Montag, 12. September 2011

Ustalık Dönemiyle İlgili Üç Endişe


Ali Ünal
Ali Ünal
Sayın Başbakan'ın "ustalık dönemi" olarak nitelediği üçüncü iktidar dönemiyle ilgili olarak doğrusu üç önemli endişeden bir türlü kurtulamıyorum.
Başarılar, en mütevazı ve maneviyatı en yüksek insanlarda bile belli kırılmalara yol açar. Hem bu kırılmalara mâni olmak hem de başarıların Allah'tan olduğunu ve dolayısıyla gurur değil şükür gerektirdiğini ihtar sadedinde Kur'ân-ı Kerim, her başarıdan sonra daha bir tevazuu ve peygamberlere dahi istiğfarı emreder. Bu istiğfar, ayrıca başarılara giden yolda işlenmiş olması mümkün hata ve günahların affı ve daha sonraki döneme birer leke, ortaya konacak müsbet faaliyetlere birer engel olmaması için de önemlidir. Dolayısıyla, ağaçların dallarının meyvelerinin fazlalığı nisbetinde eğilmesi gibi, bilhassa idarecilerin, önemli mevkilerde bulunanların Cenab-ı Allah kendilerine başarı bahşettikçe daha bir eğilmeleri gerekir. Siyaset ve propaganda gereği başarılardan söz etmek makûl görülebilse de, bunları içten sahiplenmemek ve artık ustalık gibi iddialarda bulunmamak, gerçek ustalığın ve gerçekten usta olmanın girişidir, başlangıcıdır, temelidir.
İkinci olarak, bir hadîs-i şerifte, "Allah, bir idareciyi severse ona hatalarını hatırlatacak bir vezir nasip eder." buyurulur. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin bu hadîsin şerhi mahiyetinde çok güzel bir değerlendirmesi vardır: "En çok zevk duyacağımız şey, sevdiğimiz ve sevgisinden emin bulunduğumuz kimselerden gelen tenkitler olmalıdır. Aksine, bazı kusurlarımızdan dolayı çok dostlarımızı kaybedeceğimiz gibi, birçok eksik ve kusurlarımızı da düzeltme mülâhazası söz konusu olmayacaktır." Gerçekten seven insan, sevdiğini öven insan değildir. İnsan, önce nefsini, hem de herkesten çok sever ve zaten sürekli kendisini övme meyli taşır. Fakat bu övmenin ve sevmenin insana faydası yoktur. Bizzat nefsinin insana bu düşmanlığı karşısında, evet, en çok zevk duyacağımız şey, sevdiğimiz ve sevgisinden, samimiyetinden emin bulunduğumuz kimselerden gelen tenkitler olmalıdır. Hz. Bediüzzaman, "Koynunda bulunan akrebi haber verenden memnun olmaz mısın?" der. Gurur, kendini beğenme gibi, hatalar, günahlar da insanın koynunda birer akreptir. Özellikle idarecilerin hataları, kendileriyle sınırlı kalmaz. Bilhassa başbakanlık gibi bir mevkide bulunan insanın hataları, bütün bir milleti, hattâ vârisi bulunduğumuz önceki nesilleri ve bize vâris olacak gelecek nesilleri de ilgilendirir. Taşıdığı sorumluluk ve bulunduğu mevkiin öneminden dolayıdır ki, Peygamber Efendimiz, Allah'ın gölgelemesinden başka hiçbir gölgenin olmayacağı Mahşer Günü'nde Allah'ın gölgelemesi altında bulunacak yedi sınıf insan içinde birinci olarak âdil imam, yani adaletli hükümdarı, devlet başbakanını, başbakanı zikreder. Böylesine önemli bir mevki, elbette aynı derecede büyük sorumluluk da gerektirir. Dolayısıyla, Sayın Başbakan'dan beklentimiz, kendisini övenlere, takdir edenlere değil, ülke ve millet sevgisiyle, kendisinin de hayrını düşünerek doğruyu, gerçeği işaret edenlere, gerektiğinde gerekli tenkidi yapanlara kulak vermesi, dünya ve şahısları adına hiçbir beklentileri olmayan kanaat önderlerine aklını da, kalbini de açması, daima gerçek rey ve basiret sahipleriyle istişare etmesi, çevresinden de övgü ve takdir değil, daima doğruyu dile getirmelerini beklemesidir.
Üçüncü olarak, Sayın Başbakan, "Ustalık dönemi" diyerek önemli va'dlerle yeniden iktidardadır. Fakat böyle bir dönem ve va'dler, insanı bocalatır. Bilhassa beklemediği engeller karşısına çıkacak olursa, bu bocalama daha da artar. Dolayısıyla, Sayın Başbakan'ın, kendine daha bir güven değil, daha bir tevazu, "Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir." anlayışı içinde, daha içten, daha araştırmacı, daha serinkanlı, daha dikkatli davranması, hareket etmesi ve icraatta bulunmasıdır. İnsan için her zaman önemli olan muhasebe ve murakabe, bilhassa böyle dönemlerde daha bir önemli hale gelir.
İnşallah, sözünü ettiğimiz endişeler birer vehimden ibaret kalır.