral gemisi Zaman gibi Gülen İmparatorluğunun bütün yayınları istisnasız Offenbach’daki World Media tarafından çıkarılıyor. DTN ise Berlin’deki medya kuruluşu Blogform Social Media tarafından çıkarılıyor. Bunu anlamak için DTN’nin künyesine bakmak yeterli olacaktı. Bizi telefonla aramaları da mümkündü.

Spiegel’in yeni Dış Haberler Şefi Britta Sandberg’i aradım. Kendisi itiraf etmeliyim ki, Spiegel hiyerarşisinde şahsen tanıdığım tek kişidir. Kendisinden yetkili yazı işleri ile irtibat kurmam için yardım etmesini rica ettim. Çünkü Sayın Karakoyun bir yıldır yayıncı değil ve biz Gülen İmparatorluğuna ait değiliz.

Dergiyi bi kenara koyacaktım ki, gözüm yazının son paragrafına ilişti. Şunlar yazıyordu: Cebi (eski genel yayın yönetmeni) ve Zaman okuyuculara dünyayı cemaatin bakış açısından anlatıyorlar. Gazete Gülen’in yazılarını, vaazlarından, şiirlerinden pasajlar basıyor.Eleştirmenler Zaman’a Gülen karşıtlarına zarar vermek için hedef alarak yanlış haber yaymakla suçluyor.Sol Parti siyasileri bir kaç hafta önce Gülen’in Kürtlere yönelik açıklamalarını kınarken Zaman Sol Parti’yi yasaklı PKK’ya destek vermekle suçluyordu. ‚Hareket boğazına kadar kirli entrikalara batmış’ diyor Harvard’daki ekonomi politikası profesörü Dani Rodrik. Zaman bu mafyayı ‚yalanlarla, tahriflerle ve maniplasyonlarla’ destekliyormuş. Mahmut Çebi bütün suçlamalara itiraz ediyor. Gazetesi Gülen’in ilkelerine göre hareket ediyomuş, ancak ondan görev almıyormuş. Gülen tarikat lideri değilmiş. ‚O Habermas gibi bir düşünürdür’

Bu cümleler bana tanıdık geldi. Ve gerçekten: Mafya ve maniplasyon kelimeleri dışında bir çok alıntı/kavramlar DTN’nindi. Mülakatı ben gerçekleştirmiş ve İngilizceden tercüme etmiştim.

Bizim mülakatımızda şöyle geçiyor:

Dani Rodrik: ‚Zaman’ı Sovyetlerin Komünist Parti hükümeti zamanındaki Prawda ile kıyaslıyorum. Kendi işlerine yaraması için vazgeçecekleri tek bir dezenformasyon yok. Zaman’ın siyasi-askeri süreçlerde kasıtlı çarpıtmaları, delillerin tahrif edimesinde hareketin suç ortağı olduğu yönündeki kuşkularımın başlamasına sebep oldu.’

Ve devam ediyor:

Dani Rodrik: ‚Gülen ve müritlerinin dedikleri maalesef çoğunlukla sabır gösterdiklerinin ve desteklediklerinin tam tersi. Ben her zaman bir Gülen eleştirmeni değildim. Ama Gülenciler tarafından desteklenen mahkeme davalarına bakıldığında hemen anlaşılır ki, hareket boğazına kadar kirli entirkalara batmış.Bütün bunların da bir kaç işgüzar müridin işi olduğunu söylemek de güç.’

Dani Rodrik: ‚Türk toplumunun problemlerden biri de bir çok grubun birbirine karşı mücadele ediyor olmasıdır. Çok şeyler yazılıyor ve bir çok suçlama da söylentiye, dedikoduya ve yalanlara dayanıyor.’

Şaşırmıştım. Rodrik iki farklı mülakatta İngilizce kelimesi kelimesine aynısını demiş ve Spiegel de bunu tesadüfen DTN’deki aynı kelimelerle tercüme etmiş olabilir miydi? Önce redaktörün Rodrik ile konuşmuş olabileceğini düşündüm. Sonra anladım ki, pasaj kurnazca kurulmuştu: gerçekten görüştüğü Çebi’den alıntı yapıyor ve karşısına Rodrik’i keserek koyuyor. Böylece de sanki her ikisiyle de görüşmüş intibaı uyandırılıyor. ‚Yalanlar’, ‚tahripler’ kelimeleri DTN’den olabilir. Şu da merakımı celbediyor: Rodrik hangi kaynaklarda ‚mafya’ ve ‚maniplasyon’dan bahsediyor. Çünkü bu kelimeler bizim mülakatımızda yoktu.

Tekrar bayan Sandberg’i aradım ve ondan yazı işleri ile konuşursa DTN’den kaynak verilmeden alıntı yapıldığının açık bir şekilde anlaşıldığını iletmesini rica ettim.

Ertesi Alfred Weinzierl telefon açtı. Konuyu çok dostane bir dille açtı:’Duydum ki sizi kaygılandırmışız’ İki problemimin olduğunu söyledim: ‚Gülen’e ait değiliz; hepsinden önemlisi ise bize ait bir alıntının çalınması beni daha da sinirlendiriyor. Weinzierl hemen grafiğin yanlış olduğunu teslim etti ve Spiegel arşivinin bunu görmesi gerektiğini söyleyerek bana hak verdi. Bir çözüm önermek için okuyucu mektubu yazma imkanı verdi. Bugüne kadar ki Spiegel uygulamalarının aksine hemen ilk haftada yayınlanması için uğraş vereceğini dile getirdi.

Bir sonraki görüşmemizde ise daha cesaretli davrandı: Yazının yazarı ile konuşmuş. Yazar kendisine Rodrik ile iki kez şahsi olarak buluştuğunu söylemiş. Tek kelime bilmeyen Rodrik’in tesadüfen iki defa aynı şeyi kelimesi kelimesine Almanca söyleyebilmesini nasıl açıkladıklarını sordum kendisine. Weinzel bir şeyi hem de İngilizce ve Almanca olarak aynı kelimelerle söylemenin mümkün olacağında ısrar etti. Hem bunların hepsi Rodrik’in blogunda varmış.

Dani Rodrik, iki kere aynı şeyi asla söylemeyen aşırı keskin bir düşünürdür. Bu yüzden Weinzerle Rodrik’i aramasını ve bunun nasıl olduğunu sormasını söyledim.

Aradan yarım saat geçmedi ki, cep telefonuma bir sms geldi. Şöyle diyordu: ‚Sayın Maier, yeni yanılmalara meydan vermemek için komandoyu tek konuya geri çekiyorum: Popp şahsi olarak Rodrikle değil, en son mayıs/haziranda Ercan Karakoyunla görüştü. Ben bunu bugün Popp ve bayan Sandbergle yaptığım çeşitli telefon görüşmelerinden sonra karıştırdım. Selamlar. Alfed Weinzierl’

Ben Rodrik’i yine de aradım. Çünkü smsden Popp’un telefon veya e mail yoluyla görüşüp görüşmediği belli olmuyordu. Ki bunlar da benim için eşit haklara sahip mülakat biçimleridir. Ekonomi profesörüne ulaştım ve ilk olarak Uluslararası Para Fonu’nun Yunanistan’daki rolüne dair konuştuk. Görüşmemizin sonuna Spiegel’deki yazıyı görüp görmediğini sordum. Tabii ki gördüğünü, DTN’ye anlattıklarının alıntılandığını söyledi. Ben de ona üzülerek Spiegel’in DTN’yi kaynak olarak göstermediğini dile getirdim. Bunu ‚gerçekten tuhaf’ bulduğunu söyledi ve yazıyı yazan ‚çocuğu’ gerçekten tanıyıp tanımadığımı sordu. Artık biliyordum: Önce alıntımız çalınmış sonra da yalana maruz kalmıştık.

Erstesi gün Weinzierl’e bir sms yolladım: Şunu yazdım: ‚Dani R. ile görüştüm. Spiegel’deki alıntıyı kaynaksız görünce şaşırdığnı söyledi. Siz en iyisi mi beni arayın. Selamlar Michael Maier’

Weinzierl cevap verdi: ‚Ben dün beyaz bayrağı çekmiştim zaten. Popp mülakatı Rodrik’in blogunda keşfetmiş, doğrularken de DTN versiyonu ile karşılaştırıldı. Elbette şu açık: kaynak bildirimi daha iyi ve doğru olurdu. Konuştuğumuz gibi okuyucu mektubunuzu bekliyorum. Selamlar. Alfred Weinzierl’

Mülakar gerçi Rodrik’İn blogunda duruyor ama Rodrik’İn resmi blogunda değil. Bir çeşit Gülen Gözetleme Blogu. İlk satırda linkiyle birlikte açık bir şekilde DTN’nin bir haberinin söz konusu olduğu anlaşılıyor.

Cevap verdim: ‚Dün beyaz bayrak tam anlaşılamadı. Söz verdiğimiz gibi okuyucu mektubunu yarın alacaksınız. Michael Maier’

Spiegel’e saldırmaktan vazgeçtiğim bir okuyucu mektubu yazdım. ve Spiegel nasıl olsa alıntımızı çaldığını itiraf ettiği için DTN için metni küçülttük bir parça reklam olsun diye de pazarlık ettik.

Bundan sonra Weinzierl’in sesi birdenbire daha sert çıkmaya başladı. Şimid herşey değişmişmiş. Beni bir E Mailde yalan bilgi vermekle suçladı. Ben Karakoyun’un bir yıl önce DTN’den ayrıldığını söylemişim. Halbuki Karakoyun kasım ayında ayrılmış ve bu bir sene değil on ay edermiş. Tabii ki Weinzierl haklıydı, on ay önceydi. Hatta Karakoyun’un bu yılın başlangıcında DTN’de bir yazısı çıkmış. Bunda da haklıydı. Ben unutmuşum. Weinzierl şimdi kendisinin Rodrik’i alıntılama meselesindeki kusuru teslim ettiği gibi benden hakikati söylemem için yelkenleri indirmemi istiyordu. Yoksa hırsla mevzi savaşına sarılırmışız.

Bu işe artık bir son vermek istediğim için Weinzierle okuyucu mektubuna Karakoyunun bir zamanlar DTN’nin kurucu yayıncılardan olduğunu ama artık olmadığını belgeleyen bir cümle eklemesini söyledim. Weinzierl mektubu kısalttı ve genel yayın yönetmenliğine gönderdi. Mektup şimdi yetkili mercilere gidiyormuş. Sanıyordum ki mesele dostça sona erdirildi. Ancak çok daha farklı şeyler olacaktı.

Ertesi gün Weinzierl şunu yazdı: ‚Yeni durum!’ Benim için önemli olan haber portalımızın tanınması ise, gelecek hafta iki Spiegel redaktörü gelebilir, böylece ben de onlara amacımı anlatma fırsatı bulabilirmişim.

Kabul ettim. Bu bir hataydı. Çünkü aradan çok zaman geçmedi Woodward ve Bernstein geldi ve beni Berlin’deki Cafe Einstein’da aralıksız ateş ederek DTN’nin İslamist Gülen’in kötü bir denizaltısı olduğu, benim Stern ve Berliner Zeitung’daki gazetecilik standartlarıma ihanet ettiğim suçlamasında bulundular. Meslektaşlarımı elimden geldiğince aydınlatmaya çalıştım ancak başaramadım. Bu mülakat da kötü gazeteciliğe örnek bir ders olduğu için bunun hakkında yakında etraflıca yazacağım.

Anladım ki, bu güleryüzlü meslektaşlar aslında hiç de öyle değiller. Bunun üzerine görüşmeden sonra yazı işlerimizden DTN’de çıkmış tüm Gülen yazılarını toplamalarını istedim. ‚Savunma yazımı’ Woodward, Bernstein ve Weinzierl’e gönderdim. DTN, İslamcı bir denizaltı için geçen yıllar da hiç etkin olmayan bir görüntü ortaya koyuyordu. DTN’İn aralık 2010 yılında kurulmasından bu yana 14 bin 223 haber yayınlamıştık. Bunlardan tarafsız haber olarak 10’u, pozitif olarak 6’sı ve eleştirel olarak 11’i Gülen ile ilgiliydi.

Ertesi gün Weinzierl’e görüşmenin tuhaf bir dönemece girdiğini yazdım ve okuyucu mektubu çözümünü tercih ettiğimi söyledim. Öğleden sonra hakkımdaki ‚karar’ geldi: Adım İslamcıya çıkmıştı. Spiegel’in kararına göre DTN tarafından Gülen Hareketine ‚önemli bağlantılar olduğu için’ okuyucu mektubu yayınlanmayacakmış. Der Spiegel’in genel yayın yönetmeni Georg Mascolo’dan konuya ilişkin tavır koymasını rica ettik. Bugüne kadar cevapsız kaldı. Sorularımız cevaplanırsa tabii ki yayınlayacağız.

Bu hikayenin verdiği ders genç bir gazetecinin alıntı çalması değil. Bu hep vardı ve hep olacak. Alacağımız ders bu gazetecinin alıntıyı tamamen bilinçli olarak kaynaktan ayrı tutmasında da değil. Çünkü bu onun DTN hain İslamcı bir imparatorluğun parçası olduğu yolundaki tezine büyük oranda halel getirmiş durumda. Alacağımız ders Guttenberg’den Prantl’a kadar herkesi intihalle suçlarken aynı şeyleri yapmayı doğruluğa sığdırmamak da değil. Weinzierl ‚Ne olacak canım iki cümleden’ demiş olsa bile. Gerçek hayatta bir tüp diş macunu çalmış da olsa her dükkan hırsızı cezalandırılır.

Hikayeden alacağımız ders Spiegel makinasının bu kadar donuk olması, birşeyi sonuna vardırmaması, eleştiriyi ciddiye almaması, hatalardan öğrenmemesi. Herkes hiyerarşide sadece kendini düşünüyor.Herkes hata yapmaktan korkuyor, hatayı itiraf etmekten ise daha da çok korkuyor. Herkes düşünüyor ki: Zarar almadan bundan kendimi nasıl sıyrırım? Ve sistem içinde tamamen yüzsüz bir biçinde zor durumdan karşı saldırı geliştirme kararı çıkıyor.

Spiegel’de böyle birşeyin mümkün olduğunu düşünmezdim. Spiegelde kötü gazeteciler çalıştığı için böyle şeyler olmaz. Bunu çok iyi yapıyorlar. Böyle şeyler insanlar kötü olduğu için de gerçekleşmiyor. Karşılaştıklarımın hepsi aslında nazik insanlardı. Böyle şeyler oluyor çünkü bu gazeteciler artık topluma değil sadece kendine hizmet eden bir sistemin parçası.

(Gelecek yazımda nasıl İslamist olduğumu anlatacağım)

Kaynak: deutsch tuerkische nachrichten