Freitag, 12. August 2011

Kur'an ve Kur'anîleşme


Ahmet Kurucan
Ahmet Kurucan
Namazlaşma, Ramazanlaşma tabirlerini duymuştum Hocaefendi'den, ama Kur'anileşme tabirini ilk defa duydum. Aslında bunların hepsinde anlatılmak istenen mana açık: Namazla, Ramazan'la ve Kur'an ile bütünleşme...
Kur'an ekseninde sözü dolaştıracağız bu yazıda ve can alıcı bir soru ile başlayacağız; Kur'an ile bütünleşme noktasında neredeyiz? İnanan bir insan olarak istiyoruz Kur'an okumayı. Sadece okumayı değil, anlamayı da istiyoruz. Hatta 'okuyacağız ve anlayacağız' diye nice nice sözler veriyoruz kendimize zaman zaman. Birliktelikler oluşturuyoruz; grup halinde yapalım bu işi diyoruz; haftalık ders günleri tesbit ediyoruz. İşin açıkçası yola çıkıyoruz. Meseleyi mücerret niyetten çıkartıp müşahhasa döküyoruz. Sonra ne oluyorsa oluyor, bir türlü sonunu getiremiyoruz bu işin. Bazen hakiki bazen sahte sebeplerle inkıtaya uğruyor bizim Kur'an'ı anlama yolculuğumuz ve belli bir müddet sonra tekrar başa dönüyoruz. Derken aradan aylar, yıllar geçiyor ve özellikle Ramazan'da tekrar Kur'an'ı elimize aldığımızda yolun başında olduğumuz gerçeği ile yüz yüze geliyoruz.
Bu cümlelerle resmetmeye çalıştığım manzara Kur'an'ı okuma ve anlama noktasında daha işin elif-ba'sında olduğumu gösteriyor. Hocaefendi ise çok daha öte şeylerden bahsediyor bize.
Mesela diyor ki: "Kur'an'ı okurken onun iç musikisini yakalamalısınız. Vurgulamaları, tonlamaları yerinde yapmalı ve Kur'an'ı ses-muhteva bütünlüğü içinde okumalısınız. Tabii bunu yapabilmek için Kur'anileşmek gerek."
Mesela diyor ki Hocaefendi: "Kur'an okurken ayetlerini içine girebilirseniz; orada konuşan insanların, zikredilen kavimlerin karakterlerini anlayabilirsiniz. Ama bunun için kendinizi aradan çıkarmanız gerekir. Eğer bir aşamada bunu başarabilirseniz ardından harflere, kelimelere, cümlelere takılmadan okuduğunuz ayetlerin sanki Allah'tan geldiğini hissedebilirsiniz. Merhum Seyyid Kutub bunu sezmiş ve 'Kur'an'da Edebi Tasvir" kitabında anlatmış."
Mesela diyor ki Hocaefendi: "Kur'an okurken insana en çok tesir eden şeyin insanın kendi nağmesi olduğu söylenir. Doğrudur. Yalnız kastedilen ses güzelliği değil; aksine içtenliktir, samimiyettir."
Mesela diyor ki Hocaefendi: "Teveccühe teveccüh. Siz Kur'an'da her derdime derman bulacağım inancıyla ona teveccüh ederseniz, o da size kapılarını açar. Böyle bir ön kabulün, böyle bir inancın olmadığı yerde Kur'an çok kıskançtır, 'kapılar sürmelidir beyhude yorulma' der size."
"Hocaefendi nerede, biz neredeyiz?" dediniz değil mi Ramazan iklimindeki ders ortamında söylenen bu tesbitleri okuyunca. Zaten ben de sizlere bunu dedirtmek için aktardım bunları. Kat edeceğimiz daha uzun mesafelerin olduğunu göstermek için söyledim. Bir ayna olmak istedim sizlere. Ölçü olsun bu sözler; vahid-i kıyasî için zemin teşkil etsin ve Kur'an'ı anlama noktasında nerede durduğumuzun farkında olalım diye düşündüm.
Bence yapılan bu tesbitleri bizlere verilmiş bir hedef gibi algılayıp bir yerden başlamak lazım. Her Ramazan başlangıcında Kur'an, Kur'an deyip okumaya başladığımız sonra ya Ramazan içinde ya da sonunda terk ettiğimiz Kur'an'a yönelmemiz lazım. Madem karar verdik ve madem başladık; sonuna kadar devam demeliyiz. Unutmayalım, hedefe ulaşma, yola çıkmakla başlar. Mademki yola çıktık, geriye dönmeyelim. Geriye dönmeyi döneklik kabul edip her gün murad-ı İlahi'yi kavramada mesafe kat' edelim. Kutlu bir zaman dilimi olarak Ramazan bunun için iyi bir başlangıç zemini. Sizce de öyle değil mi?
Kur'an'ı okumakla başlayan kudsi yolculuğumuzun Kur'anileşme ile son bulacağı ümidiyle.

Sohbet notları:

Bir gün meczubun biri, dünür taşının üzerinde oturuyormuş. Oradan geçen Harun Reşid sormuş: ne yapıyorsun? Meczub; ekenem kör müsün, sarığımı sarıyorum, demiş ve sarığını sarmaya devam etmiş. Harun bu cevap üzerine etrafındakilere emretmiş, bir kese altın vermişler meczuba. Harun Reşid'in etrafında bu hadiseye şahit olan birisi hem hakaret ediyor hem de bir kese altın alıyor, demiş, şaşırmış ve kendisi de onun gibi yapmaya karar vermiş. Harun Reşid'in geçeceği yolda tıpkı meczub gibi pozisyon almış. Harun Reşid ona da sormuş ne yapıyorsun, diye. Aynı cevabı almış. Bu defa Harun; vurun şunun boynunu, demiş. Kıssadan hisse; Hallac değilsen, Hallac gibi görünmeye, Hallac gibi konuşmaya çalışma.
İnsanın kendisinin yapıp ettiği şeyleri beğenmesi; "ne kadar da da güzel konuşuyorum, yazıyorum" demesi hayali şirktir. İnsan bu nimetleri kendinden bilmemelidir; zira bunları insana ihsan eden Allah'tır.
Muamelatta esas olan maslahat ve hikmet; ibadetlerde esas olan taabbudiliktir. Fakat bu demek değildir ki muamelatta taabbudilik, ibadette maslahat ve hikmet yoktur!
Nifak hakkın güç ve kuvvet kazanmasından sonra başlamıştır. Onun için Mekke'de münafık yoktur. Evet hak, halk nezdinde bir şeyler ifade etmeye başlayınca nifak baş gösterir. Tarih boyunca da hep böyle olmuştur.
Maide Suresi'nde maide/sofra ile alakalı ayet sadece bir tane. O da Hz. Mesih'in etrafındaki insanların mucize olarak gökten sofra indirilmesini istedikleri yerde. Bunun yanı sıra Maide'nin sureye isim olmasında başka hususlar da zikredilebilir. Mesela; surede avlanılması, yenilmesi-içilmesi helal ve haram olan şeyler anlatılıyor. Ehl-i kitap ile Müslümanların karşılıklı birbirlerinin yemeklerini yiyip yiyemeyeceği, kestiklerinin helal olupolmadığından bahsediliyor. Öte yandan Kur'an bütünüyle maide-i semaviyedir. Hasılı; surenin Maide olarak isimlendirilmesinin bir tek ayetle izahı zordur.