Zira Osmanlı mimarlığı tam İstanbul'a ulaşma aşamasındayken bu eserle belli bir kıvama gelip, Ayasofya gibi bütün dönemlerin en başarılı yapısı ile tamamlanıyor.
Sanat tarihçisi Prof. Dr. Semavi Eyice, Üç Şerefeli'yi çeşitli bölgelerdeki mimari gelişimin bir kademe ileriye gidişinin göstergesi şeklinde tanımlıyor. Bu nedenle yapı, Osmanlı sanatında erken ile klasik dönem arasında yer alıyor. İstanbul'daki birçok ünlü camininkinden büyük olan 24 metre çapındaki ana kubbe, dikdörtgen bir alanı örtüyor. Caminin iskeleti ise altı sütundan oluşuyor. Tüm bu özellikleriyle Üç Şerefeli, enine dikdörtgen planın ilki olarak tarihe geçiyor. Mimar Sinan, yapılarında hiçbir şeyi iki kez tekrarlamaz. Bu bir rastlantı mıdır yoksa gerçekten bunu bilerek mi yapmıştır bilemiyoruz. Ama Sinan, bu altı destekli planı çok sevmiş olmalı ki altı farklı vezir yapısında da uygular. Bu anlamda İstanbul'daki Sinan Paşa Camii, Üç Şerefeli'nin adeta maketi gibi.
Caminin avlusuna girdiğinizde bir ilke daha adım atmış olursunuz. Çünkü Osmanlı mimarisinde revaklı avlu ilk kez bu yapıda kullanılır ve sonrakilere örnek olur. Profesör Sönmez, caminin bunca ilki içinde barındırırken, öncü olmanın getirdiği en ufak bir aksaklık olmadığının altını çiziyor. Yapı, sanki erken dönemde değil de 16. yüzyılın ortalarında, Sinan gibi bir ustanın elinden çıkmışçasına mükemmel bir şaheser olarak karşımızda dikiliyor. Hatta iç avlusu, sütunları ve çok kubbeli revakı ile İstanbul Bayezid Camii'ne öncülük yapıyor.
Eğim ustası olarak anılan Sinan'ın, mimarisinde tabiata uyum için ne kadar sırt tepe varsa onları silüet ve camiye değişik girişler sağlamak için kullandığı bilinir. Üç Şerefeli, işte böyle benzersiz bir sonucun başlangıcı olur. Eser sadece inşa yapısı ile değil, içerik detaylarıyla da görenleri kendine hayran bırakıyor. Basamaklı üç kapının hangisinden girerseniz girin Sultan II. Murat'ın adının da yer aldığı pencerelerdeki çini süslemeler dikkatinizi çeker. Kubbelerdeki Osmanlı camilerinde görülen en eski orijinal kalem işleri ise size adeta kendi dönemini anlatır. Tüm bu detaylara göz gezdirdikten sonra camiye girdiğinizde kendinizi ana kubbenin altında bulursunuz. Bu da Üç Şerefeli'ye has bir özellik. İçi gayet sade olan caminin süslemeleri dikkat çekici. Avluya açılan kuzey duvarın ortasındaki kapı kanatları, ahşap üzerine kakma sanatı kündekarinin en güzel örneği. Caminin kubbesindeki 'Meyve Sofrası' farklı bir enstantane oluşturuyor. Pencere alınlıklarını ise 'Mühr-ü Süleyman' olarak bildiğimiz altın kollu yıldız motifi süslüyor. Taştan yapılmış mihrap ve minber sade asaletiyle kendini gösteriyor. Anlayacağınız Üç Şerefeli'nin güzellik ve özellikleri anlatmakla bitmiyor.
Caminin Allah'ın vahdetini temsil eden birbirinden çok farklı minarelerine gelince. Osmanlı minarelerinin genelde sade olduğunu söyleyen Semavi Eyice, Üç Şerefeli'nin minarelerinin albenili işçiliğine de değinmeden edemiyor. Camiye adını veren minare, her üç şerefeye ayrı yollardan çıkılan şekliyle Selimiye minarelerine örnek olur. Külahıyla birlikte 76 m. olan minarenin bir başka özelliği de ilk kez camisiyle birlikte kesme taş kullanılarak yapılması. Minarelerden biri burgulu biri baklava dilimi ve mozaik diğeri ikisi ise düz şekilde yapılmış.
Osmanlı mimarisinin en güzel sanat eserlerinden biri olarak anılan Üç Şerefeli Cami, Fethullah Gülen Hocaefendi için de ayrı bir yere sahip. Küçük Dünyam kitabında Hocaefendi Üç Şerefeli'ye olan aşırı ilgisinin, penceresinde kendisini üç seneye yakın misafir edişinden kaynaklandığını söyler. Hocaefendi, anne ve babasının iznini alarak Erzurum'dan Edirne'ye akrabaları olan Hüseyin Top Hocaefendi'nin yanına gelir. Bir süre sonra vaizlik imtihanını birincilikle kazanır ve Üç Şerefeli'ye ikinci imam olarak atanır. 60'lı yıllarda caminin imamlığını yapan Hocaefendi, sabah namazının çok erken, yatsının da çok geç olması sebebiyle kiraladığı evde sadece iki saat geçirebilir. Bu sebeple Üç Şerefeli'ye girişteki sol pencerede kalmaya başlar. Namaz vakitlerinden arta kalan zamanlarda penceresinde ilimle meşgul olur. Hocaefendi kendisine sinesini açan şaheseri "Üç Şerefeli ki, mimaride, Selimiye gibi medeniyet tarihimizin en büyük medar-ı iftiharının doğumuna analık yapmış ve mimarideki bu muhteşem zafere zemin hazırlamıştır." şeklinde tanımlar. Kendisi ile yapılan bir röportajda da mabedlerin mahiyetini anlatırken Üç Şerefeli Cami'yi örnek gösterir. Ona göre, bir kubbenin bile ihtiyaca cevap verme maksadıyla inşa edilmiş olmasının -akustik ve isten mürekkep elde etmenin- yanında bir mânâ ifade etmesi de gerekir: "Kubbesinde işlenen motifler, hususi ile o günün estetik anlayışı içerisinde ele alınacak olursa, insanı bayıltacak güzelliktedir. Kullanılan mürekkep, daimiyet ve sabitiyet, ahenk karşısında hayran kalmamak mümkün değil. Fakat aynı zamanda mimaride bir kanaat resmedilmiştir. Kubbelerin her biri birbirinden farklıdır. Fakat o farklılıklar, âdeta birbirlerine içirilerek bir vahdete irca edilmiştir. Bunun yanı sıra bütün bir yapı iki direk üzerine oturtulur. (...) Teferruatına girdiğinizde o muhteşem mimarinin, kendi inanç kökümüz etrafında şekillendiğini de görürsünüz." (Elif Kaya)
Yeni Bahar